Sen Türk, ben Arnavut! Allah bir! Kitap bir!

Üsküp’ten Kosova’ya uzanan duru bir ağıt Yavuz Bülent Bakiler’in kitabı..

Sen Türk, ben Arnavut! Allah bir! Kitap bir!

Yavuz Bülent Bakiler’in sesini beğenmeyebilirsiniz ancak onun da ‘ses bayrağı’ olan Türkçeye ve Türkçeyi kullanışındaki hünere, ahenge burun kıvırmanız kimseye inandırıcı gelmeyecektir. Bu böyle; çünkü Bakiler’de, duru bir ağıdı kâğıda geçirirken dahi, gurbet akşamlarının hemen öncesinde yazgısı çok uzaklarda kalmış, obası dağılmış, tarihi tarumar edilmiş bir yorgun savaşçı hâli vardır. Bu hâlin yakın tanığı olarak, 1976 yılında bizzat adım attığı ve Balkan şehirlerini anlatmaya durduğu eseri Üsküp’ten Kosova’ya okunduğunda, teminat bahsinin en mukadder kalemi ile karşı karşıya kalındığı hissedilecektir.

Sen Türk! Ben Arnavut! Allah bir! Kitap bir! Peygamber bir!

Üsküp’ten Kosova’ya, Müslüman bir coğrafyanın bahtına vurulmuş kızgın bir mühür hüviyetiyle çıkar karşınıza. Türk ve Müslüman olmanın, ırk tanımının dışında, alabildiğine yakıcı bir ayrıcalığı vardır eserde. Ne demek bu? Bu şu demek: Bakiler bir kimlik olarak Türk olmayı hiçbir şekilde ayrıcalık saymadığı gibi, Müslüman olmanın fazileti ve üstünlüğü bağlamında topyekun bir soru ile çıkıyor karşımıza: Biz nasıl dağıldık?.. Biz nasıl dağıldık?..

Yavuz Bülent Bakiler, Balkan coğrafyasını Müslümansız düşünmediği gibi, bir zamanlar Osmanlı sınırları dahilinde varlığını sürdüren değişik milletlerin Müslümanlar aleyhine yaptıkları çalışmaları da yeni neslin anlayacağı bir dil ve açık kavramlar eşliğinde sıralıyor. Balkanlar ve Rumeli topraklarına dair izlenimlerini, “…Eski Türk şarkılarının aksettiği ve çarıklarının çürüdüğü dağlar, işte şu ufuk çizgilerinin arkasında Manastır, Eyüp kadar Türk olarak alıştığımız Manastır, ötede Kosova, Üsküp, başımın içini Osmanlı haritasının sert dalgaları karıştırıyor…” diyen Falih Rıfkı Atay kadar güzel anlatmayı ne kadar çok istediğini de belirtmeden geçmiyor.

Bir zihin kontrolüne tâbi tuttuğu tarih bilgisi içinde, Müslümanlığın yeri, yurdu ile Türklüğün kaderi arasında duran ümmet bilincinin sönmeye yüz tutan küllerini, karşılaştığı bir Arnavut genci ile arasında geçen bir diyalog dahilinde dile getirip o külleri bir an olsun üflemeye koyuluyor: “Sen Türk! Ben Arnavut! Allah bir! Kitap bir! Peygamber bir! Osmanlı muhteşem! Eşhedü en lâ ilâhe illallah! Ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resuluhu!..”

Müslümanlığın hayat verdiği ve cihad ruhunun ayaklandırdığı İslâm şehirleri

Ümmet anlayışının İttihat ve Terakki eliyle rafa kaldırıldığı yirminci yüzyılın hemen başında cereyan eden hadiseler, öncelikle meyvelerini Balkanlarda vermiş olsa bile, İslâm’ın mukadderatına dair esaslı kararların Cumhuriyet elitlerinin Batı ülkelerinde yozlaşan çıkartma kâğıdı kanunlar eliyle gerçekleştiği herkesin malûmu. Bu noktaya özellikle temas eden Bakiler’in, Türk aydınının bu garabet örneği devletleşme anlayışı karşısında Cemil Meriç’in, “Zavallı Türk aydını… Batılı dostlar alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın yaptıklarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev papağanlaşır.” serzenişini acıyla hatırlatır.

Doğrusu Müslümanlık sözkonusu olduğunda bütün izm’lerin peşine düşen Türk aydınının yeni bir cevher bulduğu iddiasıyla ortaya çıkmış olması, bir gelenek olarak Jön Türkler’in nevzuhur Marksistlere esaslı bir mirası olsa gerek. Çünkü İslâm ve Müslümanlık bağlamında Türk aydınının bilgisi ve görgüsü, tamamıyla Avrupa’nın kanatları altında hayatiyet bulan bir yağdanlıktan öte bir şey değildir. Bu mânâda yine Cemil Meriç’in “Bütün Kur’an’ları yaksak…” diye başlayan o muhteşem tespitine dikkat çekmektedir Bakiler.

Ohri, Kalkandelen, Makedonya, Arnavutluk, Üsküp, Kosova… Müslümanlığın hayat verdiği ve cihad ruhunun ayaklandırdığı İslâm şehirleri… Bu şehirlerin serencamlarına dair, tarih bilgisi eşliğinde bir medeniyet iddiası taşımaksızın Avrupalı olduğunu iddia eden Türk Marksistlerinin alayına birden inen tokat gibi bir tespit daha: “Türkiye’de bir Türk Marksisti hem Kürtçüdür, hem Ermenici! Türkiye’de otuz çingene bir araya gelerek TÜM ÇÖDER (Tüm Çingenelere Özgürlük Derneği) örgütünü kursa, Türk Marksistleri çingeneci de olurlar.” Fakat meseleye, burunlarının dibinde, henüz takvimler eskimeden gerçekleşen Bosna-Hersek kıyımında katledilen Müslümanların hakları konusunda ne düşündükleri sorulsa, ıslık çalmaktan başka yapacakları bir şey yoktur. O gün de yoktu, bugün de yoktur.

Bu noktada Bakiler’in tarih bâbında söyledikleri kesinlikle bir ırkın veya etnisitenin ağıtçılığı olarak değerlendirilemez. Zira Bakiler, Müslümanlığın veya İslâm’ın millet kavramı karşısında nasıl bir tutum takınacağının çok iyi farkındadır.

Arif Akçalı yazdı

YORUM EKLE