Unutulmayan Sevdalar’ı unutmayalım

Çocuklara, gençlere kitap okutmanın güç olduğu bu zamanlarda zihinleri karıştıran saçma kitaplara başlamadan önce bizim gelenek ve göreneklerimizi anlatan seçme kitaplar olarak tavsiye edebileceğimiz bu eserler okunmalı ve okutulmalıdır. 2016 Haziran’ında aramızdan ayrılan Sadettin Kaplan üstadımızı rahmet niyazı ile yâd ediyoruz. Unutulmayan Sevdalar’ın gençlerimizde aşk ve muhabbet uyandırması ümit ve temennisi ile adı geçenlere de rahmet ve mağfiret niyaz ediyoruz. Arzu Bosnevi yazdı.

Unutulmayan Sevdalar’ı unutmayalım

Merhum Sadettin Kaplan, hem çocuklara, hem gençlere, hem yetişkinlere hitap eden edebiyatın her türünde eserler vermiş, kültür dünyamıza kazandırmış şair ve yazarlarımızdan. Babıali’nin mümtaz şahsiyetlerinden olan Sadettin Bey’in eserlerini Alioğlu Yayınları neşretmiş. Kitaplarının birçoğu kütüphanelerimizde bulunmaktadır.  Tarihimizin, edebiyatımızın, sanatımızın, sosyal hayatımızın, inancımızın, Anadolu’muzun maddi ve manevi unsurlarını eserlerine nakşetmiştir. Bugün kullandığımız birçok deyimlerin menşeine onun hikâyelerinde rastlarız. Bu eserleri okuyan anlayan kavrayan nasıl bir medeniyetin içinde yaşadığımızı idrak edebilir. 

Sadettin Kaplan, Ağrı’nın Patnos ilçesinde 1944’de doğmuş. Daha çocuk yaşlarda iken şiire, hikâyeye merak sarmış, yazdıkları yerel gazete ve dergilerde yayınlanmış. Kendisi askerlikten emekli olduktan sonra daha ustaca, ehl-i dil eserlerini yazmaya başlamış. Bunlardan tiyatro, senaryo, radyo oyunları bazı televizyon ve radyolarda yayınlanmış.

Ahbab-ı yâranı onun hakkında “Sür’atli konuşan, sür’atli düşünen velûd bir kalemdir”, “diş fırçalarken bile bir hikâyeyi yazıp bitiren ya da 20 mısralık bir şiiri hemen yazıveren birisi” dermiş.

Sâdi mahlasını kullandığı Unutulmaz Sevdalar Serisi’nin başına koyduğu Mukaddimesinde yazı macerasını şu manzumeyle anlatır:

Tıfliken bir hâceden dinleyip ettim merak,

Anı tahrir ederken yandı destimde varak…

*

Aslı’nın neydi aslı, hâzâ can mıydı Leylâ?

Sen naklet rivâyeti, gayrı güzafı bırak..

*

Ey Sâdi, üfleme ney kulağına nâdanın,

Şehvet cehennemine neylesin nâr-ı firak?

Bu yazıda bahsedeceğimiz Hurşit ile Mihrimah hikâyesinin anlatıldığı kitabın ön sözünde, kendisine kulak verelim:

“Anadolu’da, Anadolu insanının zevkle okuduğu bu hikâyelerin büyük bir kısmı Bağdat, Basra, Isfahan ve daha nice yerlerde geçiyordu. Bir zamanlar, yüzlerce defa okuduğum ve her okuyuşta biraz daha eksikler bulduğum bu hikâyeleri sonradan elde etmek için çok uğraştım.  Sahi, yüzlerce kez kış gecelerimizi sevda ateşiyle ısıtan, göynümüzü uzak diyarlara çeken hikâyeler bunlar mıydı?

Evet bunlardı… Anadolu insanı, her zaman umman gönüllüdür. Yanlışları doğruların şerbetinde ezerek, zararsız hâle getirirler. Amacımız, bizim kuşağa nostaljik bir zevk ve yeni nesle ise, yepyeni sevda ufukları sunmaktır. Yeni nesillerin belleğinde bu hikâyeler kalırsa, bu bizi mutlu eder.”

