Bazı ‘şey’leri insan tekrar tekrar yaşamak ister. Milyonlarca bireyin yaşadığı metropollerde, yalnızlığa hüküm giymiş olanlar, bazen bir sözcükle, bazen bir cümle ya da bir kitapla, bazen de bir şiirle yalnızlıktan sıyrılır. Hoş, ‘birey’ zaten yalnızlığa –cemaatten ve İnşirah Sahibi’nden uzaklığa- meftun olmuş, varlığını tekilliği üzerine kurgulamaya çalışan insan teki demek değil mi? Neyse, mevzumuz bu olmadığı için bireyi ve kenti bir kenara bırakıp işimize bakalım.
Hamza bir şahsiyettir
Dedim ya, bazı şeylerin tekrarı insan üzerinde tarifi gayri mümkün etkiler bırakır. Hamza karakteri ile Cafcaf’tan tanıdığımız Ömer Faruk Dönmez’in son kitabı “Bir Kitap Bir Balta” da Hamza’yı sevenler için tekrar tekrar okunacağa benziyor. Kitabı daha mürekkebi kurumadan almış olmama rağmen, bazı öyküleri tekrar tekrar okumam buna delalettir. Bu arada Hamza’yı sadece bir karakter olarak değil, bir şahsiyet olarak okumak lazım gelir dersem, inanın abartı yapmış olmam. Zira O, modern paradigmanın rahiplerinin yetiştirildiği üniversiteye girmeye hak kazandığı halde girmemiştir. Bu tavrındaki tek saik, Müslüman bir muhayyileye sahip olmasıdır.
Bir sinekle başlıyor hikaye
Kitabımız bir sineğin öyküsüyle başlıyor, ölmek üzere olan bir sineğin öyküsüyle. Evet yanlış okumadınız, bir kara sinek! Fakat bu alelade bir sinek değil, hayatını insanların dünyada ne yaptıklarını anlamaya adamış bir sinek. Öykülerinde insana ve yaşadığı hayata dışarıdan bakan Dönmez’in sineği, şu gerçeği hayatı pahasına da olsa aktarıyor: -Varoluş sırlarını yitirmemişler dışında- tüm insanlar çıldırmış! Yaptıkları tek şey sinek avlamak.
İnsanların çıldırmış olmasını biraz sert bir hüküm bulanlara, Bay Sinek, bu sonuca ulaştıran araştırmasının başlamasını şöyle anlatıyor:
Bakın ben, henüz bir aylık bir sinekken (yani kişisel hayatımı bütün bir sinek tarihinden ayrı düşünecek kadar budala olduğum gençlik günlerimde) hani şu, ön ayaklarımı birbirine sürtüp vızıldayarak insanların etrafında dolaşma meselesi var ya, işte bu davranışımızın anlamını hiç bilmez, ama bütün akranlarım gibi eğlenerek bu işi yapmaya devam ederdim. Böyle yapıyor olmamızın sebeb-i hikmetini günlerden bir gün merak edip büyükbabama sorduğumda, aldığım cevap, doğrusu bana pek makul gelmemişti: ‘Dalga geçiyoruz!’ demişti büyükbabam. Her sabah mutlaka içtiği sütlü kahvesinden sakince bir yudum daha alıp, dudağında alaycı bir tebessümle devam etmişti: ‘İnsanlar çıldırmış evlat. Tanrı’nın yolunu terk etmişler. Ve Tanrı da buna çok kızıp, biz sineklere, insanlarla dalga geçme görevini vermiş…’ Ciddi olup olmadığını anlayabilmek için masasına biraz daha yaklaşıp, yüzündeki ifadeye bakmıştım: Dudaklarındaki müstehzi tebessüme rağmen, son derece ciddi görünüyordu.
‘Fakat nasıl olur büyükbaba?’ diye merakla sordum. ‘Biraz açıklar mısın lütfen?’
