Ruhun incilerini toplamak için: Görünmeyen Üniversite

"Arayışın da bir fiziği var. Konfor alanımız, bizi iyi hissettirdiğini sandığımız, israf ettiğimiz alışkanlıklarımızı geride bırakacak kadar cesursak içsel ya da dışsal gerçeği arama yolculuğuna çıkmaya yaklaşmışız demektir. Her şeyi bir ipucu gibi görmeye başlayınca, yolumuza çıkacak herkesi öğretmen olarak görmeyi kabul edeceğiz. En önemlisi kendimizle ilgili zor gerçeklerle yüzleşmeye hazır olduğumuzda gerçek asla bizden saklanmayacaktır." Hülya Günay yazdı.

Ruhun incilerini toplamak için: Görünmeyen Üniversite

Gerçekçi olmak dört bacaklı bir masa gibi dengede durmaya benzer. Böylelikle insan motivasyonunu kaybetmez. Bazen kendini kaybetmek yaşam dengesinin bir parçasıdır. Dünyaya gözlerimizle bakmaya çalışmak yerine, kalbimizle görmemiz gerekir. Hislerimiz hakikati önceden görür ve bizi doğru istikamete yönlendirir.

Dışa bağımlı bireylerden oluşan bir toplumda yaşıyoruz. Kalabalıklar, rekabet içinde kaybolmuş insan içsel yolculuğundan uzak ve huzursuz. Hemen herkesin derdi anlaşılmak. Anlamak için çabamız yok. Ya da yanlış anlamaya hazırız. Üst bilinç; algılar, toplumsal öğretiler, çevresel etkilere tepki olarak şekillenir bu da bizi hislerimize sağır olmak hatasına düşürür.

Arayışın da bir fiziği var. Konfor alanımız, bizi iyi hissettirdiğini sandığımız, israf ettiğimiz alışkanlıklarımızı geride bırakacak kadar cesursak içsel ya da dışsal gerçeği arama yolculuğuna çıkmaya yaklaşmışız demektir. Her şeyi bir ipucu gibi görmeye başlayınca, yolumuza çıkacak herkesi öğretmen olarak görmeyi kabul edeceğiz. En önemlisi kendimizle ilgili zor gerçeklerle yüzleşmeye hazır olduğumuzda gerçek asla bizden saklanmayacaktır.

Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan’ın tespitleri hâlimizin lisanı:

‘’İnsanın gözünün görür, elinin tutar ve ayağının yürür hâle gelebilmesi için ruhunun derinliklerine doğru uzun bir yürüyüşe çıkması gerekir. Bunun için de insanın görünen üniversitelerden daha çok ‘’Görünmeyen Üniversiteler’’de öğrenmeyi öğrenmesi gerekir. Çünkü öğrenme beşikten mezara kadar devam eden kesintisiz bir süreçtir. Bir insan gönlünün derinliklerindeki incileri toplamasını başaramazsa ruhunu güzelleştiremediği gibi çevresini de zenginleştiremez.

Ruh döviz kurlarıyla değil, şiirle beslenir. Şiirsiz bir toplum ruhsuz bir toplumdur. Şiiri yakalamak için görünen dünyayla görünmeyen dünyayı bir bütün olarak görmesini bilmek gerekir. Nasıl çekirdeğin ağaç olması için toprak ve suya ihtiyacı varsa, insan da gönlünü zenginleştirebilmek için üniversite ve öğrenime ihtiyaç duyar.

Öğrencileriyle büyük bir “Görünmeyen Üniversite” olan Mevlana, öğrenimi suya, insanı ağaca benzetir. Ağaç suyla dallanıp budaklanırsa insan da öğrenimle iç ve dış dünyasını zenginleştirir. Bunun için görünmeyen üniversiteler çekirdekte ağacı ağaçta da çekirdeği gören, büyük bir değiştirici ve dönüştürücü gücün kaynağıdırlar. Bu üniversiteler başında Peygamberimiz ve onun mirasçılarının olduğu büyük bir öğrenim kurumları zinciridir. ‘’

İman sahibi olan kimse asla kaybolmaz. Hız, hırs, tüketim toplumunda davet edilenler huzurun yolunu mutlaka bulur. Huzura eren kimse yolunu kaybetmez. Herkes yolunu bulmak için kendine bahşedilmiş en değerli yeteneğini kullanırken ruhunu temizler ki Yüce Aşkının kapısının önünde, o vakit olur O’nun âşığı. Ve şu koca fani dünyada herkesin yerine getirmesi gereken bir vazifesi vardır. Vazifeye vesile olmak, vazifeyi üstlenmek kadar nasip meselesi, nasip layık olanı bulur:

Biz Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalışırken çok samimi, idealist, gayretli, İslâmî değerlere gönül vermiş, memlekete hizmet etmeye çalışan genç dinamik bir ekiptik. Mehmed Zahid Kotku Hocamız da birçoğumuzun hayatını etkileyen bizlere yol gösteren, ufuk insan, sonsuzluk kervanının halkası, güzel ahlâk abidesi, mürşid-i kâmil, yaşayışıyla örnek olan bir insandı.

