İhsan Süreyya Sırma Hoca'nın esaslı bir "Hoca" olduğunu biliyordum lakin yalan dünyayı böylesine "esaslı" bir şekilde adımladığından haberdar değildim. MGV'nin kapısından girmiş lise öğrencilerinin kahir ekseriyeti gibi ben de İhsan Süreyya Hoca'yı İslami Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence başlıklı kitabıyla tanımış, sonra da bir genci kalbinden yakalayan anlatımının büyüsüne kapılarak üniversite yıllarının sonuna kadar Hoca'nın kitaplarından istifade etmeyi sürdürmüştüm.
Yalan Dünyayı Adımlarken, heyecanını kaybetmişlere dahi heyecan veriyor
Mesela Tanzimat belasının bu topraklardan neyi götürdüğünü, İngiliz istihbaratının Osmanlı coğrafyasını nasıl karıştırdığını, Muhammed Hamidullah Hoca'nın Erzurum günlerini ve Medine döneminde nelerin olup bittiğini hep İhsan Hoca'dan öğrenmiş bir âdemoğlu olarak, İhsan Hoca'nın Yalan Dünyayı Adımlarken kitabını geç fark ettiğim kanaatindeyim. Zira İhsan Hoca'nın gazete yazılarının derlenmesiyle oluşan Yalan Dünyayı Adımlarken kitabı, hem İhsan Hoca'nın bir Müslüman aydın olarak ufkunu hem de 1990'lı yıllarda Müslümanların, âlemin dört bir yanındaki durumunu göstermesi itibariyle oldukça mühim. Kitabı elinize aldığınızda bir kişisel tarih denemesi gibi görünse de sayfaların arasında gezindikçe bazı yerleri bir kaç kere daha okumayı, bazı yerlerin altını iki kere çizmeyi ve bazı hususları hemen bir dost bulup anlatmayı çok istiyorsunuz. Çünkü kitabın içeriği, olumlu/olumsuz ele aldığı bütün konularıyla sizi içine çekmekle kalmıyor, aynı zamanda bildiğiniz heyecanlandırıyor.
Heyecanını kaybetmiş kuşakları dahi hafiften gıdıklayan bir kitap nasıl oldu da okuma gruplarının, kitap peşinde koşan Müslümanların gündemine girmedi?
Uluslar arası toplantılarda çevirmene ihtiyaç duymaması yerleşik algıları sarsıyor
İhsan Süreyya Hoca'nın kitabına biraz dışarıdan baktığınızda dikkatinizi ilk çeken, gerçek bir akademisyenin hayatının garip yoğunluğu. Okurken Hoca'nın yerine siz yoruluyorsunuz. Zira Türkiye'de "akademisyen" ve "öğretim görevlisi" imajının tam aksine İhsan Süreyya Hoca bilimsel konulara duyduğu ilgiden ötürü sürekli dünyanın dört bir yanındaki üniversiteleri ziyaret etmiş, bilimsel toplantılara katılmış ve katıldığı toplantıların büyük bir kısmında çevirmene ihtiyaç duymaksızın üniversitenin bulunduğu ülkenin diliyle konuşmuş.
İngiliz lisanını, KPDS ve ÜDS sınavlarından yeterli puanı alabilecek kadar öğrenip sonrasında işine bakan üniversite memurlarının ne kadar ilgisini çeker bilemem ancak İhsan Süreyya Hoca'nın vakıf olduğu lisanların tamamını akademik ve pratik olarak kullanabilmesi sanırım Türkiye'de hâkim olan "Türkler, dil öğrenme özürlüsü bir millettir." yargısını da sarsacak cinsten.
İhsan Hoca hangi üniversitelerin kapısını aşındırdı?
İhsan Hoca'nın dünyanın dört bir yanındaki üniversiteleri ayakaltı ettiğini söylesek herhalde abartmış olmayız. Benim ulaşabildiğim kadarıyla İhsan Hoca'nın dünyanın genelinde ziyaretçi, kongre delegesi veya akademik çalışma için bulunduğu üniversiteler şu şekilde: Heidelberg Üniversitesi ( Almanya ), Tahran Üniversitesi ( İran ), Leiden Üniversitesi ( Hollanda ), College de France ( Fransa ), Zeytuna Üniversitesi ( Tunus ), Erzurum Atatürk Üniversitesi ( Türkiye ), Viyana Üniversitesi ( Avusturya ), Sakarya Üniversitesi ( Türkiye ).
Müslüman ve münevver bir şahsiyet olarak İhsan Hoca'nın bu kadar üniversitenin kapısını çeşitli vesilelerle aşındırmış olması dahi günümüz gençleri için, özellikle "Ben üniversite okudum.", "Ben yüksek lisans yapıyorum." diyenler için dikkate alınası bir örneklik olsa gerek. Maaşını alıp işine bakan ve etliye sütlüye karışmamak için takla atmaktan utanmayan araştırma görevlilerimizden anlı şanlı profesörlerimize kadar alnı secdeli bütün üniversite personeline de duyurulur!
Yıllarca beraber oldukları Hamidullah Hoca ile son görüşmeleri nasıl olmuştu?
Siret araştırmacılarına "Medine Vesikası"nı ilmî miras olarak bırakmış, İslam Peygamberi eseri ile milyonlarca insana sahih kaynaklara yaslanan bir siyer eseri armağan etmiş ve İslam'a Giriş eseri ile garp memleketlerinde hatırı sayılır sayıda kişinin İslam'a ihtida etmesine vesile olmuş mütevazı bir alim olan Muhammed Hamidullah Hoca ile Ankara'da ilahiyat okuyup cebren Fransa'da yüksek lisans yapmış İhsan Süreyya Sırma Hoca'nın arasında nasıl bir yakınlık olabilir?
