Yaratılış ve sonrasına dair: “Ol Dedi Oldu Âlem”

"Kitap, doğru bilgiler üzerine kurulu bir yaratılış (hem evrenin ve içindekilerin ve hem de insanın) perspektifi oluşturmayı denemekle kalmıyor, modern bilimin çok âşina olduğumuz buyurgan ve saldırgan tarz ve söylemiyle de hesaplaşıyor." Salih Yörük yazdı.

Yaratılış ve sonrasına dair: “Ol Dedi Oldu Âlem”

                                                                                        

Evrenin ve insanın yaratılışı ve hemen sonrasındaki dönem üzerine farklı bakış açılarıyla ve farklı inanışlara ya da bilimsel olduğu iddia edilen varsayımlara dayanan birçok kitabın (telif ya da çeviri) bulunduğunu bilmekteyiz. Bu yazıda kısa süre önce Büyüyen Ay Yayınları arasında yayınlanmış olan Ol Dedi Oldu Âlem[1] isimli kitap üzerinde bir değerlendirme yapmak istiyoruz.

Belirtmiş olduğumuz gibi kitap, yaratılış teorilerini merkez alan bir kapsama sahip; ‘yaratılış’ derken de genelde evrenin (ve içindekilerin) ve özelde de insanın yaratılışını içeren bir kapsam. ‘Yaratılış’ dediğimizde tam da ihtiyaç duyulduğu gibi modern yaratılış teorileriyle (Big Bang Teorisi, Darwinci Evrim Teorisi, vd.) yüzleşen ve dolayısıyla modern bilim varsayım ve öngörüleriyle hesaplaşan bir yaklaşım sergilenmiş çalışmada. Tahmin edilebileceği gibi, bu konularla ilgili bilim dalları yalnızca birkaç değildir; Fizik ve Biyolojiye Jeolojiyi, Arkeolojiyi, Antropolojiyi, Astronomiyi ve tabii özellikle ilâhiyatı ilave etmek gerekiyor. ‘Yaratılış’ konularının öğrenim hayatları boyunca kişilerin bir enformasyon bombardımanına tutulmuş olduğu konular olduğuna kuşku yoktur. Lise ve üniversite öğreniminden geçen bir kişiye çeşitli derslerde modern bilim teorileri, hem de tartışılamaz nesnel ‘bilimsel gerçekler’miş gibi sunulurken, aynı kişiye dinî perspektifi yansıttığı düşünülerek iletilmiş olması muhtemel yaratılış bilgileri de birçok açıdan ya yetersiz ya da bir şekilde, en azından kısmen güvenilmeyen kaynaklara dayalı, geçerliliği tartışılır bilgiler olacaktır. Medyada bilinçli bir biçimde modern yaratılış teorilerinin ifadecisi belli kavramların sürekli olarak vurgulanışının da zihinleri biçimlendirici bu modern inkârcı Batı düşüncesi güdümündeki toplumsal mühendisliğin bir parçası olarak bakmakta yarar vardır.

Bu giriş paragrafıyla, vahiy kaynaklı bir dünya görüşüyle şu ya da bu ölçüde irtibat içinde bulunmuş olan ve öğrenim hayatı devam eden genç bireylerin nasıl zor farkedilir bir ideolojik baskıyla karşı karşıya olduklarını az da olsa yansıtabilmiş olmayı istedik. Kitabın yazarı bu konular çevresinde birçok ilgili konuya da temas ederek ve yeri geldiğinde de yüzyıllarca ‘bize ait’ olarak sunulmuş olan bazı bilgileri (Nuh Tufanı ve Hz. Âdem’in yaşadığı ve hemen sonraki dönemlerin niteliği ve yaklaşık tarihiyle ilgili, vd.) bizim için kaygı sebebi olmaktan çıkarıcı bir doğru yaklaşımla değerlendiriyor.

