Seyyâh-ı Fakir Evliya Çelebi’den bir tatlı huzur: Seyrannâme

Hem Osmanlı Türkçesi’nin tatlı terkib ve kelimeleriyle zihin ve dimağlarınızı müberrâ kılmak hem yakın tarihte cereyan etmiş bazı hadiselere bir nebze olsun vâkıf olabilmek istiyor hem de tüm bunları sıkılmadan, keyifli, neşeli bir şekilde okumak gibi bir niyetiniz var ise eminim ki bu kitap bu ihtiyaçlarınızı temine kâfi gelecektir. Recep Karaca yazdı.

Seyyâh-ı Fakir Evliya Çelebi’den bir tatlı huzur: Seyrannâme

Tarih boyunca hayat sürmüş bütün topluluklarda kültür ve medeniyetin gelecek nesillere aktarımı iki şekilde olmuştur. Bunlar; yazılı ve sözlü aktarımlardır. Sözlü aktarımlar, ictimâî tarihten tutun siyasi ve ekonomik tarihe varana kadar geniş bir çerçevede, mâzînin belleklerde kalan ma’lûmât ve tecrübelerini içinde bulunduğu günden alıp gelecek nesillere taşıyan bir vâsıtadır. Yazılı tarih ise tâ kâğıdın icadından bil-itibar günümüze kadar tarihi hadiselerin müverrih, vakânüvis, seyyah gibi kişiler tarafından günümüze intikalini temin eden bir vasıta vazifesi icra etmiştir. Bu münâkale vasıtalarının en mühimlerinden biri de seyahatnâmelerdir. Âdemoğlunun fıtratı yeni insanlar tanımak, yeni yerler keşfetmek ve sosyal olarak yaşamak isti’dâdına sahiptir. Dolayısıyla insan, yerinde sabit kalabilen ve statik bir mahluk olmaması hasebiyle, tarih boyunca Dünya’nın bir ucundan diğerine adeta seyelân edip durmuş, bu maceralarını da zaman zaman kayd ü zapt etmiştir.

İslâm dünyasında da kültür intikâli vasıtası olarak seyahatnâmeler mühim bir yer tutarlar. İbn-i Batuta, İbn-i Cübeyir, Nâsır Kubadiyânî, meşhur seyyahlardan ilk akla gelenlerdir ancak Türk ve Osmanlı tarihi özelinde bunlardan asla geri kalmayacak hatta onlardan daha ilerde tutulabilecek bir isim vardır; o da Derviş Mehmet Zıllî Efendi yani nâm-ı diger “Seyyah-ı Alem Evliyâ Çelebi’dir.” Evliyâ Çelebi sırf gezdiği yerlerin coğrafî ve fizikî hallerini yazsaydı ve sadece bunları günümüze intikal ettirseydi bile çok kıymetli bir insan olarak tarihimizde yerini alacaktı fakat o seyahat ettiği yerlerin coğrafî ve fizikî ahvâlinin yanı sıra siyasî tarihleri, örf ve âdetleri, o beldelerde dilden dile dolaşan kimi efsane ve esâtiri mizâhî unsurlarla tezyîn ederek bugün dahi zevkle okunan bir miras bırakmıştır bizlere… Evliyâmızın büyüklüğünü yazmaya satırlar ve sadırlar kafi gelmeyeceği için sözü daha fazla uzatmadan kitaba geçelim.

Bermûtad her ayın belli aralıklarında uğradığım bir kitapçıda dikkatimi bir kitap celbetti; ismi “Seyrannâme” idi, yazarı kısmında Seyyâh-ı Fakir Evliyâ Çelebi yazıyordu. Müellifin ismi neden “Seyyâh-ı Fakir Evliya Çelebi” şeklinde kitapta tesmiye edilmiş diye düşünmeye başladım; zira Evliya Çelebi “Seyyah-ı Âlem” diye ma’ruftu. ‘Fakir’ lafzının tasavvufî ve mecazî ma’nâda isti’mâl edildiğine kâni’ olarak kitabı satın aldım, eve varınca kitabın içine göz gezdirmeye başladım. Kitap ‘Neval Babanın Çapul ve Talanını Beyan İder’ başlığıyla başlıyordu: “Tâ ezmine-i kadîmeden berû millet-i nasâra sene-i efrenci’nün âhırında “İsa Aleyhisselam’ın tevellüd günüdür” deyû bir gün ihdâs idüb, NEVAL namı ile ânı her sene tes’id iderler. Bu Neval bir nevi nevruz olup taife-i efrenc ol kîcede fuhşiyyâtın her türlüsünü işleyüb gurub-u şemsten tuluâ dek su gibi müskirat içerler ü meymunlar gibi tepünüb merkepler gibi anırurlar.” Yüzümde beliren gülümseme ile biraz daha okumaya devam ettim ancak Reşat Halife ve Salman Rüşti gibi Müslümanların inanç dünyasında büyük hasar ve tahribat bırakan, gayri makbul şahıslardan bahsettiğini görünce kitabın baş tarafına bakma ihtiyacı hissettim, çünkü tarih itibariyle merkûm zatları tanıması muhaldi.

