Süheyl Ünver, asıl mesleği hekimlik olan bir kültür adamıdır. O, İstanbul kültürüne dair onlarca kitap, yüzlerce makale ve bir o kadar suluboya resim bırakmıştır. İsmail Kara, Bir Ramazan Binbir İstanbul kitabına yazdığı ‘Sunuş’ yazısında, Süheyl Ünver’in İstanbul’u nasıl anladığına dair şu sözleri sarf etmektedir: “Süheyl Bey’in, İstanbul’u, bize mahsus siyasî, sosyal, dinî, kültürel algılama ve yaşama biçiminin en mütekâmil tezahürü olarak gördüğüne şüphe yok.” (s. 5).
‘Sunuş’ yazısından anladığımız kadarıyla Bir Ramazan Binbir İstanbul adlı kitapta bulunan yazılar, daha önce, 2 Nisan 1957 ile 31 Nisan 1957 tarihleri arasında Vatan gazetesinin Ramazan Köşesi’nde tefrika edilmiş ve ilk defa bu kitapta bir araya getirilmiştir.
Kitapta, Süheyl Ünver’in Ramazan kültürüne dair ilginç tespitleri ve gözlemleri mevcut. Ona göre; Ramazan’da oruç tutamayan İstanbullular, bu durumdan oldukça rahatsız olurlar. Yalnız Müslümanlar değil, başka dine mensup İstanbullular da, başkalarının gözü önünde yemek yemekten ve sigara içmekten nefislerini korurlar ve asla laubali davranmazlar. Yazar, bu durumu İstanbul kibarlığının ve bütün dinlere saygı göstermeyi emreden ahlak kuralının bir gereği olarak görür.
Yılda bir defa ateşlenen top
Eskiler, her ne kadar takvimlerde Ramazan’ın başlayacağı gün astronomik hesaplarla bulunup verilse de buna itimat etmez ve kusurlu bulur, Ramazan hilalini görmeyi şart bilirmiş. Ramazan hilalinin en iyi görüleceği yerler ise Beyazid yangın kulesi, Süleymaniye, Fatih, Cerrahpaşa ve Sultan Selim camilerinin minareleri gibi mekanlarmış. Eğer hilal görülürse, resmi makamların bilgilendirilmesinden sonra Mahyacıbaşı tarafından Süleymaniye Camii minaresinden kandille haber verilir, ardından diğer minareler de kandillerini yakarmış. Bekçiler ise, davullarla ertesi günün Ramazan olduğunu halka duyururlarmış. Ayrıca; IV. Murad’ın Bağdat seferinde son gülleyi atan top, yılda bir defaya mahsus olmak üzere, Ramazan’ın ilanında patlatılırmış.
Teravih namazları, yalnız camilerde değil, büyük konakların ve sarayların hemen hemen tamamında ayin ve ilahilerle kılınırmış. Sırf bu adet için, Ramazan ayına mahsus olmak üzere, Kur’an’ı güzel okuyan imam ve müezzinler işe alınırmış. Müezzinler, yatsı vaktinde çifte ezan okurlar, yatsı ve teravih namazı kılındıktan sonra bazen görevlileri saray ve konaklarda tutarlarmış. Böylece, sahur vaktinde de onların güzel sesinden nasiplenmek mümkün olurmuş. Bu kişiler, klasik musikiyi iyi bildikleri için gayet tesirli olabiliyorlarmış.
Neredeyse herkes; komşularını, akrabalarını, yakınlarını, emri altında çalışanları ve fakir dervişleri iftara çağırırmış. İftar için davet edilenler, usul gereği, iftar vaktine beş veya on dakika kala gelirlermiş. Davet edilenlerin haricinde fakirler de yemeğe iştirak ettikleri için yemekte toplam kaç kişi olacağı önceden kestirilemez; bunun için her ihtimale karşı üç beş sofralık yemek fazladan yapılırmış. Eğer evde veya konakta aşçı çalıştırılıyorsa, Ramazan’da ona çift maaş verilirmiş. İftara gelenlere de, derecelerine göre hediye veya para verilir ve buna ‘diş kirası’ denirmiş.
İç mahyaların tarihi daha eski
Selatin camilerinin iki minaresi arasında gerilen mahyaların dışında, bir de iç mahyalar bulunmaktaymış, yazarın anlattığına göre. Süheyl Ünver; Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye ve Nuruosmaniye camilerinin iç mahyalarına bizzat şahit olduğunu belirtmektedir. Hatta; dışa –yani iki minare arasına- kurulan mahya fikri, iç mahyadan esinlenerek ortaya atılmıştır. Dolayısıyla iç mahyanın tarihi, dış mahyadan daha eskidir. Camileri içten olduğu gibi dıştan da aydınlatma fikri 16. asırda ortaya atılmıştır. İlk dış mahya da, rivayete göre, 1617’de Sultanahmet Camii’nde kurulmuş. O dönemde mahyaların büyük çoğunluğu resim şeklindeymiş. Yazılı mahyalar ise, tabii ki Arap ya da Fars alfabesiyle yazılıyormuş.
Yazar, ünlü mahyacı Abdüllatif’in ilginç bir mahyasından bahseder: “Hele o Abdüllatif ne mahyacı imiş. Süleymaniye’de bir gezdirme mahya yapmış ki eşini kimse yapamamış. Üç halat üzerinde mahya. Üst halatta bir araba yürür, ortada sabit Unkapanı Köprüsü ve Azapkapısı Camii. Altta kayıklar ve balıklar yüzüyor. Düşünün güzelliği.” (s. 45).
Kültürel bir hazine
Kitapta ilginç anekdotlar da bulunmaktadır. Ahmet Rasim’den aktararak; Baba Yaver’in, bir iftar sofrasında ne kadar çok ve çeşitli yemekler yediğini anlatan yazar, okuyucularını şaşkınlık içinde bırakmaktadır. Baba Yaver, bir iftar sofrasında şunları yemiştir: “Üç türlü orta kase çorba, on kişilik bir sofraya getirilen pastırmalı yumurtanın üçte ikisi, sırt sırta verilmiş iki hindinin keza üçte ikisi, bir kayık sahan emir dolma, bir sahan kuşbaşı kebap, bir mertebânî tabak sakız muhallebisi, bir okka küçük bir tepsi baklava, kefenli-üzümlü-fıstıklı-havuçlu-biberli bir ufak lenger Buhara pilavı.” (s. 33).
Kitapta bahsedilen kültürel unsurlardan ve anekdotlardan bazılarını sizinle paylaştık. Bu küçük kitap, paylaştıklarımıza benzer daha pek çok geleneği ve anekdotu anlatmaktadır. Yazar, kendisinin bizzat şahit olduğu şeylerle beraber, duyduğu ya da okuduğu bazı olayları da okuyucusuna aktarmakta; böylece geçmiş zamanın İstanbul Ramazanlarına dair hoş ve ilgi çekici bir kültürel hazine bırakmaktadır.
Süheyl Ünver, Bir Ramazan Binbir İstanbul, haz. İsmail Kara, Kitabevi Yayınları, İstanbul.
Murat Aslan
Her iki kitabı da almak istiyorum. Ama bir türlü bulamıyorum. Nerede bulabilirim? Yardımcı olur musunuz lütfen?