İsmail Cambazov'un Nüvvab Medresesi'ni anlatan Medresetü’n Nüvvab: Anılar-Belgeler kitabının ikinci bölümünde Bulgaristan'daki baskıdan kurtulmak için Türkiye'ye göçen ilim adamlarının hayatları anlatılmaktadır. (Kitabın ilk bölümüne dair yazı için buyrunuz: //www.dunyabizim.com/kitap/24929/osmanli-rumelisinin-izinde-i-unutulan-bulgaristan-muslumanlari ) Cambazov'a göre komünist Bulgar idaresi 1945'den sonra Müslümanların hayat koşullarını giderek zorlaştırmış ve onları göçe zorlamıştı. Aslında Bulgaristan'da yaşayan Müslümanlar arasında da sosyalizmden etkilenenler vardı ve nitekim Nüvvab Medresesi, 1947 yılında Türklerden gelen taleplerin de neticesinde "Türk Lisesi" adını aldı. Faaliyetini artık "Nüvvab Medresesi" olarak değil "Türk Lisesi" olarak gösterecekti.
1926-1947 seneleri arasında Nüvvab Medresesi’nden 677 öğrencinin mezun edilmişti. Dönemin Bulgaristan Başmüftüsü Süleyman Faik Efendi’nin gayretleriyle kurulan Nüvvab Medresesi’nin dört müdürü olmuştu: Emrullah Efendi, Şeyh Efendi, Hacı Ahmet ve Beytullah Şişmanoğlu. Ne yazık ki 1949’den 1952’ye kadar Türkiye'ye verilen göç neticesinde Bulgaristan'da liderlik yapabilecek Nüvvab talebelerinin çoğunluğu ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Ancak diğer taraftan İsmail Cambazov, Nüvvab mezunlarının Türkiye'de çok önemli hizmetler yaptıklarını ifade eder. Yetişmiş insan bulmanın zor olduğu o yıllarda Bulgaristan’dan kaçan Nüvvab mensupları bu eksiği gidermişti.
Komünizm propagandası yapmak için Türkiye’ye gönderildikleri iddia edildi
Meşhur muallimlerden Ahmed Davudoğlu (Hacı Ahmed), Türkiye’ye göçmek zorunda kalmış Şumnu doğumlu bir Nüvvab mensubuydu. Medresenin müdürlüğünü yapan Davudoğlu Bulgaristan’da tutuklanıp ağır işkencelere maruz kalmış ve esir kamplarında çalıştırılmıştı. Baskı ve işkenceye dayanamayan Davudoğlu ülkesini terk etmek zorunda kaldı ve Türkiye’ye iltica talebinde bulundu. Bu yaşadıklarını Ölüm Daha Güzeldi adlı kitabında anlatan Davudoğlu’na göre Türkiye’ye ilk geldikleri yıllarda hükümet ve basın tarafından pek hoş karşılanmamışlardı. Göçmenler çoğunlukla İstanbul’un Gaziosmanpaşa semtine yerleştirilmişlerdi, ancak basında muhacirlerin ahlaksız olduğuna dair yer alan haberler yüzünden yerli ahali tarafından tepkiyle karşılanmışlardı. Yine dönemin CHP İstanbul İl Başkanı olan Şemsettin Günaltay, Türkistan, Romanya, Yugoslavya ve Bulgaristan’ın “kızıl casusluk mekteplerinde” eğitilmiş insanların “din adamı kisvesinde” komünizm propagandası yapmak için Türkiye’ye gönderildiğini söylemişti. (Şeyma Karatepe, Medresetü’n-Nüvvab, Yayın Aşamasında)
Ahmed Davudoğlu, Türkiye’de imamlık, imam hatip lisesi öğretmenliği ve kütüphane memurluğu gibi görevler üstlendi. Bu vazifelerin ardından yüksek İslam enstitülerinin açılması için gayret eden Davudoğlu, bu kurumlarda öğretmenlik yaptı ve yaşatılması için mücadele verdi. Davudoğlu hoca aynı zamanda Sahih-i Müslim Tercümesi ve Şerhi, Kuran-ı Kerim ve İzahlı Meali gibi bugün dahi temel kaynak olarak kullanılan eserler yazdı.
Bursa, ilmi açıdan Nüvvab mezunlarından ziyadesiyle istifade etti
Bulgaristan'daki zulüm sonucu vatanını terk etmek zorunda kalan bir diğer önemli isim Hafız Nazif Efendi’dir. 1900 senesinde Şumnu’da dünyaya gelen Nazif Efendi, Bursa Ulu Camii’nde vaizlik yapmış ve müftülük görevinde bulunmuştur. Cambazov, “Aşık Mehmed” olarak adlandırdıkları hocalarının asıl ismini hiç bilmediklerini, ancak bu hocalarının Bursa - Karacabey’de uzun yıllar müftülük yaptığını aktarır. Halil Aydoğan (Halil Alisoman) da Bursa’ya giden bir başka Nüvvab mensubudur ve Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde muallimlik yapmıştır. Bulgaristan göçmenlerinin en çok rağbet ettikleri şehirlerden biri olan Bursa, ilmi açıdan Nüvvab mezunlarından ziyadesiyle istifade etmiştir.
