Sahi nereye gitti şu bizim medreselerimiz?

Maarif davası Türkiye'nin en çetrefilli davalarından birisi. Bugünlerde konuşulan meselelere bir katkı da 'Medaris-i İstanbul'dan olsun... Kamil Büyüker yazdı.

Sahi nereye gitti şu bizim medreselerimiz?

Bugünün en hararetli tartışmalarından birisi dershane meselesi. Her kafadan bir ses çıkıp iş kakafoniye dönüştüğü için bir şey duymak, işitmek, anlamak mümkün değil. Öyleyse biraz durmak ve düşünmek icap ediyor. Kimisi, “Okulları da kapatalım!” kimisi, “Dershaneleri yedirmeyiz!” kabilinden şeyler söylerken bir aykırı ses de, “Medreseleri geri açalım!” dedi. İyi de elde ne medrese, ne müderris, ne talebe, ne klasikler var. Bütün bunların yerine kocaman bir de "Ah!" var. Neyse ki İstanbul'da medreselerimiz de varmış dedirtecek kadar eserimiz varmış. Bunu önemli bir çalışmadan öğreniyoruz: Medaris-i İstanbul.

Payitahttan geriye sadece 68 medrese ayakta kalabilmiş

Medaris-i İstanbul adlı eser, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından 2008 yılında iki cilt olarak yayınlanmış. Eser hakikaten de medreselerin ve ilim geleneğimizin ağırlığını taşıyacak cesamet ve ağırlıkta neşredilmiş. Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, Bekir Cantemir, Mustafa Göleç kitabı yayınlayan üç isim olarak karşımıza çıkıyor. İstanbul, ihtişamlı zamanlarında medrese zengini bir şehir iken, şimdilerde mevcudu tespit edilen sadece 68 medrese bulunuyor. Ne hazin değil mi? Mevcutların kayıtları, eski ve yeni hâlleri, hangi hocaların gelip geçtiği, mevcut öğrenci sayıları gibi en ince detaylar imkânlar elverdiği ölçüde çıkarılmış.

Tarihi ilçelerden başlanarak bir yürüyüş güzergâhı üzerinde Eminönü, Eyüp, Beyoğlu, Beşiktaş, Üsküdar ilçelerinde bulunan medreseler sıralanmış ve tanıtılmış. Takdim yazısından sonra “Osmanlı Medresesi” isimli yazıyı Prof. Dr. Mehmet İpşirli kaleme almış. “İstanbul Medreseleri”ni Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu, “Medrese Mimarisinin Gelişim Tarihi ve İstanbul Medreseleri” yazısını ise sanat tarihçisi Fatma Kuş kaleme almış. Sonrasında Ahmet Cevdet Paşa'nın medrese anılarına yer verilmiş.

Kimi müze, kimi kurs, kimi spor klubü, kimi de metruk vaziyette

Bu yapıların elbette yapılış amacına hizmet etmesi istenir ama bu her zaman mümkün değildir. Hâlihazırda medreselerin eğitim maksatlı aslına uygun kullanıldığını da pek göremiyoruz. Kimisi atölye, kimi marangoz, kimi vakıf, kimi kurs, kimi de kaderine terk edilmiş vaziyettedir. İçlerinden ilgimi çekenlerden birisi Fatih'te yer alan Haliliye Medresesi. 1949'dan bu yana Çırçır Spor Kulübü olarak kullanılmaktadır. 19. yüzyıl medreselerinden birisi olan eser, kullanılma amacı itibariyle de medrese özelliğini kaybetmiş durumda.

Bir diğer medrese Hamidiye Medresesi ise I. Abdülhamid tarafından inşa edilmiş. 1869'a kadar ayakta olan ve 89 talebe bulunmakta imiş. 1914 raporlarında ise, medresede 50 talebenin kalabileceği belirtilmiş. 1918 tarihinde ise harabe vaziyete gelen medrese, 1926'da yıktırılmak üzere İstanbul Ticaret Borsası’na devredilmiş. Borsa burayı yıktırmamış ve tadilatlarla o günden bu yana kullanmaya devam etmiştir. Bunun yanında Siyavuş Paşa Medresesi, Üçbaş Medresesi, Kaba Halil Efendi Medresesi, Fatih (Sahn-ı Seman) Medresesi gibi medreseler de, kitap yayınlandığı tarihte metruk vaziyette iken, bugün yeni yeni restore aşamalarına girdiğini görüyoruz.

500 medreseden bugüne...

Fatma Kuş, fetihten 19. yy. kadar İstanbul'da inşa edilmiş medrese sayısının 500'ün üzerinde olduğunu yazar. Buradan anlaşılıyor ki yitip giden eserler sadece cami, çeşme, tekke ile sınırlı değil. Bu eserlerin yangın, deprem, sel vs. ile yıkılanlarını kenarda tutarsak, bu medreselerin büyük kısmının ihmal ve inkâr politikalarının neticesinde yok olduğunu eserden de rahatlıkla görebiliyoruz. Medrese geleneğini belki yeniden ihya etmemiz söz konu değil ama mevcut eserleri muhafaza ile ve maksada uygun kullanmak suretiyle, bir nebze olsun vicdanımızı rahatlatabiliriz.

Kâmil Büyüker, Elde kalan İstanbul medreselerinin havasını teneffüs etti

YORUM EKLE