Suskunlar Ne Anlatır Bize?!
Günümüz Türk edebiyatında roman aldı başını gidiyor, kah Doğu'ya, kah Batı'ya. Ama, Cumhuriyetin ilk yıllarına inat "köklerinden" alıyor cesaretini ve ferasetini. Her ne kadar postmodern zamanların etkisiyle kutsal olan, dünyevi olan her biri aynı potada erise de; zaman zaman postmodern kurgunun dışına çıkan, geleneğin diline ve manasına sadık kalanlar da var.
İhsan Oktay Anar, liselerdeki edebiyat kitaplarını kaldırıp yerine kitapları okunacak bir yazardır. Zira her kitabından başka bir cevher çıkmaktadır. Puslu Kıtalar Atlası'nı okuyan bir insan, yazarın mimar olduğunu, Suskunlar'ı okuyan bi kimse ise yazarın bir Mevlevî Dede olduğunu haydi haydi düşünebilir. Ayrıca, roman kurgusu, akıcılık, dilin temizliği, merakın taze tutulması gibi özellikleriyle de yazar ne yazarsa okutturan bir yazar. İhsan Oktay Anar, bakkaldan çiklet almaya giden çocuğu anlatsa biz onun Halep'e kervan çıkarttığını zannedebiliriz.
Gel gelelim "Suskunlar ne anlatır?" sorusuna. Sanat musikîsinin her makamında bir şarkı terennüm edip, her nakaratında insanın içinden kopan bir ah ile, karşı nida olarak "Gel" demektedir Suskunlar.
Mevlevîliğin temel düsturu olan "günahkâr olsan da gel!". Bu nida kitapta başka başka esvaplar altında karşımıza çıkmakta. Eflatun adlı bir meczubun(!) yollara düşmesi ve bir sese doğru gitmesi, insanoğlunun arayışını bir başka anlatmakta...
Bu sırada devrin İstanbul'unu ise yazar bir güzel resmetmekte ki, ressamlar bile hayran olurlar o anlatım karşısında.
"İşittiğini gören, gördüğünü dinleyen, dinlediğini sessizliğin büyüsüyle sırlayan ve tüm bunların görkemini hikâye eden bir adamın alçakgönüllü dünyasına misafir olacaksınız" Suskunlar'da. Malum, Galata Mevlevîhanesi'ne uğrarsanız oradaki kabristanın adının da Suskunlar olduğunu göreceksiniz. Alegorik olarak (mecaz-benzeşim) "ölmeden ölmek" teması bizim kültürümüzde her ne kadar yaygın olsa da; adı kalmış bir temadır. Bu temanın Suskunlar'da bin bir makam ile canlandığına şahit olmak ve adamakıllı bir kitap okumak istiyorsanız, Suskunlar'ı dinleyin derim.
Mansur Yılmaz, kulaklarını açtı Hâmuşân'a...
Hermann Hesse, Gertrud romanında müzik üzerine harika açılımlar içeren cümleler söylüyor ve o romanın dünyasını müzik üzerine kuruyor. Sanırsınız ki Hesse bir müzisyen. Aynı ustalığı Patrick Süskind'in Koku'sunda da gördüm. Okuduğu son iki kitap da bu 'şekil' kitaplar olunca, nasipli ve kaderli hissediyor insan kendini.