Semavi Eyice'nin İstanbul aşkı nereden geliyor?

'İstanbul’un Yaşayan Efsanesi' kitabında, bulunduğu her yere bileğinin hakkıyla ve ter dökerek gelen Semavi Eyice’nin tanıklığında ilmi, iktisadi, siyasi ve sosyal olaylara tanıklık ediyoruz. Muaz Ergü yazdı.

Semavi Eyice'nin İstanbul aşkı nereden geliyor?

İstanbul’un Yaşayan Efsanesi & Semavi Eyice Kitabı, daha çocukluk yıllarında bisiklet sırtında İstanbul’u keşfe çıkan, İstanbul’a derin bir aşkla bağlanmış olan, bu şehir üzerine yerli ve tabancı dillerde çıkmış bütün kitapları, dergileri takip eden, eşşiz bir kitaplık oluşturan, ülkemizin ilk diplomalı Bizans dönemi sanat tarihçisi Semavi Eyice ile yapılan söyleşilerden oluşuyor. Eyice, o bisiklet turlarıyla İstanbul’un bozulmamış halini yakından görmüş. Şimdi olmayan İstanbul’u…

Semavi Bey, çalışmalarını Bizans sanatı üzerine yoğunlaştırmış ama İslam kültür ve medeniyetinin sanatsal yansımalarını es geçmemiş. Osmanlı dönemini de yakından incelemiş ve birçok Türk/İslam eserlerini ortaya çıkarmış. Evet, bu yönüyle de özgün bir şahsiyet olarak tarihteki yerini alır. Kendi tarihimizi ve sanat eserlerimizi incelerken oryantalist bir bakış açısının mahkûmu olmamış. O, Batıda Bizans sanatı üzerine eğitim almış olmasına rağmen bu topraklara mührünü vurmuş kültür ve sanatımıza özgü tarihi kompleksizce araştırmış. Araştırmaları yalnız masa başında, kitapların arasında olmamış, mesaisinin büyük çoğunluğunu İstanbul ve Anadolu’da sahada harcamış.

Almanya'da kaldığı ev de bombalanmış

Kitap 19 bölümden müteşekkil. Sorular ve sohbet daha çok Eyice’nin hayatı ekseninde şekilleniyor. Ailesi, eğitim hayatı, hocalığı, Türk Tarih Kurumu ve Koruma Kurulu üyeliği ekseninde yaşadıklarını anlatıyor. Onun son dönemlerde değişen ve tanınmayacak hale gelen İstanbul ile ilgili görüşlerine pek yer verilmiyor. Ama titiz bir araştırmacı, herhangi bir ideolojik grup ve kliğe hapsolmayan, siyasi bağlantıları dolayısıyla akademyada yer işgal eden şahsiyetlerin aksine bulunduğu her yere bileğinin hakkıyla ve ter dökerek gelen, mücadeleci Eyice’nin tanıklığında ilmi, iktisadi, siyasi ve sosyal olaylara tanıklık ediyoruz. Bürokrasiden ve adam kayırmadan kaynaklı birçok aksaklığı görüyoruz. Yani memlekette aslında çok şey değişmiyor. Emeğin, düşüncenin, bilginin yeri yok. Adamınız varsa, bağlantılarınız sağlamsa bütün kapılar sonuna kadar açılıyor. Eğer bunlar yoksa ya da böyle şeylere tevessül etmiyorsanız işiniz zor.

Semavi Hoca, zorlu bir eğitim süreci yaşıyor. İlk eğitimi İstanbul’da bir papaz okulunda… Bu okuldaki birkaç müslümandan biri. Hocaları aynı zamanda papazlar. Disiplinli bir okul. Liseyi Galatasaray Lisesi'nde tamamlıyor. Zaten İstanbul aşkı bu lisede verilen ve İstanbul’u araştırması istenen bir ödevle başlıyor. Üniversite eğitimi için Almanya’ya gidiyor. Berlin ve Viyana’da okuyor. Okula gidişi ve dönüşü çok maceralı. Almanya treninde tek yabancı öğrenci. Almanya’da savaş var. Bombaların altında bir eğitim, hatta kaldığı ev bombalanıyor. Batma tehlikesi geçirdiği bir gemi ile Türkiye’ye dönüyor.

Dönüşte de sıkıntılar bitmiyor. İstanbul Üniversitesi'nde büyük çekişmelerin arasında bir akademik hayat. Türkiye’de kürsüsü olmayan bir bölüm üzerine eğitim aldığından zorluklar bitmiyor. Bizans’a başkentlik yapmış bir şehrin üniversitesinde o kültürle ilgili bölüm yok. Hoca yine de kürsüsünü kuruyor ve öğrenci yetiştiriyor. 42 yıl boyunca akademisyenlik… Herhangi bir ideolojik gruba mensup olmadığından sürekli sıkıntılar… Ayrıca memleketin üzerinden buldozer gibi geçen darbeler. Her darbe sonunda değişen üniversite kadroları… Koca koca hocaların darbecilere şirin gözükmek için attığı taklalar… Kesintiye uğrayan bilimsel araştırmalar…

Tahrip edilen eserlerin haddi hesabı yok

Semavi Hoca, Almanya, Fransa, İtalya, Macaristan, Bulgaristan, Amerika gibi ülkelerin seçkin üniversitelerinde konferans veriyor. Birçok dergide makaleleri yayınlanıyor, kongrelerde bildiriler yayınlıyor. Bütün bu şöhretine rağmen ülkemizde kalıyor. Bunu kendine özgü bir milliyetçiliğe ve memleket bağlılığına yoruyor. İstanbul Üniversitesi’nde dokuz yıl bekledikten sonra profesörlük kadrosu veriliyor. Hoca bu durumu şöyle izah ediyor: “Türk olmayacaksın, bizde bir şey yapabilmek için Türk olmayacaksın. ‘Biz bilmeyiz Avrupalı daha iyi bilir' mantığı. Yabancı değilsen, Türkiye’de bir şey olmak istiyorsan ya solcu olacaksın ya mason. Bu ikisini birden olduğun takdirde sırtın yere gelmiyor. Ben bir şey olmak için ikisini de olmadım. Onun için boynum dik duruyor daima.”