Elindeki fincanı masaya bırakıp sandalyesinde şöyle bir gerindikten sonra bütün dişleri görünecek kadar gülmüştü şakacı fakat bilge büyükbabam: ‘İnanmak güç biliyorum. Fakat şu insanlara bir bak. Kendini akıllı sanan şu aptallara bir bak. Kendini üstün sanan şu kibirli budalaların hayatına bir bak. Ne yapıyorlar? Hiç. Sadece sinek avlıyorlar!’
‘Sinek avlamak?’ (s. 15)
Bay İ.’nin evine yerleşen sinek, Bay ve Bayan İ.’yi haftalarca gözlemler. –Bir sinek için haftanın ne kadar uzun olduğunu hatırlatırım.- Sonunda vardığı nokta, büyükbabasını haklı çıkarır: İnsanlar çıldırmış!
Sadece kitabi bilgiler
Bay Cezmi C. adlı öykü ise bir felsefe profesörü olan Cezmi C.’nin yaşadığı hafıza kaybı sonrasında kendini bulma çabasını anlatıyor. Bu hafıza kaybı, bildiğimiz türden değil; kitabi olan bilgileri hatırlıyor Bay Cezmi C., fakat hayata dair olanları hatırlamıyor. Bir sabah kalktığında kendisini, üzerinde yattığı yatağı, evini, vb. hiçbir şeyi hatırlayamayan Bay Cezmi C., hafıza kaybını verdiği şokla uzun süre yataktan kalkamıyor. Bu arada vardığı yargı şu: Her şeyin yerli yerinde olması müthiş bir konfordur (s. 68).
Yataktan kalkma cesaretini gösteren Cezmi C. birkaç tahminden sonra mutfakta kahvaltı hazırlayan kadının karısı, diğer odada üzerini giyinen kişinin ise kızı olduğunu, tavırlarında çözer. Çalışma masasındaki notlarında, felsefeyle uğraştığını anlayan Bay Cezmi C. ‘iş’e gitmek için dışarı çıktığında, ne yapacağını bilemez. Tam da bu sırada komşusunun ‘Geçerken sizi de bırakabilirim’ teklifi neticesinde, işini de unvanını da yolculuk sırasında öğrenir: Bay Cezmi C. felsefe profesörüdür. İlerleyen günlerde, ne için yaşadığını, hayatın amacının ne olduğuna dair uzun uzun tefekkür eder. İnsanların aptal gibi yaşadığı yargısına varır. Öğrencilerine hayatlarının amacını sormasını ve aldığı cevapları Bay Cezmi C.’den dinleyelim:
‘İnsanlar bu dünyada ne aradıklarını unutmuşlardı. Üstelik bu dünyada ne aradıklarını unuttuklarını da unutmuşlardı!
Dehşet!
Bu bir hafta içinde girdiğim derslerde, zaman zaman ‘Niçin yaşıyorsunuz?’ diye sordum öğrencilere. Çoğu, üniversiteyi bitireceğini, iş bulacağını, evleneceğini, çocuk sahibi olacağını söyledi. Çok zorlamama rağmen, felsefe bölümünde okuyan bu pek zeki öğrencilerin ‘Niçin yaşıyorsunuz’ sorusuna verebilecekleri, daha ele gelir bir cevapları olmadığını gördüm. Okulu bitireceksin, iş bulacaksın, evleneceksin, çocuğun olacak… Eee? Peki niçin? Bu, budur. Öyle mi? Buradan nasıl bir sonuç çıkar? Peki, önyargılı olmayalım; düşünelim: Okulu bitirmek. İş bulmak. Tamam. Evlenmek. Tamam. Sonra çocuklar gelecek dünyaya. Pekâlâ. Hah! Niçin yaşıyorsunuz diyorum ve siz bana böyle söylüyorsunuz. Yani karşı cinsle birleşip yeni insanların dünyaya gelmesine neden olmak için mi yaşıyorsunuz. Amaç, insan ırkının devamını sağlamak mı? İnsan doğar, yaşar ve ölür; yerini başka insanlara bırakır, hayat budur, öyle mi? Ne saçma!
