Şehri yaşamak kadar anlatmak da zordur. Bir şehre ayna tutmak ve o aynadan şehri izlemek ancak şehre kalp gözüyle bakmakla olur. Seyyahlığın tarihiyle şehrengiz yazarlığının tarihini bir tutmak gerekir. Şehirlere âşık bir seyyahın gözüyle gördüğünü, kalbiyle dillendirmesi ayrı bir sanat olduğundan şehirlerin dilini, ruhunu ancak bir seyyah en içten şekilde anlatabilir. Şehir şehir gezmek, her şehrin havasını almak, suyunu tatmak, insanlarının arasına karışmak sonra da bunları cümle cümle yazmak ancak bir sevda işi olabilir.
Şehirlere Sevdalı Bir Derviş: Evliya Çelebi
Şehirler üzerine hazırlanmış en güzide çalışma şüphesiz Evliya Çelebi’nin Seyehatnamesi’dir. On ciltten oluşan ve dünya edebiyatında bir örneği daha bulunmayan bu eserinde Evliya Çelebi, Anadolu’dan başlayıp dünyanın birçok ülkesine kadar uzanan geniş bir yelpazenin şehirlerini yazar. Onun anlatımında şehirler hayat bulur. Onun üslubuyla şehirler ayrı bir yüzle çıkar, karşımıza. Yer yer abartılı anlatımı, bazen hayâl âleminden süzülen bakışıyla şehirlerin en müstesna hâllerini onun eserinde bulabiliriz.
Erzurum’un soğuğu, İzmit’in ormanları, Tokat’ın şairleri, onun seyahatnamesinde özgün bir dille anlatılır. Erzurum’un soğuğunu anlatırken; “Vallahi 11 ay, 29 gün Erzurum’da oldum. Halk hep yaz gelecek, dedi. Ben göremedim.” demiştir. Tokat’ı anlatırken de; “Âlimler konağı, fazıllar yurdu, şairler yatağı; Tokat” der.
Hezarfen Ahmet Çelebi’nin ilk uçuşu da onun eserinde geniş yer tutar. Her ne kadar Seyahatname geniş bir coğrafyayı anlatan bir eser olsa da içinde en geniş yer bulan şehir, İstanbul olmuştur. Saraylardan, paşalardan, düğünler ve şölenlerden uzun uzun bahseden Evliya Çelebi, bu anlatımıyla hem bir şehrengiz yazarı gibi davranmış hem de bir tarihçi gibi devrin olaylarını yansıtmıştır. Onun gözünde şehirler, bir hayâlin gerçekleştiği masal dünyalarıdır. Her şehir güzeldir aslında. Önemli olan bu güzelliği görebilmektir. Evliya Çelebi, gezmeyi kendine iş edinmiş bir seyyahtır. Bazen gezi amacıyla bazen devlet göreviyle uçsuz bucaksız bir coğrafyada nefes almıştır. Onun için her şehir, yeni bir dünyanın kapısı gibidir. Doğudan batıya uzanan çizgide değişen insan yaşamları, gelenek ve görenekler, insanların değer yargıları onun eserinde bazen mizahla bazen öğretici bir üslupla şekil alır.
Evliya Çelebi, bir şehre hayat veren ne varsa onu anlatmıştır. Gördüklerinin yanında yorumlarıyla da anlatıma zenginlik kazandırmıştır. Şehirlerin tarih sürecinde gösterdiği değişimi anlamak için türünün en mühim örneği olan bu eseri, tekrar tekrar okumakta fayda vardır.
Beş Şehir
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir adlı eseri, bir edebiyat adamının gözüyle şehirlerin dünyasına giren önemli bir kitaptır. Tanpınar, ele aldığı şehirleri tarih süzgecinden geçirerek anlatır. Şehirlerin tarihteki yerlerinden, gelenek ve göreneklerinden, tarihi güzelliklerinden bahseder. Çok gezen biri olmasına rağmen Tanpınar hayatındaki beş şehri özellikle anlatmak istemiştir. Onun beş şehri; Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’dur.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu kitabı yazmak istemesinin asıl sebebi; “Hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır.” Güzellikler elimizden kayıp gitmekte ve biz, bunlara karşı bir şey yapmadan öylece bakmaktayız. Şehirler bizimdir ve biz de şehirlerin. Her gün bir yanımızdan kopan bir parça gibi şehirler, gerçek yüzlerini kaybederek geçiyorlar içimizden. İşte Tanpınar’ın yapmak istediği de kaybolan değerlerle birlikte şehirlerin içimizdeki yerini sağlamlaştırmaktır. Her şehir, bir dünyadır; geçmişten geleceğe uzanan bir köprüdür. Her şehrin tarihe yaslanan bir yanı vardır. Tanpınar özellikle şehirlerin tarihle olan bağına dikkat çeker.
Bunlardan İstanbul; bir medeniyetin şehridir. Özellikle yapılarıyla bir tarihin yaşayan yüzünü temsil eder. Zaman geçtikçe eski güzelliğini ve özelliğini kaybeden bir İstanbul’u yaşamak zorunda kalmak ağır gelse de İstanbul’da yaşamak ve İstanbul’u yaşamak da önemlidir. Tanpınar’ın İstanbul’u, hayâlleri süsleyen bir gönül ustasıdır.
Ankara’nın mahzunluğu, kenarda oluşu Tanpınar’a hüzün verir. Sanki bir gazi gibidir Ankara. Yorgundur hep.
Konya, Mevlana’nın nefesiyle büyüyen bir bozkır çocuğudur. Selçuklu neyse, Konya da odur.