Kitapta çok ilginç ayrıntılar var. Tahrip edilen eski eserler konusunda Eyice çok muzdarip. Tahrip edilen eserlerin haddi hesabı olmadığını belirtiyor. Camilerin yıkımına karşı çıktığı için yobazlıkla itham ediliyor. O, tahrip edilen camilerimizin, mezarlarımızın milli tarihimiz olduğuna inanıyor. Milli tarihimizle ilgili yıkımların, camilerin yok oluşunun en çok CHP döneminde olduğunu düşünürüz. Eyice CHP döneminde camilerin yıkıldığını, yol açmak için eski eserlerin ortadan kaldırıldığını ama Demokrat Parti döneminde de camileri yaşatma ve yapma dernekleri kurulduğunu ve bu derneklerin bulundukları yerlerdeki camiler için “Artık cemaate yetmiyor, camiler yıkılsın, yenileri yapılsın.’’ gerekçesi ile para toplanıyormuş. Toplanan paraların bir kısmı cebe indiriliyormuş, tarihi camilerin birçoğunu da yıkıyorlarmış. Bu yolla birçok tarihi cami ve mescit yıkılmış. Ayrıca Adnan Menderes’in adı kullanılarak bir çok eser ortadan kaldırılmış.

Ordinaryüslük nereden çıkmış?

Semavi Hoca’nın ayrıca üniversite döneminden de bir çok anekdotu mevcut. Hoca asistan iken Halide Edip Adıvar İngiliz Filolojisi bölümünde profesörmüş. O dönem Atatürk düşmanı ve müthiş İngiliz dostuymuş. Milli Mücadele'de Atatürk’ün yanında çavuş olan Halide Edip Adıvar’ın fanatik bir şekilde İngiliz ve Amerikan taraftarı olduğunu belirtiyor. Hatta Amerikan mandası olmamız için Ankara’ya ve Amerika’ya mektuplar yazıyor. Milli Mücadele döneminde Halide Edip’in Atatürk’e âşık olduğu gibi bir söylentinin mevcut bulunduğunu ama bunun gerçeği yansıtmadığını söylüyor. Adıvar’ın âşık olmadığını, yükselmek ve bir mevki sahibi olmak için böyle davrandığını belirtiyor.

Dikkatimi çeken bir anekdot daha var. Eyice’nin Ordinaryüs Profesörlük ile ilgili söyledikleri. Ben ordinaryüslüğü çok büyük bir birikim ve çalışmanın sonucunda gelen akademik unvan olarak düşünürdüm. Oysa Ordinaryüs Profesörlük, profesörlerin maaşları dolayısıyla üretilmiş akademik bir unvanmış. O zamanlar profesörlerin maaşları 100 Lira. 125 ve 150 liradan sonra maaşlarının artmasına imkân yokmuş. Ordinaryüslük diye ayrı bir şey çıkarmışlar bu sebeple. Ordinaryüslük unvanını verecek 3 kişilik jüri bir araya gelip anlaşıyorlar, sonra birbirlerine sırayla ordinaryüslük unvanı veriyorlarmış.
Sanat tarihinin, medeniyet tarihinin bir parçası olduğuna inanan Semavi Eyice, Türk Tarih Kurumu ve Anıtları Koruma Kurulu’nda da görev almış. Çocuklar yaşlarında kitap toplamaya başlayıp kurduğu kitaplık, dünyanın sayılı Bizans ve Türk sanatı ve İstanbul üzerine kitaplardan oluşuyor. 30 bini aşkın nadide eserin sahibi. İstanbul üzerine konuşabilecek en yetkin insanlardan. Türk düşünce, sanat ve akademya dünyasındaki birçok önemli şahsiyet Eyice’nin tanıdığı... Bir dönem bir arada bulunduğu şahıslardan bazıları: Turgut Cansever, Sabri Ülgener, Metin Toker, Süheyl Ünver, Çelik Gülersoy, Halil İnalcık, Mehmet Kaplan, Haluk Dursun, İlber Ortaylı, Reşat Ekrem Koçu, Zeki Velidi Togan, Ahmet Hamdi Tanpınar

İstanbul’un Yaşayan Efsanesi & Semavi Eyice Kitabı'ndaki söyleşiler Selim Efe Erdem tarafından gerçekleştirilmiş. Timaş Yayınları tarafından 2014 yılı Ekim ayında yayınlandı. Bu kitap doksan küsur yıllık ömrüne birçok şeyi sığdırmış bir bilgenin hayatı etrafında var olagelmiş önemli ayrıntıları keşfetmek için okunması gereken bir kitap. Eyice’ye uzun ömürler diliyoruz. Erdem’e teşekkürler…

Muaz Ergü 

YORUM EKLE