Sinan Çetin’in “Mutlu Ol Bu Bir Emirdir” kısa filmi ülkemizde 1934-36 arasında Türk Musikisinin yasaklanmasını ironik bir üslupla işler. Mustafa Kara, geleneksel Türk Musikisine en köklü zararın, tekke ve zaviyelerin kapatılması ile verildiğini söyler. Bu uygulama, Türk Musikisinin radyolarda yasaklanmasına kadar varır ve halk özellikle güneydoğuda Mısır radyosuna, Mısır kaynaklı filmlere yönelir.
Arabesk olarak nitelenen müziğin kaynakları arasında bu film ve radyo yayınlarının olduğu söylenmektedir.
Murat Bardakçı, Safiye Ayla’yı merkez olarak aldığı Safiye kitabında Türk Musikisinin radyolarda yasaklanmasının tarihini ve belgelerini yayımlayarak kültür tarihimize vurulan bu darbeye yeni bir açılım getirdi.
Bir biyografik eser olan Safiye; kurgusal bir metin ile başlıyor. Bu kurmaca metin, Safiye’nin dârü’leytâma verilmesini konu edindikten sonra Safiye’nin macerasına giriyoruz.
Nasıl bir macera bu?
Kültür, siyaset, eğlence, magazin, edebiyat dünyası ile iç içe geçmiş bir hayat macerası. Macera öncelikle Safiye’nin doğumu ile başlıyor. Çünkü doğum tarihini bilmediğimiz bir sanatçı Safiye. Bu bilinmezlik hem dönemden hem de Safiye’den kaynaklanıyor. Anne-babası hakkında bile tam bilgiye sahip değiliz sanatkârın. Nereli olduğu, soyu sopu, hangi okullarda ne kadar okuduğu, neden ayrıldığı ile ilgili bilgiler de meşkûk. Doğum tarihini/yaşını sık sık değiştiren bir kadın sanatkârla karşı karşıyayız. Murat Bardakçı özel olarak işaret etmese de mutlaka biliyordur. Acaba Safiye’nin babasının adı “Abdullah” mı yoksa Osmanlı geleneğinde görüldüğü üzere babası tam olarak bilinmeyen kişiler için nüfusun uyguladığı bir yazı Abdullah’ı mı?
Bilmiyoruz.
Bildiğimiz, o güne kadar rastlanmayan, erkek sesine yakın bir ton. Bir ses virtüözü. En önemlisi kendi kıymetinin ve öneminin farkında. Bundan dolayı magazin basınını, tarihçileri uğraştırmak istediği açık. Skandal olarak isimlendirilebilecek birçok açıklamalar, aşklar, siyasetle ilgisi, giyim tarzı, hep bu amaca yönelik. “Ben varım, benimle ilgilenmek zorundasınız, beni unutamayacaksınız, kendimi unutturmayacağım.”
Türkiye’nin geçirdiği siyasi gerginlik ve eğlence hayatı
Safiye Ayla, anne babası hakkında çok az bilgi sahibi. Ancak o kendini öksüz olarak tanımlamaktan yana. Değil mi ki dâr’üleytâmda büyüdü, değil mi ki anne babanın mezarı bile belli değil. Kendine en çok yakıştırdığı bu öksüzlük hali onun aynı zamanda hem imkanı hem sığınağı. Küçük yaşlarda keşfedilen Safiye’nin ayrıntılı hayat hikayesinden satır başları verelim.
Atatürk’ün sofrasında şarkı söyleyen bir sanatkâr. Bundan dolayı Atatürk’ün çevresi hakkında bilgi sahibi. Ancak o bu konuda ketum davranıyor ve yıllarca aynı hikayeleri anlatıyor. Yemen türküsü, Yanık Ömer gibi şarkıları çok sevdiği, şarkı kültürünün derin oluşu vs.
İsmet İnönü’nün odasında onun pijamalarını giyerek sabahlaması ve İnönü’nün kendisine âşık olduğu imaları.
Kitabın bu sayfalarında Türkiye’nin geçirdiği siyasi gerginlik ve eğlence hayatını yan yana veriyor Murat Bardakçı.
Bir yanda İstanbul’un eğlence merkezleri, gazinolar, güzellik ve ses kraliçesi yarışmaları, filmler, zamanın artistleri. Mesela bu bağlamda güzellik yarışmalarının jürileri olarak Abdülhak Hamid ve eşi Lüsyen Hanım, Peyami Safa, Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem (Bolayır), Cenab Şahabettin, Yunus Nadi, ressam İbrahim Çallı, Cemal Reşit Rey vb. isimleri görüyoruz ki bu tespit ilgili yazar ve şairler hakkında bir değerlendirmeyi gerektiriyor. Ayrıca Mevlid’i Atatürk’e uyarlayan, İsmet İnönü’ye kaside yazan Halit Fahri gibi şairler de bu bağlamda yeniden değerlendirilmelidir.
