“8 İlim Dalında Bilinmesi Gereken 88 Soru” serisinde yer alan cevapların, sorulara verilebilecek tek cevap olduğu iddia edilmiyor. Ancak soruları cevaplandıran ilim adamları, cevaplarının ikna edici olması temennisi ile yola çıkmışlar.
Soruların sayısı, sonsuzluk işaretinden mülhem olarak belirlenmiş ve 88 rakamıyla bu tür soruların ve cevaplarının sayısız olduğunu hatırlatma amacı güdülmüştür. Her kitap müstakil olarak Kur’an ve Tefsir, Hadis, Fıkıh, Siyer, İslâm Tarihi, İnanç, Mezhepler ve Tasavvuf alanlarından birine hasredilmiş. Her kitapta konuya dair 88 soru ve cevabı mevcut. Kitaplar hakkında bir kanaat oluşması amacıyla 8 kitaptan bir soru ve cevabını sizlerle paylaşıyoruz.
Hz. Muhammed’in (sas) hayatını öğrenmenin onun dinine bağlı insana ne faydası var?
Hz. Peygamber, ilahî mesajı bize bildiren kişi olarak din için önemli bir konumdadır. Ona inanmak dinin emirlerinden olduğu için getirdiği mesajın mahiyetiyle ilgili görüş ve uygulamaları da önemlidir. Hz. Peygamber’in hayatını öğrenmenin iki açıdan önemli olduğunu söylemek mümkündür. Öncelikle insanlığın kurtuluş reçetesi olan tebliğ ettiği mesajın sağlıklı ve bağlamından koparılmadan anlaşılabilmesi için Allah Elçisi’nin hayatını öğrenmek gerekir. Zira Onu ve yaşadığı hayatı devre dışı tutarak mesajı anlamak mümkün değildir. Hz. Peygamber’in yaşadığı örnek hayat, sadece dinin pratiği açısından değil, davranışlarımızda ve karşılaştığımız problemlerle baş etmede bize ilham verecek kaynaklardan biridir. Allah Elçisi’nin hayatını sadece dinî pratikler için değil, ahlak için de örnektir.
Aynı dine inandıkları hâlde Müslümanlar arasında farklı gruplar/gruplaşmalar nasıl olabilmektedir?
Dini metinler yani Kur’an ve hadislerin bazı ifadeleri açıklama gerektirir. Bazı ayetlerin delaletleri açık ve net olduğu için kolayca anlaşılabilir. Bazıları ise müteşabih olup anlaşılması için açıklama gerekir. Hz. Peygamber (sas) hayattayken insanların sorunlarını çözüyor, sorularını cevaplıyordu. Vefatıyla birlikte vahyin kaynağı ile olan bu türlü ilişki sona ermiştir. Ortaya çıkan meseleler için görüşüne başvurulacak kişi sayısı çoğalmıştır. Bunların ortaya koyduğu görüşlerde farklılıklar olmuştur. Zamanla görüşleri geniş kitlelerce benimsenmiş isimler, mezhep denilen yapıların imamları sayılmıştır. İnsanın olduğu her yerde farklı görüşlerin olması tabiidir. Farklı anlayıştaki kişi ve gruplar kendilerini meşrulaştırmak için dini metinleri kullandılar. Mezhepler Hz. Peygamberin vefatından sonra ortaya çıkmış; farklı âlimlerin İslâm’ın kaynaklarından çıkardıkları görüşlerin zamanla kurumsallaşmasıyla oluşmuştur. Dolayısıyla mezhepler beşeridir. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse insanların din yorumudurlar.
İnsan zihninde gizlediği olumsuz düşüncelerden dolayı hesaba çekilecek midir?
Kur’an’ın söz konusu ettiği husus, “Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. İçinizdekini açıklarsanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ancak dilediğini bağışlar, dilediğine de azap eder. Allah’ın her şeye gücü yeter.” ayetinde zikredilmiştir. Esasen bu ayet ilk bakışta insanı, içinden geçirmiş olduğu düşüncelerinden dolayı hesaba çekileceği şeklinde bir anlayışa götürmektedir. Genel bir tahlil neticesinde görülecektir ki burada söz konusu edilenler, Allah’tan ve meleklerden gelen düşünceler değil, şeytani vesveselerdir. Dolayısıyla insan zihninde meydana gelen olumsuz düşünce ve kurgulardan kurtulma yolunda üzerine düşeni yapmadığı bir suç işlemiş, ancak onu hayata geçirmemesi sebebiyle de Yüce Allah’ın affına mazhar olmaktadır. Böyle düşünüldüğünde ortada herhangi bir çelişki olmayacaktır.
Bu dünyada, uykuda veya uyanık olarak Allah’ı görmek mümkün müdür?
