Mustafa Kutlu’nun kitaplarının methini çok duymama rağmen daha önce hiç okumamıştım. Aslında sürekli aklımın köşesinde bir yerlerde vardı ama bir türlü nasip olmamıştı. Bir seminer dersi sebebiyle Yoksulluk İçimizde adlı kitabını okudum sonunda. Kitabı daha okumaya başlamadan önce güzel olduğuna dair bir his vardı içimde.
Yoksulluk İçimizde’nin orijinalliği nereden ileri geliyor?
İlk başta yazarın üslubunu çok fazla anlamadım, daha doğrusu biraz tuhaf buldum. Bir hikâye olmasına rağmen konuşma cümleleri çok fazla yoktu ve olayın akışını anlatırken basit bir dille değil de daha ağdalı cümlelerle anlatıyordu. Aslında ağdalı cümleden ziyade, demek istediğim, bazı cümlelere baktığımda “bunlarla burada ne anlatmaya çalışmış acaba?” diye kendime sorduğum cümlelerdi. Sonradan anladım ki, asıl bu cümlelermiş esere orijinallik hissi veren. Bu hikâye basit bir dille anlatılsa, belki bu kadar zevk vermeyecekti.
Kutlu’nun betimleme ve tasvir gücü o kadar kuvvetli ki, insan kendini ister istemez hayal dünyasından alamıyor. Eserde anlatılanlar bir anda verilmiyor. Yani siz hikâyeyi okurken ne olacağını bir anda kestiremiyorsunuz. Sizin, “evet tamam, bundan sonrası böyle olur” dediğiniz yerde bir arka sayfaya geçiyorsunuz ki sizin tahmininiz tamamen yerle bir oluyor. Eserin bir özelliği de biraz parça parça gibi görünüyor olması. Aslında dağınık gibi görünüyor ama okudukça parçalar yerine oturuyor.
Hele kitaptaki son bölüm yok mu…
Ayrıca yazar, esere ‘ahlak dersi’ başlığı altında Ataulllah İskenderî’nin Hikem-i Ataiye’sinden sözler almış. Onlardan bir kaçını paylaşmak yerinde olacaktır:
-Taleb şan değildir. Razı ol, şan da senin, nam da senin. Varlığını bilinmezlik toprağına göm. Gömülmeyen şey, nabit olmaz.
-Dünya sûretlerinin bulaştığı ayna nasıl parlar? Huzura girmeden önce tevbe sularında yıkan.
-Ölüme ağlama. Kalbe bak. Hata ve isyan ile pişman, ibadet ve taat ile neşveli değilsen, zaten ölüsün.
- Marifetin mukabili inkâr, ilmin mukabili cehalettir.
İnsanın, bu cümleleri okuduğunda şöyle bir durup düşünmesi kaçınılmaz oluyor. Eserde araya bunların girmesi gayet güzel olmuş ve eser tekdüzelikten çıkmış.
Eser hacim olarak çok küçük gibi görünse de içerik olarak azımsanmayacak kadar güzel. Eserde anlatılan sevgi, aşk; ama bunların yanında aslında bizim ‘şer’ olarak nitelendirdiklerimizin bize nasıl ‘hayır’ olarak döndüğünü, insanın, istediğinde hayatının tümünü olumlu yönde istediği gibi değiştirebileceği gibi mesajlar da veriyor. Bunların haricinde yazar son başlıkta Ebu Nuaym’ın Hilye’sinden aldığı Peygamber Efendimiz zamanında yaşanmış bir olayı da anlatmış. Bana öyle geliyor ki, bu hikâye bu olaydan esinlenilerek kurgulanmış gibi, ama yanılıyor da olabilirim. Belki de yazar bu olayı, bu hikâye ile uygun olduğu için anlatmış da olabilir. En nihayetinde ikisi de birbiriyle uymuş ve son başlık biraz kitabın özeti gibi olmuş.
Son olarak, bu kitapla beraber uzun zamandır okumadığım bir tür olan hikâye de okumuş oldum. Kitabın güzel olduğunu ve bana bir şeyler kattığını rahatlıkla söyleyebilirim. Aynı zamanda ilk defa bir Mustafa Kutlu eseri okumuş oldum ve aslında biraz da geç kalmış olduğumu fark ettim.
Tuğba Savaş yazdı
Süheyla, bizden biri. Dört bir yanı Engin'lerle çevrili, acıdan ve umuttan mürekkep bir toprak parçası Süheyla. Mustafa Kutlu'nun belki de okuduğum en güzel kitabı olan "Yoksulluk İçimizde", bana içime bakmayı tekrar hatırlattı. İnsan, insanlığının anlamını ardında bıraktığı ve peşinden koştuğu şeyler üzerinden kazanıyor. Süheyla'nın şu sözünü bizim terazilerimiz tartamaz: "Hayatım her gün kazandığım yeni yalnızlıklarla zenginleşiyor."