Frenk diyarınun benâm feylosofu RACİ KARA UDİ (Roger Garaudy) dahi din-i İslam’a girüp Hristiyan düdüğü çalmaktan vaz geçüp Müselman ud’ı çalmağa ser-ağaz eyledü. Gelin biz dahi Salomon Ruştiler, Reşa Halifeler bulalum…”

Baş tarafa bakınca anladım ki meğer kitabı kaleme alan zat meşhur “Türkiyem” adlı şiirin söz yazarı merhum Dilaver Cebeci imiş ve “Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi” ise onun yıllarca bu tür yazıları kaleme alırken kullandığı müstear ismiymiş. Yani bazı zamanlar ben ve benim gibi çoğu kitapseverde ârız olan kitabın önsözünü atlama ve yazarın terceme-i halini okumama durumu burada kendini göstermişti dolayısıyla kitabın Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinden derleme bir kitap olduğunu zannetmiştim. “Dilaver Cebeci” ismini görünce bir şaşkınlık yaşadım zira merhûm Dilaver Cebeci’yi yalnızca millî ve manevî maksatlarla yazdığı şiirlerinden tanıyordum ve bu vechesini evvelce hiç duymamıştım ama kitabı okudukça merhumun eski tabirle bir “zülcenâheyn” yolduğunun idrakine vardım.

Kitap, merhum şairimizin muhtelif zamanlarda dergi ve gazetelerde yazdığı yazıların tasnif edilmiş hali olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla beraber kitap, Sahibü’s Seyahat ve’ş Şefaat Evliya Çelebimiz’in tarz-ı revişiyle “onun nüktedan ve mizahi edâsına mümâsil” olarak nezih ve zarif bir 17.yy Osmanlı Türkçesi’yle yazılmıştır. 17.yy Osmanlı Türkçesi ifadesi sizleri korkutmasın çünkü merak etmeyin her sayfanın altında bilinmeyen kelimelerin açıklaması mevcut. Merhum müellif, kitapta kendi devrinde meydana gelen gerek siyasi gerek ictimâî bir takım vukuâtı yukarda bahsettiğim şekil ve tarz üzere çok hoş bir üslupla anlatmıştır.

“SÛİ-NİYETLER BİRLİĞİ (Sovyetler Birliği) tesmiye olunan RU-SİYEH(Rusya) devlet-i câniyesi münhedim oldukta kadim kölelerinden SIRP dimekle meşhur zıpır kavim fursatı ganimet bilüp,Boşnak müselmanlarına savlet eyleyüp …..”

Merhum yazarımız kitabında günümüzde kullandığımız bazı teknolojik aletleri ve sınâî terakkî hamlelerini aynı hoş ve nüktedan üslubuyla birlikte ve adeta 17.yy’dan günümüze zaman yolculuğu yapmış bir insanın hayretiyle öyle güzel tabir ve tasvir ediyor ki bu kısımlar sizi çok neşelendirecek hatta yer yer kahkaha attıracaktır.

“….Lakin son eyyamda MAKİNE-İ CAME ŞUYİ dimekle maruf bir alet zuhur etti kim, hanelerde hanımlar bir engoşt darbesiyle vü bir iki saat içre bir senelik çamaşırları ak-pâk idüp kuruturlar…Ve minel garâib.”

Dilaver Cebeci’yi yalnızca şairlik vasfıyla tanıdığımı söylemiş ve kitabı okudukça merhumun birçok haslete hâiz olduğunu idrak ettiğimi yukarda ifade etmiştim. Kitabı biraz daha okuyunca yazarın bir yönüyle daha karşılaşıyorsunuz; o da hiciv sanatı ve münekkitlik yani modern tabirle eleştirmenlik. Müellif kitabın muhtelif kısımlarında sisteme, hükümete, siyasilere ve bununla beraber kültür yozlaşmasına yukardaki üslup üzere ince ince mizahi taşlamalar yapmaktadır.

“Ândan özge, MÂDÛNE(Madonna’yı kastediyor) dinülen bir büt-i tersâ mevcuddur kim,din ü imanı azmış, fuhşiyyâtun kaanûnu yazmış, ahlâksızun bile ahlâkını bozmuş, bir şeriksüz âşüftedür. Lisân-ı Arabide “Mâdûn” aşağı alt dimektür. Bu avret dahi esfel derekesinde bulunduğundan “mâdune” şeklinde müennes kılınmıştır. İşte bâzı densiz kimesnelerün ma’rifeti ile bunlar,şunca altun,akça sarfı ile belde-i İslâmbola da’vet idilüb, fırka-ı dâlle ashâbınun türedi oğulları vü kösnek kızlarınun keyfi içün,İslâm diyârında saatlerce ürüdülmüş ve hânedan-ı Âl-i Osmânun cevelân ittiğü mekânlarda yürüdülmüşdür. Bâzı ırz ehli kimesneler, ‘Bre bu lüzumsuz iki mahluk kangı kaanûn ü töre mucibince dârül İslama ü memâliki Oğuz’a getürülmüştür?’ deyû sual itdüklerinde,fırak- dâlle mudafileri ‘Biz bunları YUMUK FİKRİ(Fikri Sağlar’dan bahsediyor) töresince vü CUMUK SEYFÜ(Seyfi Oktay’dan bahsediyor) kaanununca getirmişüzdür’ deyü cevap virmüşlerdür.”

Âhir kelam; hem Osmanlı Türkçesi’nin tatlı terkib ve kelimeleriyle zihin ve dimağlarınızı müberrâ kılmak hem yakın tarihte cereyan etmiş bazı hadiselere bir nebze olsun vâkıf olabilmek istiyor hem de tüm bunları sıkılmadan, keyifli, neşeli bir şekilde okumak gibi bir niyetiniz var ise eminim ki bu kitap bu ihtiyaçlarınızı temine kâfi gelecektir.

Recep Karaca

YORUM EKLE

banner36