Geride bıraktığımız birkaç yılda özellikle Arap coğrafyası çok yoğun ve beklenmedik hareketliliğe şahit oldu. Büyük halk kitleleri kendilerini yöneten dikta yönetimlere karşı meydanları doldurdu. Statükoya isyan hareketleri sokakları alevlendirdi. Yıllarca diktaların, askeri yönetimlerin, şahların, sultanların baskı ve zorbası altında nefes alamaz hale gelen, ülkelerin üzerine karabasan gibi çöken zalim yöneticilerin zevk-ü sefa içinde süren hayatlarına karşın yokluklarla, yoksulluklarla boğuşan halklar bu çevrimi kırabilmek için ayaklandılar. Bu isyan ve başkaldırılar büyük umutlar meydana getirdi. Aynı zamanda büyük çıkmazları, siyasi durağanlıkları, yönsüz değişimleri de beraberinde taşıdı. Her isyan hareketine karşı statükonun sinsi ve ayak oyunlarıyla dolu işleyişi betondan bir blok gibi yükseldi. Her sahici ve umut dolu değişim hareketlerinin karşısına statükonun setleri dikildi.
Evet, Arap coğrafyasında cin bir kere şişeden çıktı. Halk ayaklanmaları, karşı devrim, “Arap Baharı”, “Arap Kışı”, diktaların direnişi devam ediyor. Muhakkak ki kendine bir yatak bulup denizine akan ırmaklar gibi bu hareketler kendi yatağını bulacak.
Fatih Okumuş, İslami Hareketin İktidar Deneyimi & Tunus ve Mısır adlı çalışmasında bahsettiğimiz ortam içindeki İslami hareketlerin siyasetle ve iktidarla ilişkilerini, reel siyasetle sınavlarını sorguluyor. Bu sorgulamada en önemli iki örnek olarak gördüğü Tunus ve Mısır üzerine yoğunlaşıyor. Yazarın, bölgeyi iyi tanıyan, hatta Mısır El-Ezher mezunu biri olması dolayısıyla değerlendirmeleri dikkate değer. İçeriden biri olarak konuşuyor. Yabancı değil bölgeye…
Bu coğrafya üç katmanlı bir höyüğe benziyor
Okumuş, bölgede artık devlet-vatandaş ilişkilerinin, devletlerarası münasebetlerin yeniden tanımlandığı bir süreçten bahsediyor. Bu süreci başlatan olayın nerede ve ne zaman başladığı değil, bu sürecin mahiyetinin ve geleceğinin tartışılması gerektiğini vurguluyor. Yıllarca İngiliz ve Fransız sömürgesi olan bu topraklardaki sancılı işleyişin yeni bir toplumsal sözleşme ile dindirilmesi gerektiği belirtiliyor. Bölgedeki uyanışın, protestoların ortak özelliğinin din, etnisite, ideoloji gibi kavramlarla açıklanamayacağının altı özellikle çiziliyor. Burada öne çıkan olgunun “birey” olduğuna dikkat çekiliyor. Belki de bu hareketlerin naif olmasının altında bu olgu yatıyor. Bir hedefin, planın belirlenmemiş olması…
Yazar Tunus ve Mısır’ı değerlendiriyor. Öncelikle bu ülkelerin tarihi hakkında bilgi veriyor. Bu coğrafyayı üç katmanlı bir höyüğe benzetiyor. Birinci katman Berberilik. Kartacalılardan ve Romalılardan etkilenme. Hıristiyanlık… İkinci katman İslam’ın kabul edilmesiyle birlikte Arap dili ve kültürünün yaygınlaşması… İlk başlarda Berberilik varlığını devam ettirse de İslam’ın etkisinin artması dolayısıyla silikleşiyor ve Hıristiyanlık siliniyor. Üçüncü katman on dokuzuncu yüzyılda bölgenin Avrupalılarca sömürülmesi. Bu olumsuz etkiler halen sürüyor.
Tunus'ta durum ne?
Tunus Fransızlarca işgal ediliyor. Yaklaşık yetmiş beş yıl süren bir işgal. İşgal sonrası uzun yıllar yönetimde kalan, ülkeyi kendi malları olarak gören diktatörler. Kafası esince seçim yapan, kafaları esince her şeyi yasaklayan bir zihniyet. Tunus’ta Burgiba ve Bin Ali yönetimleri mevcut. Yazarın da belirttiği gibi Burgiba bir Atatürk hayranı. Zaten Tunus birçok noktada Türkiye’ye benziyor. Buradaki İslami hareketler çok çeşitlilik arzediyor. Tasavvufi düşünce de var selefilik de… Fransız işgaline karşı burada Pakistan menşeli Tebliğ cemaati rejime alternatif bir oluşumun ilk nüvesi. Başta politik hedefleri, iddiası, programı yok ama zamanla bir güç haline geliyorlar. Nahda Hareketi doğuyor. Raşid El Gannuşi ve Abdulfettah Moro öncüleri. İslami hareketler statükonun çoğu zaman baskısı altında. Mahpushaneler, idamlar…
Ortam yumuşayıp seçime girmelerine izi verilince siyasi bir güç haline geliyorlar. Mevcut yönetim bunlardan rahatsız. Zulümden, işkenceden, işsizlikten, aşağılanmaktan bıkan halk isyan ediyor. Nitekim zabıtalar tarafından dövülen ve tezgâhı dağıtılan Muhammed Buazizi durumu protesto için kendini yakar. Devrimi ateşler. Tunus’un ekonomik mucize ve laiklik efsanesi çöker. Tunus’daki bu ayaklanma İslami bir hareket olan Nahda’yı iktidara taşır. Burada Raşid El-Gannuşi’nin akıllı, süreci iyi okuyan zekası ve ön görüsüyle devrim yoluna devam ediyor. İslami hareket ile diğer çevreler arasındaki sağlıklı iletişim ve diyaloğun devam etmesi, Gannuşi’nin iktidarda kalmak için ısrarcı olmaması, normalleşmeyi hedef edinmesi Tunus’daki süreci akamete uğratmadan devam ettiriyor.