1970'li yıllarda Türkiye'de yeni yeni neşvünema bulmakta olan ilahiyat fakültelerinde ders vermeye başlayan Muhammed Hamidullah Hoca, Türkçe'yi çok iyi bilmesine karşın (on iki lisan bildiği rivayet edilirdi merhumun), konuştuğu meselelerin hassasiyetine binaen, derslerinde kendi sözlerini Fransızca'dan Türkçe'ye aktaracak bir asistana ihtiyaç duyar. Aslında İngiltere'ye gitmesi gerekirken devletin âli menfaatleri gereği Fransa'ya gönderilen İhsan Süreyya Sırma Hoca'nın Fransızcası ise o dönemde bulunmaz Hint kumaşıdır. Zira hem ilahiyat meselelerine hem de ana dili gibi, çatır çatır Fransızca konuşan derin bir âlimin lisanındaki inceliğe muttali başka bir ismin o dönemde bulunması mümkün görünmemektedir. İhsan Hoca ile Muhammed Hamidullah Hoca'nın yakınlığı böyle başlar. Hamidullah Hoca, ilminin inceliklerini, ilahiyat okumanın ateşten gömlek giymek manasını taşıdığı günlerde öğrencilerine aktarıyor, İhsan Hoca ise Hamidullah Hoca'nın yanında Musa'nın yanındaki Harun misali konuşan dil oluyordu.
Yıllarca devam eden bu hukuk, Hamidullah Hoca'nın Fransa'ya dönmesi ve İhsan Hoca'nın ise Türkiye'de kalmasıyla fetret devrine girer. Zaman içerisinde iyice yaşlanan Hamidullah Hoca ile İhsan Hoca'nın bir sonraki karşılaşması ise oldukça trajik olmuştur. Esasen burada bunu da anlatabilir ve Hamidullah Hoca'nın vefatından önce İhsan Hoca ile son görüşmesini süslü cümlelerle aktarabilirdim ancak bunu yapmam kitabın ruhuna apaçık bir ihanet olacak diye korkuyorum. Bu yüzden merak edenlere düşen vazife kitabı edinip okumak.
YÖK, yurtdışındaki dindar öğrencileri de fişlermiş
İhsan Hoca'nın hatıralarında ilgimi en çok çeken alanlardan birisi de Hoca'nın ABD seyahatleri. Çeşitli vesilelerle ABD'ye giden İhsan Hoca, müteaddit kereler ABD'de eğitimini sürdüren Türkiyeli öğrencilere misafir olmuş. Hoca'nın hatıralarını anlatırken dikkat ettiği ilginç bir nokta var: Namaz kılan öğrencilerin isimlerini zikretmemeye öylesine dikkat ediyor ki insan okurken dahi şaşırıyor. Çünkü 28 Şubat belasının yapışkan bir sakız gibi neredeyse alnını secdeye koyan her Müslümana yapıştığı günlerde, yurtdışında yüksek lisans yapan Anadolu çocukları da fişleniyor ve dindar öğrencilerin bursları sorgusuz sualsiz kesiliyordu.
"Dindar bir gençlik" yetiştirmekten bahseden bir adamın devletin en etkili adamı olduğu günlerden başka günler görmeyen bu devrin gençleri, bahsi geçen dönemlerin nasıl bir paranoya yaşattığını belki idrak edemezler lakin İhsan Hoca da bu korku dönemlerinden etkilenmiş olmalı ki böylesine bir "tedbir"e başvurmak zorunda kalmış. İlginç ve bir o kadar da manidar! Alnı secdeli öğrencileri fişleme işini YÖK'ün yaptığı günlerde üniversiteleri kimin idare ettiği ise ayrıca merak konusu.
Tayyip Erdoğan’a da belediyede danışmanlık yaptı
Türkiye'nin belediyelerde "Refah"lı günler yaşadığı senelerde İhsan Hoca akademik faaliyetlerinin yanı sıra Erdoğan'ın danışmanlığını da yürütür. İstanbul Büyükşehir Belediyesi uhdesinde düzenlenen, "Kürt Sorunu Konferansı" başta olmak üzere pek çok çalışmanın arkasında İhsan Hoca'nın da içerisinde olduğu ekip vardı. Danışmanlık günlerinde Erdoğan ile birlikte pek çok kente giden İhsan Hoca, o dönemde yazdığı yazılarda Türkiye'de yükselmekte olan "laikçi" saldırganlığa da dikkat çekmekte ve Türkiye'de kulaktan kulağa dolaştırılan darbe söylentilerinin Türkiye'nin yurtdışındaki itibarını nasıl zedelediğini anlatmakta. Bir göz atmakta ayrıca fayda olsa gerek.
Alacağı nefes sayısını bilemeyen âdemoğulları olarak, Yalan Dünyayı Adımlarken nasıl bir pusulaya sahip olmalıyız? Elbette İhsan Hoca'nın anlattıkları bu sorunun yanıtını vermiyor.
Ancak olur da dikkatinizi çeker diye söylüyorum: Yaşayan bir tecrübenin attığı her adımdan ders çıkarmak mümkün.
Murat Hazine okudu ve bahsetti