Erzurum, acıların şehridir. Savaşlardan aldığı yarayı saramayan bir mahzun şehirdir. Erzurum demek; Tanpınar’a göre Milli Mücadele demektir.
Ve Bursa. Tanpınar’ın adıyla özdeşleşen zamanın şehridir. Zaman, her yerde işler ama Bursa’da geçen zaman ayrıdır. Bursa; semtleriyle, mahalleleriyle, tarihten bir imbik gibi süzülen zamanı yaşar. Billur bir su gibidir, Bursa; şırıltılı sularıyla zamanın suda yansıyan yüzüdür.
Bir şairin şehirleri anlatması da elbette şiir gibidir. Bir yazarın anlatması ise romandan bir parçadır, âdeta. Ahmet Hamdi, bu iki özelliğiyle şehirlerin kalbine dokunmuş bir edebiyat adamıdır.
Şehzadeler Şehri Amasya
Amasya; tarihiyle, coğrafyasıyla, Ferhat’ıyla, Şirin’iyle gözde şehirlerimizden biridir. Tarihte, “Şehzadeler Şehri” olarak anılan Amasya, Kral Mezarları’yla, Ferhat’ın aşkı uğruna dağlara açtığı su kanallarıyla, Yeşilırmak’ın şehri ikiye bölen nazlı nazlı akışıyla ayrı bir güzelliğe sahiptir. Özkan Yalçın, kitabında bu güzellikleri şairâne bir üslupla anlatır. Bütün bu birbirinden güzel mekânlara adeta ruh vererek, bu mekânların şehre kattığı anlamları da göz önünde bulundurarak canlı bir portre sunar, okuyucuya.
Özkan Yalçın, Yedinci Şehir kitabıyla ilgili kendisiyle yapılan bir söyleşide özellikle “şehir ve insan” üzerinde durur. Şehirlerin de bir canı olduğunu ve önemli olan bu canlılığı göz ardı etmemek gerektiğini vurgulayan yazar, “Şehirler bir aynadır. İnsan nasıl yaşıyorsa kendisini o şehirde, öyle görür.” demiştir.
Özkan Yalçın’ın Amasya’sı tarihten bir sayfadır. Şehrin her köşesi, tarihin canlı birer şahididir. Şehzadelerini Amasya’ya gönderen Osmanlı, buraya büyük bir anlam yüklemiştir. Yavuz gibi bir padişahın haşmeti sinmiştir, şehre. Beyazıt’ın ruhu sanki hâlâ şehirdedir. Ferhat’ın su kanallarından adeta bir sevda masalı akmaktadır. Bütün bunlar ve daha fazlası, Özkan Yalçın’ın şair kaleminden şiir olup damlamaktadır.
Bir şehre gitmeden önce okunması gereken kitaplar arasına Yedinci Şehri de alabilirsiniz. Bu kitap size sadece rehber olmayacak, aynı zamanda bir şehrin şiirini de sunacaktır. Bir gün yolunuz Amasya’ya düşerse, elinizde Yedinci Şehir, dilinizde Cafer Turaç’tan “Amasya Mektupları” olsun. Görün bakın o zaman, şehir size ne güzellikler sunacak.
Şehrin Fotoğrafını Çekmek
Beşir Ayvazoğlu, Şehir Fotoğrafları kitabında okuyucuya şehirlerin pastoral fotoğraflarını sunan bir ressamdır âdeta. Görsel anlatımın yoğun olduğu kitapta yazar, İstanbul’un silüetini çizer. İstanbul’un edebiyata yansıyan yüzünü anlatır çokça. Divan Edebiyatı’nın İstanbul’undan, pazarcı seslerinin kaybolduğu İstanbul’a kadar karış karış dolaştırır, okuyucuyu. Kendi bakış açısının yanında edebiyatçıların İstanbul’unu da anlatır. Ahmet Hamdi’nin, Mehmet Akif’in, Yahya Kemal’in, Refik Halit’in İstanbul’una dair izleri takip eder.
İstanbul’un nasıl olup da cümbür cemaat hâllere geldiğine dair tespitlerde bulunur. Şehirler değişir; bu kaçınılmazdır. Zaman geçer ve şehirlerin çehresi değişir ancak İstanbul’un değişimi, bir arabesk çığlığı gibi olmuştur: Çokça bizden, çokça yabancı.
İstanbul’un yanında Türkistan’dan esintiler de vardır, bu kitapta. Türk’ün olduğu her yerin nefesini duyurmak istemiştir, Ayvazoğlu. Mostarlı geceler, Taşkent’in gülleri, Orta Asya bozkırları, Semerkand’ın masalı. Bir insanın içine bir şehrin sevdası düşmeyegörsün artık aradaki bütün sınırlar kalkar. Böyle bir sevdaya, Misak-ı Milli dar gelir. Şehir ki düş gibidir; uçsuz bucaksız bir aşktır.
Bir Tutam Şehir Tozu
İnsanların içlerinde büyüttükleri pastoral bir firar vardır. Her fırsatta şehirden kaçmanın planlarını kurarlar. Bir dağ köyüne gitmek, şehirden uzak kalmak, çam ağaçlarının arasında kafayı dinlemek. Bu; şehir insanına umut aşılayan, içini rahatlatan, kafasını dağıtan ama hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceği bir düştür.
Bir kişi, şehrin tozunu bir kez yuttu mu onu, başka bir hava kabul etmez. Şehir havası insanı çarpar mı bilmem ama insanı, kendisine sımsıkı bağlar; bunu, iyi biliyorum işte. Şehre yakasını kaptıran bir daha kurtulamamıştır; beton duvarlar arasında açan bir çiçek gibi.
Mustafa Uçurum
Makas Dergisi, Ekim-Kasım, 10. Sayı