İhvan sonradan siyasallaşmaya başladı
Gelelim Mısır’a... Kadim dönemlerden sonra sırayla Cemal Abdunnasır, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek’in diktasında devam eden bir süreç var. Yine zulümler, baskılar, yokluklar, yoksulluklar… Halk Mübarek’in defolup gitmesini istiyor. Nitekim gitti de… Mısır, İslami hareket ve düşünce açısından zengin bir yer. Orada öne çıkan örgüt İhvan-ı Müslimin. Bir öğretmen olan Hasan El Benna tarafından kuruluyor. İlk başlarda bu örgütün de politik, siyasi hedefleri yok. Islahçı bir çizgideler. Amaçları Okumuş’un dediği gibi ülke yönetmek değil. Stratejileri siyaset üzerinden temellendirilmemiş. Hasan El-Benna’nın şehit edilmesiyle birlikte Muhammed Bedi İhvan’ın başına geçiyor. Bu liderlikle birlikte İhvan klasik çizgisinden çıkıp siyasallaşmaya başlıyor. Nitekim Mübarek’e karşı protestolarda meydanlara iniyor. Malum olduğu üzere İhvan’ın iktidarla imtihanı başlıyor. Muhammed Mursi seçimle cumhurbaşkanı oluyor. Yazarın dediği gibi iktidara gelmek için değil, orada tutunabilmek için zorlu bir mücadele veriyor. Karşısında eski siyaset kurtları, Kıptiler, muhalifler var. Seçilmiş olması bir anlam ifade etmemeye başlıyor.
Fatih Okumuş, Mursi’nin etrafının çevrildiğini, vaat ettiği bir çok şeyi yapamadığını belirtiyor. Seçim kampanyasında çevre temizliği ile yakıt/enerji sıkıntısının giderileceği vaadi var. Bunlar yapılamıyor. Hatta temizlenen yerlere çöp dökülüyor. Güvenlik sağlanamıyor. Polisler kayıp, olsalar bile müdahale yok. Hatta kendine darbe yapan Abdulfettah Es-Sisi’yi orgenaralliğe kendisi terfi ettiriyor. Mursi yeni anayasanın kabul edilip, yeni meclis oluşuncaya kadar cumhurbaşkanlığını tek yetkili merci ilan ediyor. Bu da muhaliflerin diktatörlük iddiasını güçlendiriyor. Mursi tam da yazarın dediği gibi muktedir olmaya çalışınca diktatör, hükmünü yürütemediğinde aciz olarak suçlanıyor. Adım adım gelen askeri darbe yalnız İhvan mensupları ve Mursi tarafından hissedilmiyor. İhvan’ın toplumsal diyalog eksikliği ve halkın diğer kesimiyle sağlıklı iletişim kuramaması güven bunalımına yol açıyor. Okumuş, Mursi’nin yeniden seçim kararı almamasını ve aday olmamasını en büyük hata olarak belirtiyor. Son anda bu fırsatı kaçıran Mursi’nin orduyla girdiği savaşı kaybettiğini söylüyor. Mısır’da Hüsnü Mübareksiz bir Hüsnü Mübarek dönemi böylece başlamış oluyor.
İslami Hareketin İktidar Deneyimi & Tunus ve Mısır kitabı Şubat ayında Mana Yayınları tarafından okuyucuyla buluşturuldu. Tunus ve Mısır üzerine önemli değerlendirmeler söz konusu. Aynı zamanda bu iki örneği karşılaştırarak yapılan doğruları ve yanlışları analiz edebiliriz. İki ülkedeki İslami hareket politikaya hazır değil ama Tunus’da Gannuşi’nin ılımlı, hikmetli ve temkinli hareketleri bir kazaya sebebiyet vermeden süreci devam ettiriyor. Mısır’da ise acemilikler ve karşı tarafın şüphe ve olumsuz düşüncelerinin bertaraf edilmemiş olması, diyalogsuzluk, süreci yeniden tıkayan bir duruma evriliyor. Yazarın gözlemlediği gibi iki ülkedeki başkaldırıya her gruptan, dinden insan katılıyor. Süreci tek bir ideoloji ya da gruba mal etmemek gerekir.
Muaz Ergü