Kitabın başına koyduğu Mukaddime sevenlerin, aşıkların hallerini anlatır:

Bir yer ki âşıkların aşkına vatan ola,

Bu yer ister Engürü, ister İsfahan ola…

*

Bir sevda ki âh ile bir dudakta tutuşa

Uşşâka leb-i mecruh, o an lâl-mercan ola…

*

Nezrola ömr-ü heder, ebedi bir sevdaya

Bu yolda feda olan kuşcağızcık can ola…

*

Bağdad ırak değildir âşık-ı divaneye;

Yeter ki, son menzilde bekleyen cânan ola…

*

Candan seven uğruna bir can yeter mi gönül?

Sezâdır canan için bin canın kurban ola

*

Sinesi kebab olsa yiğidin bin âh ile

Cananın bir cümlesi derdine derman ola

*

Yite sahrada Mecnûn, tutuşa yana Kerem

Bu sevdada bir Leylâ, bir de Aslıhân ola

*

Bir sağnak gibi vurup, akıp giden aşk değil

Gerçek sevda, gönüle sığmayan umman ola

*

Nakline niyet ettik o engin sevdaları

Belki yine nükseder gün ola, devran ola…

Kaplan’ın eserlerinden Unutulmayan Sevdalar 7 kitaptan oluşuyor. Leyla ile Mecnun, Aslı ile Kerem, Hurşit ile Mihrimah, Arzu İle Kamber, Elif ile Mahmut, Garip ile Senem, Asuman ile Zeycan.

Mecazi aşk hakikate köprüdür demişler. “Aşk gelicek cümle eksikler biter” diyor Yunus. Âşık da gözünden, gönlünden bütün dünyevi istekleri çıkarır ki işte o zaman eksik kalmaz. Mecazi aşkta nasıl ki kalpte sevgiliden başkası yok. Hakiki aşkta da kalpte Allah’tan başka hiçbir şey bulunmayacak. Şemsettin Sivasi ne güzel söylemiş:

Sür çıkar ağyârı dilde tâ tecelli ede Hak

Pâdişah konmaz saraya hâne ma’mur olmadan”

Fethi Gemuhluoğlu ağabey de “Sen hiç âşık oldun mu?” diye sorar yeni tanıştığı talebeye. Âşkı yaşamak, aşıklık tadını almak, seven sevilen olmak. Yani bu köprüyü gördün mü, oradan geçtin mi sorusunun cevabını duymak ister belki de.

Unutulmayan Sevdalar’dan Hurşit ile Mihrimah hikâyesini özetlersek:

Hurşit bey boylu poslu, cengâver, yiğit bir delikanlı, paşa oğlu bir beyzâde. İlmi derinliği olan hocası Molla Harun da sır ve mânâ yüklü sözler nakşederek, kendisine çekidüzen ve cesaret vererek onu yetiştirmektedir. Hurşit bey, insanların zülüm gördüğü bir kaleyi (petros) ele geçirmek için akıncıların başına görevlendirilir. Petros kalesi tekfurunun kızı Maria kendi güzel gönlü güzel bir kızdır. Mânâ âleminde Molla Harun sayesinde hidayete ermiş Mihrimah adını almıştır. Molla Harun da kaleyi içten fethedilebileceğini Hurşit’e anlatmaya çalışır.  

Bir gece Hurşit’in rüyasına Mihrimah gelir. Kızın güzelliği endamı, ihtişamı, zarafeti onu hayran bırakır. Aralarında konuşmalar geçer. Molla Harun’un selamıyla gelmiştir Mihrimah. Kaleyi fethetmeden önce gönül kalesi fethedilmeliydi. Her ikisi de gönül kapılarını açmıştır. Bir sevda yolu görünmüştür. “Açıktır gönlümün kapısı sana / Davete gerek yok, gel Mihrimah’ım” beytiyle başlayan bir şiir okumaya başlar Hurşit bey. Daha sonra Mihrimah ortadan kaybolur.