“Menemen’de asıyoruz; günlük hayatta çağdaşlaşıyoruz”
Bardakçı’nın özel bir dikkatle yaptığı bir metin yazarlığı ve Cumhuriyet gazetesinden seçtiği görseller var ki bu husus ayrıca üzerinde durulmaya değer. Çünkü yeni devlet bir yanda Menemen Hadisesi ile ilgili haberleri korku ve endişe verici üslupla yayımlarken; güzellik yarışmasına ait resimleri de paralel olarak veriyor.
Ne diyor bu fotoğraflar?
Güzellik yarışması bir Batılaşma mücadelesidir; din ve tarikatlere geçit yok.
Batı’ya verilen mesaj: Menemen’de asıyoruz; günlük hayatta çağdaşlaşıyoruz.
Din, tarikat, gelenek tarihe mal oluyor, bundan böyle istikametimiz Batı, göstergemiz kadınlarımız.
Bu güne kadar kadınların Batılılaşamamasının sebebi işte tarikatlerdir.
Hatta din, diyanet ve gelenekle ilgili istihfaf bile söz konusu.
Siyasi alanda verilen bu mücadele din ve dindarlarla sınırlı kalmayacak, bir öksüz, bir yetim çocuk olarak yoksulluklar içinden gelen Safiye Ayla’nın Türkiye Komünist Partisi’ne verdiği destekle başka bir veçhe kazanacaktır. Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Serteller, Aybar, Ömer Rıza Doğrul, Aziz Nesin gibi zamanın komünistleri çevresinde gelişecektir bu mücadele. O kadar ki TKP’nin 15 vekil ile TBMM’ye girdiği seçimlerde Safiye Ayla hem otobüsün üstüne çıkıp konuşacak hem kendi ses tekniğini seçim çalışmalarında kullandıracaktır.
Kitapta Şerif Muhiddin Targan’la ilgili bilgiler, mektuplar ve notlar da yer alıyor
Merkez kişi Safiye Ayla olduğu için kitabın Türk Musikisi üzerinden ilerlemesi normaldir. Bu sayfalar bize Türk Musikisinin eserleri, güfteler, bestekârlar, makam özellikleri, musikiye ait kavramlar konusunda ne kadar cahil olduğumuzu gösterirken Murat Bardakçı’nın da bu konudaki birikimini gözler önüne seriyor ki şapka çıkartıyoruz.
Bardakçı, magazin basınını gayet yetersiz buluyor ki bu husus özellikle Safiye Ayla konusunda doğru. Ayrıca yazarın İstanbul’un eğlence mekanları ve mekanların özellikleri konusunda hayli bilgi topladığına da işaret edelim. Bu bağlamda II. Abdülhamit Han’dan intikam alırcasına Yıldız Sarayı’nın kumarhane olarak kullanılmasını, Namık İsmail ve Çallı İbrahim’in teklifi ile Sultanahmet Camii’nin resim sergisi olarak kullanılması düşüncesi, Türkçeyi sadeleştirme çalışmaları, Kur’an-ı Kerim’in, ezanın, salânın ve namazın öztürkçe ile icrasını bu bağlamda zikretmeliyiz.
Kitabı önemli kılan diğer bir husus da Safiye Ayla’nın kocası Şerif Muhiddin Targan’la ilgili bilgiler, mektuplar ve notlar içermesi. Bilindiği gibi Şerif Muhiddin Targan, Hz. Peygamber’in (sav) soyundan gelen bir musiki adamıdır. Yıllarca Amerika’da kalmış ve Türk Musikisini uduyla icra ederek dünyaya tanıtmıştır. Mehmet Akif Ersoy’un da yakın dostu olan Şerif Muhiddin’in Akif’e yazdığı iki mektubunu da okumak mümkün. Ayrıca Âkif’in, Targan’ın dostu ve hamisi Amerika eski başkanlarından T. Roosevelt’in oğlu Archibald Roosevelt’e ithaf ettiği şiir ile Safahat’ta bulunmayan ve Şerif Muhiddin’e ithaf ettiği ikinci şiirden de haberdar oluyorsunuz.
Musiki, Safiye’yi geleneğe bağlayan en önemli kaynak
Bir hatıra kitabı çevresinde yazıyorsanız her şeyi söyleyemezsiniz. Söylememelisiniz de. Ben de öyle yapacağım. Ancak kitabı okumayı kışkırtacak notlarım var. Onları söylemeliyim.
Mesela radyolarda yasaklanan Türk Musikisinin nasıl serbest bırakıldığına dair bir bilgi olmadığı gibi bunun faili de belli değil. Şükrü Kaya‘nın yasaklaması ile başlıyor ve bir oldubitti ile yasak kalkıyor. Safiye Ayla o ceberrut dönemde bu yasağa karşı çıkmaktan geri kalmıyor.
Safiye Ayla bütün mirasını Türk Eğitim Vakfı’na bağışlıyor. Ancak gün geliyor paraya ihtiyacı oluyor ve borç için TEV’in başkanı olan Koç’a gittiğinde aldığı cevap şaşırtıcı : “Prensip olarak kimseye borç vermiyorum.”
Vermiyor da.
