Bizim geleneğimizde ve anlayışımızda taş(lar ve tüm cansız nesneler) konuşur. Çünkü biz Allah’ın (c.c.) “(…) kalpleriniz yine katılaştı. Adeta taş gibi oldu, hatta ondan daha katı bir hal aldı. Taşlardan öyleleri vardır ki, arasından ırmaklar fışkırır. Yine öyleleri vardır ki, yarılır ve içinden su çıkar. Yine onlardan Allah korkusundan yuvarlananlar vardır.” (Bakara-74) emrine iman eden ve ataların bu ve benzeri ayetlerle hadisler daha rahat anlaşılsın için “yerin kulağı var” düsturunu başımıza tac eden bir ümmetiz.
Elbette taş da konuşur ve Rabbini zikreder! Amma biz anlayamayız. Zira “Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih ederler. Hiç bir şey yoktur ki O'nu övgüyle tesbih etmesin. Ancak siz onların tesbihlerini anlamıyorsunuz. Şüphesiz O hilim sahibidir, bağışlayandır.” (İsra-44) buyurulur. O halde zaman zaman tabiata, kurda-kuşa kulak vermek gerekir. Ne diyorlar, ne istiyorlar, nasıl zikrediyorlar? Onlara sormak, onlardan dinlemek gerek: Kendi hikâyeni anlatır mısın? Bir de senden dinlesek serencamını; aracısız, vasıtasız…
Durali Yılmaz hocamız tam da bu talebi duyan ve bu ihtiyaca cevap veren bir roman kaleme almış. Bendeniz kitaptan uzun zamandan beri haberdar olmama rağmen, bahanesiz bir şekilde kitabın okunmasını hep ertelemiştim. “Bugün okurum, yarın okurum”ların sonu gelmemişti. Tâ ki “Fetva Yokuşu”nu okuyana kadar.
Fetva Yokuşu’nda bir mermerden tarih dersi dinlersiniz. Maksadım bu kitabı anlatmak değil; niyetim hocanın bir başka kitabından bahsetmek, Aziz Sofi’yi anlatmak…. Bahsettiğim Fetva Yokuşu ile ilgili olarak Durali Hoca’yı bir programda dinlerken Ayasofya’yı ve Ayasofya’yı anlattığı kitabını dinleyince “o zaman işte bu zaman” diyerek kitabı elime aldım. “Ayasofya Dile Geldi” isimli kitap, Durali Hoca’nın daha önceleri “Aziz Sofi” ismiyle yayınlanmış kitabının aynısı; sadece ismi değişmiş, iyi de olmuş.
Ayasofya’nın yaşadığı tarihi yaşıyor, o anlara şahit oluyorsunuz
Durali Hoca edebiyat profesörü… Edebiyat profesörlüğü yanında, iletişim-medya ve tarih de uzmanlık alanları arasında… Durali Yılmaz’ın “Ayasofya Dile Geldi” isimli eserinde, Ayasofya Camii'nin 1500 yıllık hikâyesini kendi dilinden dinliyorsunuz. Ayasofya, kendisini ziyarete gelen Faruk isimli duyarlı ve imanlı bir tarihçiye “hayat hikâyesini” anlatıyor, tâ başından başlayarak: İnşa fikrinin nereden doğduğunu, yapımı esnasında dünyanın nerelerinden kumlar/malzemeler getirildiğini, inşası esnasında kimlerin çalıştığını, kendisinden beklentilerini, imar olduktan sonraki duygularını, etrafında olup bitenleri, Fatih Sultan Mehmet’in daha fetih gerçekleşmeden yıllar önce camii (o zaman ki kiliseyi) nasıl muhkemleştirdiğini, bu muhkemleştirme sayesinde, ol Şahi toplarıyla İstanbul gümbür-gümbür dövülür ve yer sarsılırken Ayasofya’nın zerre kımıldamadığını, karşısına yapılan Süleymaniye ve giderek Sultanahmet’in hikâyelerini ve bu camiler yapılırken duyduğu heyecan ve kıskançlığı, daha sonra Osmanlı’nın o hüzünlü son yıllarını, Cumhuriyetin ilk yıllarını ve müze haline gelişini…
Belki de işin en güzel taraflarından biri de Durali Yılmaz Hocanın tüm bu olanları, 1500 yıl içinde gelişen olayları yüzlerce sayfada ve okuyucuyu sıkarcasına anlatmaması; kitap hepi-topu 144 sayfa… Yorulmadan, sıkılmadan, kolayca okuyor ve ama Ayasofya’nın yaşadığı tarihi yaşıyor, o anlara şahit oluyor ve heyecanını paylaşıyorsunuz.
Bugün okunması daha anlamlı
Ayasofya’nın beyanlarından anlaşıldığına göre kitap 1970’lerin sonlarında kaleme alınmış. Ayasofya daha o gün, etrafındaki bilinçsiz ve sadece şov amacıyla hareket edenleri faş ettiği gibi, güzel insanların geleceğine dair ümitlerinden bahsediyor ve bizim de ümitlerimizi tazeliyor.
Beka Yayınları’nın yayınladığı Ayasofya Dile Geldi isimli eser, bugün daha anlamlı ve okunması gereken bir eser haline geldi. Ayasofya’da yıllar sonra tekrar Kur’an okunmaya başlanması, 31 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı’nın Yenikapı Meydanı’nda “Diriliş İstanbul” konseptiyle fetih şöleni tertipleyecek olması bu tahminlerimizi ve ümitlerimizi kuvvetlendiren güzellikler.
Bu hacmi küçük ve ama içeriği çok zengin ve anlatımıyla muhteşem eserin öğrenci-öğretmen, tarihine duyarlı ve en azından İstanbul’da yaşayan ve Ayasofya’yı bir defacık olsun ziyaret etmiş olsun-olmasın herkesin okuması lazım gelen bir roman olduğunu iddia ediyor, herkese tavsiye ediyorum. Okuyun bakalım doğru mu söylüyorum!?
Emin Atalay