İstanbul’a dair uzaktan veya yakından, bilerek veya bilmeyerek herkesin söyleyeceği bir söz muhakkak vardır. Sözlerin anlamını bulduğu İstanbul artık yok. Yaşanan İstanbul’dan artık çilesini dolduran insanların yaşadığı bir İstanbul’a evrildi şehir. Hem de kendi ellerimizle ve bile-isteye bu hâle geldik. İyi ki tarihimiz ve hafızamız henüz diri vaziyette. Yoksa karşılaştırma yapma imkânı bulamayacaktık belki de.
Tarih dergiciliğinde sadece tarihi ve hakikatleri esas alan ve popülerlik kaygısı gütmeden sessiz sedasız yayın yapan bir dergimiz var: Yedi Kıta. Yedi Kıta, İstanbul’a dair hafızamızı diri tutmak adına yazılıp çizilen bir kısım yazıları kitaplaştırdı ve adına Payitaht İstanbul ( Haz. Ahmet Apaydın, Tunahan Kanıcı, Yedikıta Kitaplığı, 2017) dedi. “Yedi Tepeli Şehrin Yedi Tepesi” ile söze başlıyor kitap, Haydarpaşa’da yer alan saklı İngiliz Mezarlığına götürüyor, Ayasofya’nın ihtişamlı zamanlarında yol alırken, Eyüp Sultan’daki oyuncakçılara kısa da olsa bir ziyaret gerçekleştiriyor. Yaşayan bir tarih olan İstanbul’u bir antikacı edasıyla dolaştırırken, âsâr-ı atika’ya bir nazar ediyorsunuz.
Hepsi Yedi Kıta dergisinin muhtelif sayılarında yer alan yazılardan müteşekkil kitapta “İstanbul’un sadece bir şehirden ibaret olmadığı”nın farkına varıyorsunuz. Kitapta hafızasını kaybetmeye yüz tutmuş bir toplum için önemli makaleler yer alıyor. Mesela “Robert Koleji’nin Kuruluş Hikâyesi”, Doç. Dr. Mustafa Gündüz tarafından kaleme alınıyor. Alman Zeplini’nin İstanbul’a geliş hikâyesi Özgür Sanal; “Yap/Boz Meydanı Beyazıt” yazısı Tunahan Kanıcı tarafından, Boğaziçi’nin incisi olacakken talihsiz bir şekilde tamamlanamayan Aziziye Camii Kasım Hızlı ve Selman Kılınç tarafından kaleme alınıyor. Dikkat çekici bir yazı daha var ki o da II. Abdülhamid’in hal’inden sonra Yıldız Sarayı ve Saray etrafında olup bitenleri kaleme alıyor.
Gazino/kumarhane yapılan Yıldız Sarayı
Ömer Faruk Yılmaz tarafından kaleme alınan yazıda önce sarayın Yıldız Sarayı olarak anılmadan önceki durumuna değiniliyor. Bu bölgede ilk eser III. Selim’in annesi Mihrişah Sultan için yapılmış kasır ve yine III. Selim’in babası III. Mustafa tarafından yapılan çeşmedir. Daha sonra Sultan II. Mahmut, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz zamanında yeni yeni ilaveler olmuş. 34 yaşında tahta geçen II. Abdülhamit ise önce Dolmabahçe Sarayı’nda ikamet ederken daha sonra Yıldız Sarayı’nı yaptırıp buraya yerleşmiştir.
Tarihin çok önemli bir kesitine sahne olan Yıldız Sarayı, II. Abdülhamid’in 1909’da tahttan indirilmesi ile büyük bir yağmaya sahne olmuştur. Büyük bir iştiha ile sarayı yağmalayanlar sadece bununla kalmamış, 27.07.1924 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Başvekaleti tarafından halkın hizmetine tahsis edilmek üzere İstanbul Şehremanetine verilmiştir.