Biz o zaman Mavera dergisini çıkarıyorduk. Ben de dergide yazılar yazıyordum. Mehmed Zahid Kotku Hocamız vefat edince yeni çıkacak sayıda, bu konuda yazı yazmamı istediler. Ben bu konuda yetkin olmadığımı söyledim ama rahmetli Cahit Zarifoğlu evime kadar gelerek, ‘Bu yazı gelmeden bu sayı çıkmayacak’ diye ısrarla yazmamı istedi.

Bunun üzerine “Görünmeyen Üniversite” başlığıyla yazıyı yazmak durumunda kaldım. Bu yazı o kadar sevildi ve beğenildi ki adeta elden ele dolaştı. Daha sonra Mahmut Esat Coşan Hocaefendi bu yazının Seha Neşriyat tarafından kitaplaştırılmasını istedi. Böylece yazı kitap hâline dönüştü. Görünmeyen Üniversite’ye daha sonra birçok ilmi çalışma ve eser tarafından kaynak gösterilerek atıfta bulunuldu. Tabii bu güzellik ve bereket, görünmeyen üniversitenin bereketiydi.”

“İstanbul’da bir ‘’Görünmeyen Üniversite” olan Mehmet Zahid Kotku, Cumhuriyet döneminin en önemli olgunlaşma odaklarından biri olmuştur. O çevresinde gönül dünyasının kaynaklarını harekete geçiren, geniş bir çekim alanı oluşturmuştur. Onların düşünce ve eylem dünyalarında, katılık yumuşamaya, nefret sevgiye, zorluk kolaylığa, çirkinlik güzelliğe, tüketme üretmeye dönüşmüştür. Onlar uzun sessizliklerde kesilen, susulur gibi konuşulan, konuşulur gibi susulan, sohbetleriyle toplumları dönüştürmüşlerdir.” [s.8]

Ali Haydar Haksal: “Görünmeyen Üniversite eseriyle farklı bir özelliğe sahip. Yunus Emre ile Taptuk Emre, Mevlâna ile Şems, Necip Fazıl ile Abdülhakim Arvasi ikiliklerinin bir benzerini Ersin Nazif Gürdoğan ile Mehmed Zahid Kotku Efendi’de görüyoruz. Mehmed Zahid Efendi yakın zamanda yaşadığı için ismen tanınıyor. Ayrıca siyasiler ve siyasal yapılanmalar üzerindeki etkileriyle de biliniyor. Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Korkut Özal, Turgut Özal gibi önemli siyaset insanlarının üzerindeki etkisi bilinen bir gerçek. Bu Türk siyasal yapısına yön vermeye de neden. Böyle olmasına karşın siyasal ilişkiler zaman içinde unutulmaya mahkûm. Bu alanda hızlı bir döngü var, zamanı öğütüyor, insanları unutkanlıklara götürüyor. Ersin Nazif Gürdoğan Görünmeyen Üniversite eseriyle Mehmed Zahid Efendi’yi literatüre geçirmiş oluyor ve aynı zamanda kültür hayatına bu bağı ve ilişkiyi kazandırmış oluyor.”

Kotku Hazretleri, Türkiye’nin sanayileşmede geri olduğu bir zamanda Avrupa'yı, Amerika'yı takip etmiş, geride kaldığımız noktaları tespit etmiş ve Türkiye'de sanayiyle alakalı ilk fabrikaların kurulmasını teşvik etmiştir. 1956 yılında hutbede; “Evde elime toplu iğne kutusu aldım, baktım yabancı malı, daha bir iğne yapamayacak mıyız?” demesi üzerine bir araya gelen cemaat, Gümüş Motor Fabrikası’nı Necmettin Erbakan öncülüğünde kurmuş, 1960’ın ilk aylarında ilk %95’i yerli motor piyasaya çıkarılmıştı. Aynı şekilde Üsküdar Özbekler (Nakşî) Dergâhı Şeyhi Ethem Efendi de bir motor yapmış, bunu bir sandala takıp İstanbul Boğazı’nda dolaşmıştır. Bu konuda, Mehmed Zahid Kotku Hazretleri'nin talebelerinden olan merhum Sabahattin Zaim Hoca “Sadece Türkiye değil, İslam âleminin uyanışında, ayağa kalkışında Mehmed Zahid Kotku Hazretleri'nin çok önemli bir payı vardır” tespitinde bulunur.

