2009’da vefat eden Azerbaycan’ın büyük şairi Bahtiyar Vahapzade’nin makalelerini barındıran ve üzerinde durulması gereken değerli bir kitap Ömürden Sayfalar. Makalelerinde şairin aile kavramı, vatan sevgisi, dilin önemi, sosyal doku, edebiyat düşüncesi gibi konulara dair incelikli görüşlerini buluyoruz.
Bahtiyar Vahapzade’nin makalelerindeki üslubu açık ve anlaşılır, dili ise sade ve akıcıdır. Şairin dilindeki bu sadelik, eserlerinde uygulamalı bir şekilde en güzel haliyle kendisini gösterir. Ayrıca düşüncelerinde ve anlattıklarında da şairin samimiyetini hissedebiliyoruz. Böylece yazılarında sadece konuyu değil hislerini de aktarmış oluyor şair. Zaten kendisi de belirtir, “duyumsadığım ve heyecanlandığım konuları yazarken başarı kazandım” diyerek yazılarını akıcı ve güzel kılan nedeni.
Kitabın ilk bölümü olan “Otobiyografim”, kitabın en değerli ve üzerinde durulması gereken kısmıdır. Yer yer vatanla, aileyle, adaletle ilgili fikirlerini, anılarından çıkardığı derslerle pekiştiriyor şair. Saf bir çocukken gördüğü haksızlıkları anlayamayan, kabullenemeyen ama hakkı ve haklıyı savunmanın bazen anlamsız ve komik olduğunu da öğrenen biridir kendisi. Rüşvetin asırlık adetleri satın almasına, bazen onlarca kişinin kul hakkını yemenin bir ders notundan başladığına, bazen de zulmün her şeye rağmen kazandığına şahit olan Vahapzade’nin çocukluğuna dair tüm bu anılar, dünyada hakkın değil, gücün savunulduğunu göstermiş ona. Fakat her şeye rağmen yanlışı eleştirmekten ve doğru bildiğini söylemekten çekinmemiş.
Yine çocukluğuna dair anılarını anlatırken, aksakalın (dedenin) önemi üzerinde çok duruyor Bahtiyar Vahapzade. Özellikle aileler arasında ve aile içindeki problemlerde dedenin otoritesinin, ninenin bağlayıcılığının öneminden tekrar tekrar bahsediyor. Günümüz çekirdek ailelerinin kalabalık olmamasına rağmen küçük sıkıntılar yüzünden dağılmasının, aile büyüğünün eksikliğinden kaynaklandığını söylüyor.
Sanatta ve şiirde kendimize dönük olma taraftarıdır Vahapzade
Vahapzade, Ömürden Sayfalar’da, sanat görüşünden, özellikle şiirle ilgili görüşlerinden de sık sık bahsediyor. Genel olarak öze dönük olmanın, hece ölçüsünün ve Türkçeleşip cilalanan aruzu kullanmanın taraftarıdır. Tabi ki yenilik karşıtı değildir fakat şairlerin bize ait olan şekillerden kaçmasını da eleştirmekten geri durmaz. Yani bize olağan gelen şeylerdeki olağanüstü güzelliği bize göstermek için uğraşır.
Sanatta ve özellikle şiirde kendimize dönük olma taraftarıdır Vahapzade. Bu sadece şekille sınırlı değildir. Halk şairi olarak, halktan uzaklaşan şiirin sanattan uzaklaşacağını belirten şair, şiirde halkın anlamadığı sembollerin, kelimelerin kullanımının anlamsız olduğundan bahseder.