Bu kez öğrencilerim güya bir adım daha atıyorlardı: ‘İyi bir insan ve erdemli bir yurttaş olmak isteriz!’
Peki. Niçin iyi bir insan ve erdemli bir yurttaş olacağız?
Barış ve huzur için, mutluluk için.
Peki. Niçin barış, niçin huzur, niçin mutluluk?
E canım, barış ve huzur içerisinde, mutlu bir şekilde yaşamak için…
Hah ha!
Bakın bayım, şayet mantık dizgemde aksayan bir taraf görürseniz beni uyarmanızı isterim ve bundan kesinlikle alınmam; çünkü amacım hakikate ulaşmaktır. Yeterince akıllı olan okuyucular fark etmiş olmalılar ki, aynı nokta döndük; ilerleyemiyoruz. Bunlar cevap falan değil. Bunlar sadece ahmakların inanacağı türden yalanlar. Ezberlenmiş yalanlar. Sakız olmuş saçmalıklar. Şartlanmalar. (Evet şartlanmalar, bayım, dehşetli şeylerdir.)
Ben ‘niçin yaşadığımızı’ soruyorum; siz ‘mutlu bir yaşam için’ diyorsunuz.
Fakat bu ‘yaşamak için yaşamak’ demektir baylar!
Niçin yaşıyorsunuz? Okulu bitirmek, iş bulmak, evlenmek, çocuk sahibi olmak için; sonra bir ev, bir araba, iyi bir insan, görevlerini yerine getiren iyi bir yurttaş olmak; yani huzurlu, mutlu bir yaşam sürmek için. Hah! Ne saçma şeyler bunlar! Oysa bunlar için yaşanmaz; fakat yaşarken bunlar olur! Ne demek istediğimi anlayabiliyor musunuz?’ (s. 83-84)
Bay Cezmi C.’nin daha sonra ne yaptığını söylemeyeceğim, bu kadarla yetinmeyip öykünün devamını ve diğer öyküleri okumazın için burada kesiyorum.
Üç güzel öykü
Son Görev, Yol, Ankara’nın Taşına Bak ve daha birçok güzel öykü… Bunları sadece öykü olarak değil, varoluşun sırlarını yitirmemeye çalışan ‘insan’ın hatırlatmaları olarak okumak daha isabetli olur.
Öykülerinde ana tema olarak modernizm-kapitalizm-emperyalizmin kuşattığı insanın kendine yabancılaşmasını işleyen Dönmez, şu tespiti tekrarlıyor: İnsanlar çıldırmış! Çok kışkırtıcı olan bu yargıyı, hayatı yaşarken olan şeyleri hayatın amacı sananlar, sanırım, pek beğenmeyecek. Markası özgürlük olan boyun bağına sahip olanlar, özgürlüğü ve hayatı bir sinek kadar bile anlamlandıramazlar.
Ömer Faruk Dönmez, bu kitapla, elinde İbrahim’in (a.s.) baltası misali, modernitenin dayattığı putları kırma çabasında.
Ömer Faruk Dönmez, Bir Kitap Bir Balta.
Erdal Kurgan tekrar tekrar okudu, haber verdi.
Güncelleme Tarihi: 12 Kasım 2018, 17:26
Hep Aynı Hikaye'nin tanıtımını okumuştum bir zaman önce. Şu paragraf dikkatimi çekmişti 'Hayatın anlamını arıyordum, biraz felsefe okudum. Felsefe bir işe yaramaz bayım. Tıpkı diğer bilimler gibidir. Yolunu aydınlatmak için basit bir el feneri bundan daha iyidir!' Hafifçe gülümsedikten sonra kitabı almaya karar verdim. Okudum. O sıra ikinci kitabı yayın hayatına girecek söylemlerini duyunca sevindim. Kendi üslubunu oluşturmuş. Bunu da okuyacağım. Biz postmodern olamayız, öyle değil mi Hamza?