Kotku Hazretleri eğitime önem vermiş, 1960’lı yıllarda yayınevleri kurulmasına teşviklerde bulunmuştur. Çeşitli sahalarda yetişmiş birçok kaliteli eğitim almış, ilim, fikir, düşünce, bilim insanı onun rahle-i tedrisinden geçmiştir.

“Planlama ’da büyük sorumluluklar yüklenen mühendisler, Türkiye’nin Mevlana’nın pergel benzetmesinde olduğu gibi, sabit ayaklarını Türklerin bin yıllık tarihlerinin özeti olan Anadolu’da tutarak, hareketli ayaklarıyla dünyadaki bütün ülkelerle yarışacak, hem Akşemsettin hem Fatih olmasını bilen, girişimci kuşaklar yetiştirmeye büyük önem vermişlerdir. Onlar dışalımcılıktan dışsatımcılığa yönelerek, Türkiye’nin dünya pazarlarında kendisine, geniş bir yer açmasının yol haritasını, Batının seküler değerlerinde aramayı hiçbir zaman düşünmemişlerdir.

Planlama’nın sıra dışı çalışanları arasında yer alan, başta Turgut Özal olmak üzere, Ekrem Pakdemirli, Kenan Kul, Emin Acar, Nevzat Yalçıntaş, Yahya Oğuz, Ekrem Ceyhun, Ruşen Gezici, Muammer Dolmacı, Cevat Ayhan, Hasan Celal Güzel, Hüsnü Doğan, Agah Oktay Güner, Orhan Türköz, Vahit Erdem, Temel Karamollaoğlu, Yusuf Özal, Yıldırım Aktürk, Talip Alp, Kemal Varol, Bahri Zengin, Mustafa Paçacı, Orhan Bali, Hasan Revanoğlu, Ahmet Çavdar, Emine Yüksel Bağlı, Enis Öksüz, Ömer Aksu, Mehmet Ünal, Tahsin Erdinç ve çalışma arkadaşlarıyla, yirmi birinci yüzyıl Türkiye’sinin ekonomik, siyasal ve kültürel alandaki, temel yatırımları yapmışlardır.” [s.63]

Anne rahminin karanlığındaki bir bebeğe dışarda aydınlık bir dünya var deseler; yüce dağlar, çiçekler, ırmaklar, yıldızlarla dolu gök kubbe, parıldayan güneş tüm bu güzellikleri bildiğin hâlde karanlıkta kapalı kalmaya devam etme… Doğmamış çocuk tüm bu harikalardan bîhaber olduğu gibi duysa da hiçbirine inanmaz. Savaşların, kavgaların, seküler dünyanın karanlığında kalmış, diğer taraftan fâniliğini idrak edemeyen, ölümü anlayamayan, bu yüzden ölümden korkan insan gibi.

Bir yolculuk düşünün, çölleri aştınız, karlar boranlar atlattınız, yüksek tepeler dağlara çakıldınız, ayağa kalkıp yine yıkılmadınız. Bir sokak ortası şimdi; önü çıkmaz, ardında aşıp geldiğiniz bunca eziyet. Kime göre doğru olduğu tartışmaya açık, çizilmiş bir çerçevenin içindesiniz. Uyarsan iyi ebeveyn, iyi evlat, iyi personel, iyi işveren, iyi iyi iyi… Tüm bu iyi olmalarla, göz doldurma çabasıyla kaybedenleriz biz. Cehalet kalabalığında yalnızdık, yaralıydık, tarih boyunca insan ne kadar hür olsa da cehalet en büyük esareti oldu.

Görünmez Üniversite; çürüyen insanlık, asileşen ruhlar, sen olma ben olma kavgasını bir tarafa bırakmada tasavvufun işlevini bizlere gösterirken, içsel huzura yolculuk, ebediyetle evlenmeye rehberlik ediyor. ‘’Selâm’’ olsun huzur yolunun davetlilerine… 

Derslerinde, Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî'nin derlediği Râmûzü'l-Ehâdis kitabını okuyup açıklayan Kotku Hazretleri 'Selâmı yayınız' hadisini şöyle açıklıyor:

“Selâm sâdece iyi dilek ve temennilerin sözle ifade edilmesinden ibaret kuru bir görev değildir. Gerçekte selâm, yolda karşılaştığımız bir kardeşimizin ihtiyacının var olup olmadığını, varsa bizimle giderilebilecek bir tarafının bulunup bulunmadığını öğrenip elimizden geleni yaptıktan sonra yola devam edip gitmektir.”

Hülya Günay

YORUM EKLE

banner36