İsmail Cambazov, Türkiye’ye göç eden diğer hocaları arasında Osman Kılıç ve Osman Seyfeddin Efendi’nin isimlerini verir. Osman Kılıç’ın hitabetinin çok etkileyici olduğunu anlatan Cambazov, Bulgar otoritelerinin Osman Hoca’yı takibe aldığını ve sonunda hapse attığını nakleder. Uzun yıllar Bulgaristan hapishanelerinde tutuklu kalan Osman Kılıç Hoca sonunda Türkiye’ye iltica etmek zorunda kalmıştır. Osman Kılıç, Türkiye’ye geldikten sonra Dış İşleri Bakanlığı bünyesinde görev yapmış ve Bulgaristan’da yaşadığı acıları Kader Kurbanı adlı kitapta işlemiştir.
Burgas’ta dünyaya gelen Osman Seyfullah Efendi (Osman Keskioğlu) uzun yıllar Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi olarak çalışmıştır. Türkiye’de kaldığı süre zarfında Kuran Bilgileri, İslam Hukuku Tarihi, Kuran-ı Kerim'in Türkçeye Çevirisi, Bulgaristan'da Türkler, Bulgaristan Müslümanları ve İslam Eserleri gibi önemli eserler bırakan Keskioğlu, Ahmed Davudoğlu ile birlikte bir süre Ezher’de okumuştur.
Ezher’e giden bir diğer Nüvvablı da Muharrem Abdullah Devecioğlu’dur. Muharrem Devecioğlu Diyanet İşleri Müşavere ve Dini Eserleri İnceleme Kurulu’nda çalışmış ve Diyanet İşleri Mushaflar Kurulu Başkanı olarak görev yapmıştır(BasriZilabid, //bulgaristanalperenleri.blogspot.com.tr/2008/10/medresetn-nvvab.html)
Cambazov, Nüvvab Medresesi hocalarından İbrahim Halil Tanır’ın (İbrahim Efendi) Bulgaristan’da kurulan Alkol ve Tütün İçmeyenler Cemiyeti’nin faaliyetlerinde yoğun bir şekilde yer aldığını, Türkiye’ye göç ettikten sonra da Süleymaniye Kütüphanesi’nde görev yaptığı bilgisini verir.
Bir diğer sevdikleri hoca olan tarih öğretmeni İsmail İbrahim Akdere’nin Türkiye’ye göçtükten sonra Isparta İmam Hatip Lisesi’nde ve Isparta Müftülüğü’nde görev yaptığını not eder.
Hem Rumeli hem de Türkiye’deki birçok faaliyette yer aldılar
Çok saygı duydukları Arapça hocaları Hacı İsmail Efendi’nin (İsmail Ezherli) Türkiye’ye döndükten sonra Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı’na kadar yükseldiğini kaydeden Cambazov, İsmail Efendi’nin Bulgaristan’da yaşadıkları dönem zarfında cesur ve gözü pek olduğundan bahseder.
Nüvvab mensuplarının “Şeyh Efendi” olarak hitap ettikleri Yusuf Ziyaeddin Ersal, Nüvvab Medresesi’nin ikinci müdürü olarak görev yapmıştır. Şeyh Efendi aslen Kafkas kökenlidir ve hizmet maksadıyla Bulgaristan’a gelmiştir. Onun Bulgaristan’da yaptığı dersleri halen hatırında tuttuğunu anlatan Cambazov, bu büyük âlimin Bulgar yönetimi tarafından görevden uzaklaştırıldığını nakleder. Yusuf Ziyaeddin Ersal, Türkiye’ye geldikten sonra İslam Tarihi, Usulu Hadis, Dini Terbiye ve Adab-ı Muaşeret gibi halen ilahiyatlarda okutulan birçok kitap yazmıştır. İlk vaazını verdiği Kastamonu Nasrullah Camii’nde 60 yıl sonra bir kez daha vaaz ermiş ve kısa süre sonra 1961’de vefat etmiştir.
Burada ismi geçmeyen birçok âlim Nüvvab Medresesi’nde görev yaptılar ve hem Rumeli hem de Türkiye’deki birçok faaliyette yer aldılar. Hatta Arnavut kökenli gençler de Nüvvab’da talebe oldular. Nüvvab’ın bilinmeyen tarihini araştıran çalışmalar bu bilgileri yavaş yavaş ortaya çıkarmaktadır. Balkanlar ve Anadolu’nun ortak kaderini anlatan Nüvvab’ın hikâyesi daha ciddi bir ilgi ve alakayı hak etmektedir.
İsmail Cambazov, Medresetü'n Nüvvab, Yeni Zamanlar Yayınları.
Abdullah Osmanoğlu