Kitap, doğru bilgiler üzerine kurulu bir yaratılış (hem evrenin ve içindekilerin ve hem de insanın) perspektifi oluşturmayı denemekle kalmıyor, modern bilimin çok âşina olduğumuz buyurgan ve saldırgan tarz ve söylemiyle de hesaplaşıyor, saldırılarının mahiyetini tanımlıyor. Bu hesaplaşmadan oryantalizm de nasibini alıyor, akademizm de, modern Batı düşüncesinin dokunulmazlık kazandırdığı bilimselcilik tutumu da. Yazarın çok yerinde tespitiyle, modern bilim ‘bilimsellik’ nitelemesini asla ‘bilimsel’ olmayan bir tarzda, ‘teori’ olarak öne sürdüğü varsayım ya da öngörüleri bir koruyucu ‘zırh’la donatmak için kullanıyor. Evet, son 30-40 yıl içerisinde, bu üslûp ve tarzıyla modern bilim E. F. Schuamcher, Karl Popper, F. Capra ve P. Feyerabend gibi Batılı entelektüellerce de çokça eleştirilmiştir ama yine de modern bilimin saltanat tahtının maruz kaldığı sarsıntı sınırlı kalmıştır. Modern bilim asıl güçlü darbeyi kuşku yok ki Rene Guenon, Frithjof Schuon, Martin Lings ve Titus Burckhardt gibi ihtida etmiş Müslüman düşünürler elinden almıştır. ‘Gelenekçiler (Traditionalists) olarak tanınmış olan bu ekole yazar, kitapta haklı olarak genişçe bir yer ayırmış. Gerçekten de son 60-70 yıl içerisinde, Batıda olduğu kadar İslâm ülkelerinde de özelde modern bilim ve genelde modernite karşısında kendisini vahiy kökenli bir gelenek ve kültürle (özellikle de İslâm’la) ilişkilendiren çevrelerde (özellikle elit kesimlerde) bir özgüven yükselişi sağlanışında bu ekolün etkisi ve katkısı önemli ve büyük olmuştur. Yazar bu bağlamda ’hikmet arayış ve kemâl ocakları’nın rolünün önem ve büyüklüğüne de özel bir biçimde dikkat çeker.

Kitap, özellikle son bölümlerde, baskıcı modern bilim anlayışları karşısında son dönemlerde bir direniş ruhunun, hattâ bir isyan ruhunun ateşlenmiş olduğuna işaret ediyor. ‘Zamanın ruhu’nun, bir beklentimizle, bir tutkumuzla ya da bir korkumuzla ele geçirip her birimize hükmetmek için her durumu değerlendirdiğine kuşku yok. İsyan bağlamında yazar, Albert Camus’nün ‘başkaldırının hep var olacağı’ yaklaşımını konu edindiği pasajda ‘her başkaldırının açık ya da örtülü bir ‘adalet’ motifine dayanıyor olması (çünkü her başkaldırı bir haksızlığa karşı olan bir girişimdir) varsayımından hareketle her başkaldırının bir ‘hayır’ı mündemic’ olacağını belirterek ‘hayır’ diyebilmenin özel bir değeri olduğunu vurguluyor. Ama yazar ‘pusulasız ve rotasız’ başkaldırıların ne getirip götüreceğinden emin olunamayacağını belirterek, ‘ilahî bir mesaj ve destek eşliğinde’ olduğu için peygamberler öncülüğünde gerçekleştirilmiş olanları ayrı bir kategoriye koyar.