Bu kez de Hurşit gözünü açtığında, kendini kalede lavanta kokan bir odanın içinde bulur. Karşısında tatlı tatlı gülümseyen Mihrimah durmaktadır. “Ey gönül sultanım, hurşid-i semâm / Birlikte yaşarız bu serencâmı” beyti ile başlayan uzun bir şiir okur Mihrimah. İkisi de cezbe haline gelir. Molla Harun da ansızın ortaya çıkar. İki gencin gönül kalelerini fethettiğini anlar. Onlara sabır, tevekkülle ilgili güzel nasihatler ve niyazlarda bulunduktan sonra kaybolur. Hurşit tekrar kendi yerine döner.

Sefer vakti gelmiş bin atlı hazırlıklarını tamamlamıştı. Hurşit bey, babası Gazi Muhtar Paşa ve hocası Molla Harun’dan da destur alıp askerleriyle Petros kalesinin yolunu tuttu. Kenan ve Selman Ağa yanında bulunan iki cengâver askerdi. Çok tedbirli temkinli hareket ediyorlardı. Üç kola ayrılan birlik, kısa zamanda kaleyi muhasara altına aldı. Muharebe başlamıştı. Bir bölük de kalenin arkasında bulunan gizli dehlizlerden geçerek kale kapısına vardılar. Allah’ın izni ve Mihrimah’ın fedakârlığıyla büyük bir kahramanlık göstererek kaleyi ele geçirdiler. Zalime hizmet edenlerin, zulmün bekçiliğini yapanların sonunu getirdiler. Esirler ve halk emniyettedir. Ancak kalede bulunan Tekfur ailesinden Mihrimah’tan haber alamamanın endişesi vardı Hurşit Beyde. Maria’nın (Mihrimah) hizmetlisi Anjelika onların kaçtığını ve zaten Maria’nın Haralambos adında bir nişanlısı olduğunu söyler. Hurşit hançer yemiş gibi ihanet yarası almıştır.

“Anjelika kara çalmış destine,

Bir dost ise gönlümüze kastı ne?

Bu şüpheler aşkımızın üstüne,

İlkbaharda yağan kar mı Mihrimah”

Oysa ki Mihrimah’ın niyeti Hurşit’in peşlerine takılmamasıydı. Çünkü Tekfur’un, kendisini işkenceyle öldürebileceğini düşünüyordu. Bunu görmesini istemiyordu. Anjelika mecbur kalıp bu gerçeği de anlatır. Hurşit bey Tekfur’un peşine düşmeden önce arkada kalanların can, mal ve ırz güvenliğini emniyete alır. Uzun yolculukları esnasında yine mânâ aleminde Mihrimah bütün güzelliğiyle Hurşit’e görünür. Acaba Mihrimah da onu hala seviyor mudur? Mihrimah’dan dinleyelim:

“Mihrimah der şüphe kalksın aradan

Ak duvağı Hak korusun karadan

Umarım, gün gelir yüce Yaradan

Vuslat şerbetini içirir ey yâr…”

Hurşit bey sonunda Tekfur ve ailesini bulur, yine bir çarpışma olur. Onları teslim alır ve kaleye tekrar geri götürür. Kaleye yeni bir nizam verilmekte, güven ve huzur sağlanmaktadır. Tekfuru cellada vermek, linç etmek yerine ailesi ile birlikte kalede misafir edilmesine karar verilir. Ancak Hurşit, Mihrimah’ı çok görmek istemektedir. Yine mânâ aleminde kendisine görünen Mihrimah ona sabırlı olmasını söyler.