Safiye Ayla’nın iki yüzü var. Bir yüzü geleneğe diğer yüzü modernleşmeye bakıyor. Musikisi onu geleneğe bağlayan en önemli kaynak. Kur’an okuyor, günde iki vakit namaz kılıyor, kocası için mevlit okuyor, okutuyor, kocası Şerif Muhittin’in mirasını almıyor, ezilmişlerin yanında yer alıyor vs… Modern yüzünde ise estetik ameliyatlar, bikini ile sahneye çıkmalar, yasak aşklar, sık sık doğum tarihi değiştirmeler vs. var.
Bunlar Safiye Ayla’nın maceraları.
Türk Musikisinin yasaklanması korosunda kimler vardı?
Murat Bardakçı, Safiye ile bir kişiyi değil bir dönemi anlatıyor. Nazım Hikmet’in ve annesinin M. Kemal’e mektupları, Kemal Tahir, Safiye Ayla ve komando aşkı Timur, kocası Şerif Muhiddin ile mektuplaşmaları, Türk Musikisinin yasaklanma macerası ve de dönemin kültür, siyaset olayları.
Türk Musikisinin yasaklanmasının ve Batı müziği ile yer değiştirmesinin adımlarına Dâr’ulelhân’ın Türk Musikisi bölümü kapatılarak başlanır. Ziya Gökalp’in “Türk Musikisinin aslında bir Bizans Musikisi olduğu” görüşü devlet adamlarına cesaret verir. Bu koroya Falih Rıfkı gibi inkılabın kalemşörlerinin yanında Halid Ziya Uşaklıgil, Fuat Köprülü, Ercüment Ekrem Talu, Ahmet Şükrü Esmer, Akbaba dergisi ile Yusuf Ziya Ortaç, Cemal Reşid Rey, Hasan Ferid Alnar da katılacak Mesud Cemil ve Peyami Safa ortaya salata yapacaktır. Koroya İstiklal Mahkemelerinin meşhur savcısı Necip Ali’nin katılmasını ise üstü kapalı bir tehdit olarak okumak mümkün. Ve bundan böyle Türkiye radyoları 677 gün Türk Musikisi çalmayacaktır. Ancak devletluler gerek Köşk’te gerek İstanbul’daki saraylarda Safiye Ayla gibi sanatkârları toplayacak ve meşk edeceklerdir.
Dilimiz musikimize bağlı; musikimiz dilimize bağlı
Günümüzde özel radyo, televizyon ve sosyal medya sebebiyle Türk musikisi yayını artık tartışılmıyor. TRT arabesk müzik yayımlıyor. Safiye kitabı hafızalarımızı tazeledi. Şunu açıkça görüyoruz ki biz musikimizi kaybetmişiz. Musikimiz elimizden alındı. Eskilerle övünüyoruz ve fakat onların yanına yenilerini ekleyemiyoruz. Dil değişti. Klasik musikideki güfteleri mahreçlerine uygun olarak seslendirecek, anlamlarına uygun olarak sesini dalgalandıracak sanatkârlarımız parmakla gösterilecek kadar az. Safiye bize gösteriyor ki dilimiz musikimize bağlı; musikimiz dilimize bağlı. Bunlardan biri olmazsa diğeri olmayacaktır.
Burada musikimizi yasaklama teşebbüsü derken Murat Bardakçı’nın kitabında yer vermediği bir olayı hatırlatmakta yarar var. Yasakçı kahramanımız 1930’lu yılların zihniyetine sahip Suna Kan, yerli musikinin müdafii de Kültür Bakanı Talat Sait Halman’dır.
1971 yılında, Itrî'nin vefatının 259. yılında düzenlenen konser için Devlet Konser Salonu düşünülmüş, fakat rejim meselesi yapılarak engellenmiştir. Kemancı Suna Kan, Başbakan Nihat Erim'e gönderdiği mektupta; "İş ne Itri meselesidir, ne Devlet Konser Salonu'nda alaturka konser vermek meselesidir, kökünden Atatürk devrimleriyle sıkı sıkıya ilgilidir" diyerek bu konsere karşı çıkar. Dönem, 1. Nihat Erim Hükümeti dönemidir ve ilk defa bu hükümet döneminde ihdas edilen Kültür Bakanlığı koltuğunda Talat Sait Halman oturmaktadır. Tartışmalardan sonra Halman’ın istifası istenir. Halman bu isteği yerine getirmez. Bunun üzerine hükûmet istifa eder ve yeni kabinede Halman yoktur.
Sonuç?
Halkın gücü yasakları yenmiştir. Kültür hadiselerinin kanunla düzenlenmesinin mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Ve diğer bir sonucu Falih Rıfkı şöyle noktalayacaktır : “ (M. Kemal’den bahsettiği bir yazısında) ….sevdiği musiki alaturka, inandığı Garp Musikisi idi. Evinden alaturka musikiyi eksik etmemişken, milli eğitimde sadece batı musikisini tutmuştur.”
Murat Bardakçı, Safiye, T. İş Bankası Kültür Yayınları
Kâmil Yeşil
Çıkan sonuç net. Kültür hadiselerini kanunla düzenlemeye çalışmak hiç de hoş olmayan sonuçlar doğurur. Bu güzel yazı için teşekkür ederim.