Kitapta yer alan “Yel Kayadan Ne Aparır?” başlıklı makale Varlık dergisinde yayımlanmış. Makalede, daha önce Varlık dergisinde yayımlanan İsmet Zeki Eyüboğlu’nun “Ölü Edebiyat” adlı makalesini eleştiriyor Vahapzade. Eyüpoğlu, söz konusu makalesinde Fuzuli, Nesimi gibi şairleri fikirden uzak, manasız diyerek eleştirir. Vahapzade’nin sade ve anlaşılır edebiyat isteğine karşın Fuzuliyi bu kadar savunmasını anlayamıyoruz başta. Fakat Fuzuli’nin halktan gelen ve halkın anlayamadığı zaman bile hissedebildiği bir şair oluşundan bahsetmesi kafa karışıklığımızı gideriyor. Fuzuli’ye, özellikle de “Leyla ve Mecnun”una çok fazla sevgi ve saygı duyan ve Leyla ile Mecnun’la ilgili çok farklı değerlendirmeler yapan yazar, hikâyenin aslından yola çıkarak aklımızı edebiyatta, bilincimizi Mecnun’da bırakıyor. Tasavvuf, söz sanatları, Doğu-Batı klasikleri, hatta vatan sevgisine kadar değişik ve birbirinden bağımsız birçok konuda bizi etkileyecek ve farklı bakış açıları kazandıracak noktalara değiniyor Vahapzade bu ve buna benzer makalelerinde.
"Türkiye’yi keşke onun kadar sevebilsek" dedirtiyor
Ömürden Sayfalar’ın Türk insanı için en dikkat çekici bölümlerinden biri de “Seyahat” bölümüdür. Çünkü Vahapzade bu bölümde Türkiye’ye olan seyahatlerinden bahsediyor, hatta sadece Türkiye ile anılarını ve düşüncelerini anlatıyor. Kendimizi, ülkemizi kardeş bir kalemin gözünden okumak da daha çok ilgimizi çekebilir.
Bu bölümde Bahtiyar Vahapzade’nin tam bir Türkiye âşığı olduğu görmekteyiz. Öyle latif bir dil ve içtenlikle anlatır ki Türkiyemizi, “Türkiye’yi keşke onun kadar sevebilseydik” dedirtir adeta. Yazar, bu büyük sevgisinin temelini “dedemin, babamın ve amcamın ağzından Türkiye kelimesi hiç düşmezdi” diyerek betimliyor.
“Ya Rabbi, Türkiye’nin neşesini ve kudretini geri ver!”
Türkiye’ye ilk gelişinde İstanbul’da, Boğaz’da küçük bir gezintisi oluyor Vahapzade’nin. Gelmeden önce İstanbul hayaliyle heyecandan uyuyamamış, hatta toprağa ayak bastığında toprağı öpmek istemiştir; fakat imkânı olmaz. İstanbul’u hayallerinden çok farklı bulmuştur. İstanbul’u kötüleyen haberleri yalanlayarak okuyan Vahapzade’nin makalelerindeki hayal kırıklığını siz de hissedebiliyorsunuz, onunla üzülüyorsunuz. Sonrasında “İstanbul” şiirinde İstanbul’un ikilemini çok güzel bir şekilde işlemiş Vahapzade.
Vahapzade, her fırsatta Türkiye’den “ülkem” diye bahseder. ”Türkiye Cumhuriyeti, ben sana kurban olayım, ey benim cumhuriyetim, ey benim benden uzak vatanım”. Ve ne zaman Türkiye ile ilgili kötü bir durumla karşılaşsa Türkiye için niyazda bulunur: “Büyük imparatorluklar kuran, dünyanın 3 kıtasına hakim olan, Osmanlı Devleti’nin varisleri bugün niçin bu hale düşmüştü?.. Ya Rabbim, sen yardım et! Türkiye’nin neşesini ve kudretini geri ver!”
Türk edebiyatı ile de yakından ilgilenen Vahapzade, makalelerinde Namık Kemal, Yahya Kemal, Mehmet Akif’ten alıntılar yapar. Özellikle Tevfik Fikret’e büyük saygı duyar, “Elbette İstanbul’da bu büyük inkılapçı şairin (Tevfik Fikret) heykelini görmek isterdik” dileğiyle de bu saygısını derinden gösterir. Şairin günümüz Türk şiirine de ciddi eleştirileri vardır ve hatta günümüz şiirinin kapalılığını sanat değerini düşüren bir hususiyet olarak ifade eder.
Agâh Kaya