İslâm düşüncesine göre rüyada bir varlığın kendisinin değil, hayalinin veya misalinin görülmesi söz konusudur. Allah Teâlâ, hayal ve misalden münezzeh olduğu için rüyada dahi olsa hayalinin zihinde belirmesi veya misalinin düşünülmesi asla doğru değildir. Ehl-i Sünnet âlimlerinin kabul ettiği Allah’ın cennette görülmesi, O’nun mümin kullarına tanımış olduğu en büyük ikramdır. Bunun rüyada bile olsa dünyada gerçekleşmesi, ahiretteki görmenin de değerini düşürür. Buradan hareketle İslâm âlimlerinin geneli her ne kadar akli bakımdan dünyada Allah’ın görülmesi mümkün olsa bile bunun dünya hayatında gerçekleşmesinin söz konusu olmadığı hususunda ittifak halindedirler.
Tasavvufta ırk, coğrafya, dil ve mezhep gibi farklılaşma konuları önemli midir?
Irk ve mezhebi merkeze almak tasavvufun hakikatine uygun bir yaklaşım değildir. Tarihi süreçte mutasavvıfların herhangi bir ırka bağımlı olmadıkları ve hatta dilini bile bilmedikleri insanlarla aynı tasavvufi çevrede yer aldıkları görülmektedir. Mezhepler konusunda da durum bundan çok farklı değildir. Irk, mezhep ve coğrafi bölgelerin ayırdığı kesimleri tasavvufi düşünce ve tarikatların birleştirebildiği birçok örneğe rastlamak mümkündür. Bölgecilik, ırkçılık ve mezhepçilik tasavvufta öne sürülen ilkelerden olmadığı gibi tasavvufun birleştirici yönüyle veya tevhid anlayışıyla bağdaşmayan hastalıklardır.
Hz. Peygamberin sözlerine daha sonra insanların yaptığı ilaveler karışmıştır iddiası doğru mudur?
Hz. Peygamber’in “Kim bile bile söylemediğim bir sözü bana isnad ederse cehennemdeki yerini hazırlasın.” (Buhari, “İlim” 38, Müslim, “Mukaddime”, 2) uyarısı hadis naklinde hassas davranılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu sebeple bilerek bir hadise aslında olmayan bir kelime veya cümle ilavesinde bulunmak hadis uydurma çeşitlerinden kabul edilir. Dolayısıyla bir taraftan Hz. Peygamber’in söz konusu uyarısı diğer taraftan hadis âlimlerinin hadis uyduranları tespit ve takibi uydurma faaliyetlerinin yaygınlaşmasının önündeki engel olmuştur. Ancak ilk bazı kimselerin yanlışlıkla Hz. Peygamber’in hadislerini başka sözlerle karıştırdıkları da olmuştur. Dolayısıyla Hz. Peygambere yalan isnad etme amaçlı uydurma hadislerle kasıt olmadan hadislere yanlışlıkla yapılan ilaveler birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü biri Hz. Peygamber’in söylemediği bir sözü söyletmek amacı taşırken diğeri yanlışlık sonucu meydana gelmektedir. Genel bir değerlendirme yapıldığında ise yanlışlıkla yapılan ilavelerin oranının yüksek olmadığı da anlaşılmaktadır.
İslâm tarihi mi, Müslümanların tarihi mi?
İslâm tarihi kelime olarak İslâm’ın tarihi, İslâm dininin tarihi manasına gelir. Bu anlamıyla İslâm tarihinin salt İslâm dininin tarihini incelediği sonucu çıkarılabilir. Haddizatında İslâm tarihinin İslâm dininin ortaya çıkışından başlayarak dünyanın çeşitli bölgelerine yayılış serüvenini konu edindiği düşünülürse bu tanım yanlış da olmaz. Ancak İslâm tarihi kaynaklarının muhtevası incelendiğinde, İslâm dininin tebliğ, gelişme ve yayılış tarihinden ziyade o dine mensup olan insanların genelde askeri ve siyasi faaliyetlerinin de ele alındığı görülür. Bu durumda İslâm tarihi yerine Müslümanların tarihi ifadesinin muhtevaya daha uygun düştüğü anlaşılır.
Fıkhî hükümlerin temel kaynağı Kur’an ve Hadisler olduğuna göre görüş ayrılıkları neden kaynaklanıyor?
Fıkhî konularda görülen ihtilafların genel olarak üç temel nedeni bulunmaktadır. Bunlardan birincisi nassların dilinden hareketle ortaya çıkan farklı anlamalar, ikincisi haber-i vâhidlerin nakli ve kabulü konusundaki farklılıklar, üçüncüsü ise nasslar da yer almayan meselelere çözüm bulmada ortaya çıkan farklı ictihadlardır. İslâm hukukçularına göre ictihadî konularda tek bir doğru görüş bulunmaktadır ve bunu tutturan iki sevaba hak kazanırken, hata edenler dahi bir sevap elde etmektedir. Diğer İslâm hukukçularına göre ise müctehidlerin ulaştığı tüm görüşler doğrudur; bunlara göre Allah, tüm müctehidlerin ictihadlarına değer vermekte ve onları doğru kabul etmektedir.
Sonsuz Soru, Sonsuz Cevap, Kitabın Ortası dergisi, Nisan 2019, sayı 25.