Buraya kadar mazur görülecek bir manzara var gibi görünüyor ancak 28 Haziran 1925 tarihinde belediyenin burayı istediği şekilde kullanma hürriyetine sahip olmasıyla birlikte ve 13 Ağustos 1925 tarihli sözleşmeye eklenen madde ile “Yıldız bahçelerinde oyun, dans ve gazino gibi müesseseler vücuda getirmek ve işletmek hakkı münhasıran kendilerine ait olmak üzere en müsait şart dermeyan eden talip –tabiiyet farkı gözetilmeksizin- tercih edilir” hükmü konuluyor. Yani isteyen bir millet, istediği şekilde alıp işletme hak ve salahiyetine sahip olacak. Ayrıca yine Cumhuriyet arşivlerinde yer alan vesikada ise “Belediyeye gelir sağlamak ve hatta ecnebi turistlerin rağbetlerini artırmak için her türlü medenî ihtiyaçları karşılamak, oyun ve dans salonları olan gazinolar oluşturmak” ibaresi de yer almış. (s.154)
Tarihimizde kara bir leke
En nihayetinde 30 sene hilafet ve saltanatın merkezi olan saray ve müştemilatı 8 Ağustos 1926 tarihinde Mario Serra isimli bir İtalyan’a veriliyor. Bir yandan sarayın işletmesini üzerine alan Serra, sarayı keyfine göre işletmeye başlarken diğer yandan sarayın diğer kısımları ile ilgili 12 Eylül 1926, 19 Eylül 1926 ve 17 Kasım 1926 tarihli vesikalarla da kayıt altına alınan satışlar devam etmektedir.
Yıldız Sarayı’nın bundan sonra içinde ne olup bittiği ile ilgili çok kayıtlara rastlanmasa da halkta tepki uyandıran bir durum söz konusu olmuş ve TBMM’ye bu iş intikal etmiş. Nihayet vicdanlı bir ses olan Sinop Mebusu Recep Zühdi Bey, 27 Kasım 1926’da TBMM’de “Yıldız kumarhanesinin kamuoyu üzerindeki zararlı tesirlerini gidermek için hükümetçe ne gibi tedbirler alındığı” sorusunu sormuştur. Buranın kumarhane olması ile birlikte İstanbul’a gelen Anadolu tüccarlarının buraya dadandıkları ve beş parasız memlekete döndükleri konu edilmiştir. Bu duruma acilen müdahale ve tedbir gerektiğini ifade eder Recep Zühdi Bey.
Belgelerde Yıldız Sarayı’nın gazino ve kumarhane olarak Ağustos 1926’dan Eylül 1927 yılına kadar bir sene kullanıldığı geçmektedir. Bundan sonra devlet, kamuoyu baskısı ve gazinoya giren bir subayın gazino kapısında intihar etmesi üzerine sözleşmeyi iptal etmiş. Kumarhanede hissesi bulunan Hidiv Bankası Müdürü Şaban Bey ise Ankara’ya gidip, kumarhanenin kapatılmaması için hükümeti ikna etmeye çalışmış ise de verilen cevapta “Yıldız Kumarhanesi bizim behemehal kapatmaya mecbur olduğumuz, neye mal olursa olsun kapatmak kararında olduğumuz bir müessesedir. Bu vaziyeti Şaban Bey’e mahremane söyleyerek bankalarının iştirakten çekilmesini tavsiye etmek muvafıktır.” denilmiş. Tarihimizde kara bir leke olarak düşülen bu sayfadan şükür ki yol yakınken dönülmüştür.
İşgal önce zihinde başladı
Kitapta yer alan yazıların bir hafıza tazelemesi düşüncesi ile okunması gerekiyor. Elbette gideni geri getiremeyeceğimiz bir hakikattir. Ancak elde kalanların kıymetini bilmek gerekirken, İstanbul’a yaraşır sakinler olmak vazifesini de ihmal edemeyiz.
Zira kitapta yer alan Robert Kolej’in hikâyesi daha yürümemiz gereken çok yol olduğunun işaretini bizlere veriyor. Öyle ki 19. yüzyıl sonlarında Amerikan okullarının bizim coğrafyamızda sayısı 460, personel sayısı 5000, öğrenci sayısı ise 50 binin üzerindedir. Bir dönemin kıblesini Batıya çevirmiş müsrif ve beceriksiz paşalarından Âli Paşa bu okullar açılırken şunları söylemiş: “(ABD’li) Farragut’un zırhlılarından birinin Akdeniz’e gelmiş olmasındansa Amerikalılar için kendi paramızla yüz tane kolej inşa etmek evladır.” (s.128) Bu manada önce nerelerin işgale uğradığına da çok iyi bakmak gerekiyor.
“Payitaht İstanbul” ile minyatürler, fotoğraflar, kartpostallar eşliğinde payitahtın o haşmetli günlerine dönmeye ne dersiniz?
Payitaht İstanbul, haz. Ahmet Apaydın-Tunahan Kanıcı, Yedikıta Kitaplığı
Kâmil Büyüker