Kitapta meşhur birçok ‘izm’ (Hümanizm, Rasyonalizm, Pozitivizm ,vd.) modern bilim anlayışları bağlamında büyüteç altına alınmış. Okudukça Cemil Meriç’in “idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri” değerlendirmesinin yerindeliği daha iyi hissediliyor. Bu ‘izm’lerin neye hizmet etmiş olduğu ve dolayısıyla önemleri gayet iyi gösterilmiş. İyi resmedilmiş olan bir şey, tüm bu izm’lerin herşeyin Yaratıcısı Allah merkezli değil, insan-merkezci yaklaşımlara kapı açtığı ve dolayısıyla aslında kişiyi her zaman doğrudan değilse bile zımnen ateist bir zemine taşıyor olduğudur. Bu bağlamda Guenon’un her tür uzlaşmaya kapalı reddiyeci tutumunun özellikle yaşadığımız dönem itibariyle değeri ve anlamı da iyi vurgulanmış. Kitapta Guenon’un uzlaşmasızlığınının bir örrneği, modern bilimin Avrupalı emperyalist güçlerin politikaları paralelinde, Doğuluların (aslında Müslümanların) kendisine Batı’nın gözüyle bakmasının sağlanışında bir misyon yüklenmesi için kurduğu bir sözde-bilim dalı olan oryantalizm ile ilgili olarak yer alır: Guenon oryantalistlerin iyi / kötü diye sınıflandırılmasına sıcak bakmaz; onun bakış açısıyla oryantalizmin ne olduğu bellidir ve iyisiyle kötüsüyle oryantalistler bir şekilde, bu sözde bilim dalının kuruluş amacına hizmet etmiştir. 

Bu kitapta ortaya konulmuş olan perspektife yakın bir perspektifle konuyu ele almış olan ve daha önce yayınlanmış olan bir kitaba da kısaca değinmek isterim: bu kitap Şakir Kocabaş’a ait olan bir kitap: “Kur’anda Yaratılış-Uzayların ve Maddenin Yaratılışı”. İsminden de anlaşılacağı üzere kitabın kapsamı âlemlerin yaratılışıyla sınırlı, insanın yaratılışını konu edinmiyor. Merhum Kocabaş akademik dünyanın içinde yer almış ama bu dünyanın vazettiği yaklaşım ve kurallara teslim olmamış olan, düşünce ve yazılarına akademik tarzın ötesinde entelektüel bir seziş ve kavrayış boyutunu katabilen bir isim; ‘modern Batı bilimi’nin estirdiği baskılayıcı ve aynı zamanda kavurucu buyurgan duruş ve yönlendiriciliği karşısında kendine özgü bir duruşu olduğunu ifade etmek gerek. Kendisini çok önceden, ‘İfadelerin Gramatik Ayrımı’ isimli çalışmasıyla tanımış olduğumuz Kocabaş, evrenin yaratılışıyla ilgili modern bilimin iddia ve verileriyle doğrudan bir tarzda yüzleşip onları sorgular ve bu iddia ve verilerle ilgili olarak Kur’an’ın mesajını en net hâliyle ortaya koymaya çalışır.  Âlemlerin ve insanın yaratılışını konu edinen ve ama ismini zikretmek istemediğim ilahiyatçı bir yazarın ‘evrim teorisi’ konusundaki mütereddit duruş ve değerlendirmesinin doğurduğu hayal kırıklığını bir tarafa bırakıp, başka bazı konulardaki değerlendirmeleri için olduğu gibi ‘ilginç’ olarak nitelemekle yetinmek istedim. 

Yeri düştükçe bazı akidevî konulara da temas eden bu ‘Ol Dedi Oldu Âlem’ isimli çalışmanın, yaratılış teorileri üzerinden modern bilimin hem buyurgan üslûbuyla ve hem de yaklaşımlarıyla yüzleşmesinde, okuyan ve düşünen çevrelerimizde özgüven yükseltici bir muhtevaya sahip olduğunu ve vahiy kökenli geleneğimizin ifadecisi bir perspektifin şekillenmesine katkı yapacak olduğunu düşünüyorum.

Duruşunu mesafeli ve soğuk tutan akademik nitelikli olmayan bu çalışma, tespit ve tezlerini güvenilir bilgi kaynaklarına dayalı olarak vazetmiş olmaktan geri kalmamış. Kısaca, düşünmeye açık genç kesimin ilgisini hak eden bir çalışma demek isterim.

Salih Yörük

 

[1] ‘Ol Dedi Oldu Âlem’: Yaratılış ve Sonrası –Evrenin, İçindekilerin ve İnsanın Yaratılış Hikâyesi ve Sisler İçerisindeki Sonrası, Yusuf Yazar, Büyüyen Ay Yayınları.

YORUM EKLE

banner36