Hırs ve baş olma sevdasını içinden atamayan Tekfur Dakkos’un niyeti oradan ayrılıp Bizans’a gidip tekrar bir ordu kurup kaleyi fethetmektir. Ancak ailesi ve kızı buna yanaşmaz. O halde kızını da onlara yar etmek istemediğinden yüzüğünden çıkardığı zehri hançere sürerek kızını öldürmek ister. Ancak bunu başaramaz. Anjelika buna engel olmaya çalışırken aralarında geçen bir boğuşma sonucu hançeri yiyen Tekfur olur. Tekfur kaleden uzak bir yere gömülür. Anjelika’nın yiğitliğine Hurşit’in akıncı arkadaşı Kenan hayran olur. Tekfurun ailesi de kalede kalmaya karar verir. Tekfur’un karısı Helena, Anjelika ve diğer iki kişi de Mihrimah’ın duası, Molla Harun’un himmetiyle İslamiyet’i kabul ederler. Helena’ya Hidayet, Anjelika’ya da Melek ismi verilir. Petros Kalesi de Poyraz kalesi adını alır.

Aynı kalede olmasına rağmen birbirlerini görmelerine imkân yoktur. Ancak yine mânâ aleminde buluşan Hurşit ile Mihrimah şiirlerle gönüllere seslenir;

“Hurşit der, ne zaman bitecek derdim

Ömrümü bir hayal uğruna verdim

Her gece hasretle visâle girdim

Vuslat kapısından giremiyorum”

*

“Mihrimah der, içme gam göleğinden

Vazgeçme Mevla’ya aşk dileğinden

Ayrılık ipini çöz bileğinden

Hasret zincirini kır da bana gel”

Kalede inşaat işlerine akıncılar da görevlendirilir. Molla Harun’un sabırla beklemesini söylediği Hurşit, sevdiğine henüz daha kavuşamayacağını anlar. Bunun üzerine askerlerini toparlayarak yeni bir akına gitmek ister. Molla Harun Hurşit ile Mihrimah’ın durumunu, birbirlerini sevdiklerini Muhtar Paşa’ya söyler. Paşa memnun kalır, hemen onları kavuşturmak isterse de Molla Harun daha beklemeleri ve sabır göstermeleri konusunda ısrarlıdır. Sonunda o da ikna olur ve Mihrimah’ı Hurşit’e, Melek hatunu da Kenan’a isterler. Nikahları kıyılır, düğünleri yapılır. Hurşit ile Mihrimah o kadar güzel anlaşıyorlardı ki, bu muhabbette ne Rumca ne Türkçe gerekiyordu. Sevda lisanıydı bu.

Ve kitabın son paragrafı şöyle biter: “Efendim…Râviyân-ı ahbar nice haber verirlerdi, nâkilân-ı âsar nasıl nasıl naklederlerdi bilemeyiz… Ehl-i dil meclislerinde, erbâb-ı marifet olarak bilinen hâceler bizim yörelerde “Hurşit ile Mihrimâh” kıssasını böyle hikâye ederlerdi…”

Çocuklara, gençlere kitap okutmanın güç olduğu bu zamanlarda zihinleri karıştıran saçma kitaplara başlamadan önce bizim gelenek ve göreneklerimizi anlatan seçme kitaplar olarak tavsiye edebileceğimiz bu eserler okunmalı ve okutulmalıdır. Hüseyin Vassaf Bey’in kıymetli eserler için “şu âlem-i fânide ibkâ-yı nâmına hizmet etmek üzere kütüb-hâne-i aşk u irfana yadigâr olarak tevdi eylemiştir” tabiri ne güzeldir.

2016 Haziran’ında aramızdan ayrılan Sadettin Kaplan üstadımızı rahmet niyazı ile yâd ediyoruz. Unutulmayan Sevdalar’ın gençlerimizde aşk ve muhabbet uyandırması ümit ve temennisi ile adı geçenlere de rahmet ve mağfiret niyaz ediyoruz.

“Ola kim rahmet kıla ol Pâdişah

Ol Kerîm ü ol Rahîm u ol İlâh”

Arzu Bosnevi

YORUM EKLE
YORUMLAR
Vatansever
Vatansever - 2 gün Önce

Bir solukta okuyuverdik; kaleminize, kelâmınıza sağlık..