Mesajı; gönderici, alıcı ve ikisinin arasındaki aktarım kanalından ibaret olan iletişim döngüsünün çıktısı olarak tanımlayabiliriz. İletişim sürecinin tamamlanması için gönderici ve alıcının birbirine anlaşılır bir mesaj iletmesi gerekir. Anlaşılmak, aynı dili kullanmayı gerektirir. Bu dil, kelimeler, sayılar, şekiller ya da hareketleri içerebilir. ‘Sessizlik’ de bir çeşit mesajdır diyenler olacaktır. İsabetsiz bir görüştür bu. Söylenmek isteneni anlıyorum ama bir mesaj değeri kazanabilmesi için, sessizlik yerine ‘susmak’ denmelidir. Sessizlik, girişimsizlikle eş anlamlıdır. Ama susmak öyle mi? Söyleyeceği şeyler olup da söylememek, iletişim sürecinin başarıyla tamamlanması için yeterlidir. Çünkü susulmuş olan her ne varsa, aslında bir bakıma aktarılmış sayılır çünkü alıcı susularak verilen mesajı kavramıştır. Susmak bir eylemdir hem de bilinçli, planlı bir eylem. Oysa sessizlik, eylemsizliktir çünkü bilinç devreye girmemiştir. Bilinçli yapılıyorsa susmaktır bunun adı.
Peki, susmak öğretilebilir mi? Evet, öğretilebilir çünkü susmak bilinçli bir eylemdir. Bilincin yönettiği her şey tanımlanabilir, öğretilebilir. Ders kitaplarına bir bölüm olarak konulabilir hatta. Hatta bu, başlı başına bir kitap da olabilir: “Susma Dersleri” gibi.
Böyle bir girişle başlamamın bir nedeni var. Güzel bir nedeni. Elimdeki kitabın adı, “Susma Dersleri.”
Uzun bir hikâye okuyorum sandım ilk elime aldığımda. Başından sonuna otuzu aşkın şiir, birbirine kesintisiz ulanmış ve aslında sayısı kırkı, elliyi de bulsa bu zinciri zorlamayacak belli ki. Bu açıdan baktığımızda şairin üslubu oturmuş diyebiliriz. Ancak, bu oturmuş üslup ne kadar özgün yani kendine has diye sorarsak, cevaplamak biraz zaman alır çünkü altını çize çize bütününü tek tek okumak ve hem de dikkatli okumak gerekiyor. Dikkatli okuyunca, altını çize çize okuyunca da yayılıp genişliyor elbette. O geniş şiir evreninin içinde ben halk hikâyelerini, İslam inancını, Türk damarını, Batılılaşma sancılarını, modern Türk şiirini; örneğin Ahmed Arif’i, Attila İlhan’ı, Sezai Karakoç’u, Turgut Uyar’ı, İsmet Özel’i çağıran sesler duyuyorum. Özenmek değil bu. Sesdeşlik. Susma Dersleri, çok sesli ve çok renkli bir şiir. Ama aynı zamanda kafası pek çok karışık bir adamın şiiri. Kafası karışık olmak bizim neslin hem kaderi hem şansı zaten.
İçinde bulunduğu aileyi, semti, şehri, ülkeyi, önüne geleni eleştirirken cesur ama yeri geldiğinde küfrederken bile nazik. Dıştan kırılmaya müsait görünen ama içi sağlam örüldüğü için kolay kolay devrilmeyecek bir duvar görüyorum kitabın sayfalarında.
Bunaltı, yalnızlık, içine kapanmak, arada kalmışlık türünden modern sorunlarımızın hemen hepsi bolca var şairde. Ancak, Kadir Ünal şöyle bir fark yaratmış anlatımında: Alaycı yakınma... Yani en sancılı, en acı duyan taraflarını bile içine küçük küçük iğnelemeler, dokundurmalar ve espriler katarak yansıtıyor. Bu, şairin en ayırt edici özelliği diyebilirim. Aslında bütün kitap boyunca, şairin hissettirdiği keskin bir zekâ ve düşünme derinliği hemen fark ediliyor ama şair başına bir tür bela olan bu her şeyi fark edebilme ve dert edinme yükünü ancak böyle teskin edebiliyor kanısındayım.
Anlatımcı şiir bu. Bütün bir kitap boyunca hikâyeleme tekniği kulanılmış. Belli ki Ünal konuşmayı seviyor, yani konuşacak birilerini bulabilse demek istiyorum. Belli ki tam aradığı gibi biri yok yakınında. Okuyucuları hariç…
çünkü bende güle yaslayıp
uyuyacak bir baş yok
koparılıp atılacak bir sayfayım günlükten
(Dağ, s.13)
toprağı eşelemek elbette hakkıdır filizin
olağanüstülükler bildirisi gibi tüterek
bir canavarın kalbinde uyuyorum
gelişine tarih düşürüyorum ateş böceklerinden
sen mercandan örülü bir sarmaşık oluyorsun
(Çit, s.16)
ama anlamadığım bir şey var. Hayret.
dünya neden bu kadar çirkin, çocuklar güzelken
(Tembel Saat, s.22)
sen gidince benden geriye yine sen kalır
yer oynar yerinden ki anlatılmaz
seni görünce ırmaklar huysuz
kenti apansız çiğ bir üşüme alır
(Ellerimden Kalbim, s.24)
gün elbet akşamlıdır ancak
kolalı bir kefen gibi duruyor üstümüzde unutmak
ne korku keder yaklaşabilir yanımıza
gökyüzü bile bizden sorulur
çünkü ne elimiz el ne ayağımız ayaktır
bizim soframız her gün
denizin ortasına kurulur
(Dağın Çaresi Yine Dağdır, s.38)
(*) Kadir Ünal, Susma Dersleri, Çıra Yayınları, İstanbul, 2021
Şadi Oğuzhan