Virginia Woolf’un Deniz Feneri adlı romanının peşine düşerek modernist romanın ve hakikatin parçalanmasının izini süreceğiz.
‘’1910’da insan doğası değişti’’ diyen V. Woolf; Victoria çağının bitip modern çağın başladığı, tüm kalıpların yıkılarak yeni ifade biçimlerinin denendiği, romanın hayatı gözler önüne seren yarı saydam bir zarfa dönüştüğü bir devrin en önemli sözcüsü olmuştur.
Görecelilik kuramı, gerçeğin bir olasılıktan ibaret olduğunu söylemiş; gerçeğin parçalanması ise roman kurgusundaki dün-bugün-yarın zincirinin kırılmasına, neden-sonuç ilişkisinin ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Modern romanda kurgu zamandizimsel olarak akmaz, zaman dilimleri iç içedir.
Aydınlanma felsefesinin doğurduğu insan aklına duyulan güven ve insanın aklıyla dünyayı cennete çevireceği fikri; insan aklının ürünü olan teknolojinin 1. Dünya Savaşı örneğinde görüldüğü gibi insan varlığını tehdit eder duruma gelmesiyle yıkılmıştır. İnsanoğlu antik Yunan’da tanrılar tarafından bir kayayı dağa çıkarmakla cezalandırılan Sisipus gibi bir zirveye ulaşmış fakat yine her sabah aynı kayayı dağın eteğine yuvarlanmış olarak bulan Sisipus’un yaşadığı umutsuzluk, yorgunluk ve hayal kırıklığına uğramıştır.
Deniz Feneri romanı “Pencere”, “Zaman Geçiyor” ve “Fener” adlarını taşıyan üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde bencil felsefe profesörü Mr. Ramsey, ona hayran karısı Mrs. Ramsey ve sekiz çocuğu ile arkadaşları yaşı geçkin bekar bir ressam olan Lily, kadınların hiçbir şey beceremeyeceğine inanan, fikirleri ve fakirliği ile övünen Tansley, Mrs. Ramsey’den hoşlanan bilim adamı Mr. Bankes gibi irili ufaklı zevatın bir arada olduğu yazlık evden bahsedilir. Mrs. Ramsey’in küçük oğlu James’in tek hayali deniz fenerine gidebilmektir. Ama ne yazık ki hava muhalefeti gibi sebeplerle bu arzu bir türlü gerçekleştirilemez. İkinci bölümde Mrs. Ramsey’in öldüğünü öğreniriz. Dahası büyük kızı Prue doğum esnasında, oğlu Andrew ise 1. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybetmiştir. Fakat garip bir biçimde gerçek kırık bir ayna gibi parçalanmış, Lily her yerde Mrs. Ramsey’in heyulasıyla yaşamaya başlamıştır. Üçüncü bölümde ise Mrs. Ramsey’in küçük oğlu James büyümüş, 16 yaşına gelmiştir. Ve nihayet deniz fenerine gidebilmiştir. Ama yaşadığı kayıplar, her zaman çıkmayı arzuladığı bu zirveden onu tatminsizliğin eteklerine kadar yuvarlamıştır.
Kaybedilmiş hakikatin yası
V. Woolf, gerçek karşısında tedirgin, iç dünyasına çekilmiş, yabancılaşmış bireyin düşüncelerini roman kahramanı Lily’nin ağzından şöyle aktarmıştır: ‘’Her şey ne kadar maksatsız, ne kadar karmakarışık, ne kadar gerçek olmaktan uzak.’’
Allah’ın bir isminin de ‘’Hakk’’ olduğunu, bir hadis-i şerifte Rasulullah’ın “Ya Rab bana eşyanın hakikatini göster.’’ diye niyaz ettiğini düşünürsek Batılılar için hakikatin parçalanmasının ve yitirilmesinin ne denli önemli bir kayıp olduğunu anlayabiliriz. Oysa İslam kelamcılarına göre eşyanın hakikati sabittir. Eşya hayal ya da vehim değildir bilakis Allah’ın sıfatlarının yansıdığı bir aynadır.
Batılılar dünyaya hakim olmuş fakat hakikati kaybetmişlerdir. Halbuki Müslümanın dünyaya hakim olmak gibi bir derdi yoktur. O hakikatin izini sürmek ve adaleti temin etmek için var olmuştur.
Sakine Odabaşı Arı
Yazınız çok güzeldi tebrik ederim, yeni yazılarınızı bekliyoruz.