Seyahatte hayat var
İnsan yolu ve yolculuğu sever. Çünkü dünyayı sever. Dünyayı sevdikçe aslolan tek şeyin yol olmadığını fark eder sonra. Aslolan yol değil yola çıkarken kuşandığı ruhsal azıklardır. Aslolan refiktir. Aslolan dosttur. Aslolan sıradan, bayağı bir gezinti değil, ruhî ve kalbî içtenliğimize yakışacak bir hissediş derinliğini yakalamaktır.
Fizikî seyahat değil sadece, içsel yolculuklar da bu fark ediş ve hissediş eşiğini geçmeyi gerekli ve zorunlu kılar insana. Aksi takdirde yapacağınız yolculuk “turist” ve “turizm” gibi kelimelerin sığ ve metafiziksiz dünyasına sıkışıp kalır ki, bu hiç de iyi bir akıbet değildir insan için.
Yol ve yolda olmak bahsinde söylenecek o kadar çok söz var ki. Nuri Pakdil, Kalem Kalesi’nin bir yerinde “Yolculuk: kâğıda düşen yeni sesler demek” cümlesini kurar. Belki de bu yüzden Pakdil, seyahate çıkan arkadaşlarına bir kalem ve ajanda hediye edermiş. Çünkü yolculuk esnasında düşen o yeni sesleri yakalamak kalem ve kâğıtla mümkün. “Deha unutur, yazı unutmaz” özdeyişinin tecessüm etmiş hâlini en çok yolculuklarda keşfetmemiz de, belki de bu yüzden.
Önce refik sonra tarik
Osman Bayraktar, titizlik, saygınlık ve özveriyle özdeşleşmiş bir isim. Bizim camiada bazı isimler vardır. Sadece yazdıklarıyla değil duruşları ve susuşlarıyla da öncülük görevi görürler. Onların varlıklarından haberdar olmanız, umudunuzun fitilinde yanan ateşi her dem diri ve kavî kılar. Atasoy Müftüoğlu, Hasan Aycın isimleri böyledir bizim için. Osman Bayraktar da bir sükût ve duruş pusulasıdır bize göre.
Bir ‘insan fetişizmi’nden bahsetmiyorum hayır. Onlar yola çıkan ama yolda yoldaşsız, refiksiz kalan bizler için birer yol arkadaşı hükmündedir. Kim ne derse desin, “önce refik sonra tarik” diyoruz biz hâlâ. Fethi Gemuhluoğlu’ndan öğrendiğimiz bu nasihat, bizi Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali Efendilerimizi Resulullah’a refîk kılan o evrensel ve ilahî zerâfet noktasına ulaştırır. Refikin kim? Eğer ki bize bu soruyu soran kalmamışsa dünyada, ‘ah bir gün öleceğiz ne yazık!’ diye ağlamanın gereği yok. Çünkü zaten ölmüşüz…
Bir keşifler galerisi
Hiç şüphesiz her yolculuk bir keşiftir insan için. Dokunulmamış güzelliklere, anlatılmamış masallara, görülmemiş mekânlara uzanan bir keşifler galerisi… Yolun bize öğrettiklerinin hakkını belki de sadece yazmakla ödeyebiliriz. Osman Bayraktar, bu inceliği gözler önüne seren bir ad koymuş kitabına: Yol Hakkı.
Kitapta, Bayraktar’ın muhtelif zaman dilimlerinde yaptığı yolculukların izlenimleri var. Eğer yolculuk kitaplarında yazarın ruh ve düşünce dünyasının imbiğinden süzülmüş çağrışımları okumaktan büyük keyif alıyorsanız, sanırım tam size göre Yol Hakkı.
Osman Bayraktar, gördüklerine, yaşadıklarına kadim bir medeniyet birikiminden gelen tarihsel bir şuurla dokunuyor. Bu dokunuş, bize ait olmayan mekânların bile nasıl evrensel bir bilinçle bize has bir duyarlığa dönüştürülebileceğini öğretiyor insana. Dünya bizim çünkü. Bir annenin çocuğuna duyduğu aidiyet ve merhamet duygusu var bu cümlede. Dünya bizim çünkü korunması, dikkat edilmesi gereken ilahi bir emanettir dünya. Emanete hürmet ve saygı gösterip sahibine teslim edene de Müslüman denir bu yüzden.
Takdim iltifata bakar
Osman Bayraktar, “Her kentin, kendini bir takdim ediş biçimi var” diyor sunuş yazısında. Modern zamanların yol ve yolculukla ilgili elim yanılgılarına kapılmamak için dikkat etmek gerekiyor belki de. Bir turist gibi giderseniz kentlere, turist gibi karşılanırsınız. Bir seyyah gibi giderseniz de bir seyyah gibi… Mesele budur biraz da.
Bayraktar, kentlerin dokusunu çözümlemek, o kente dokunan tarihsel enerjiyi görmek için şehrin arka sokaklarına gitmek gerektiğini söylüyor. Tablonun can alıcı renkleri oralarda şekilleniyor çünkü. Bayraktar’ın izlenimlerini okudukça o renklerin bin bir çeşidine kapılıp gidiyorsunuz işte.
İşaret taşları
Osman Bayraktar, hangi şehirleri anlatıyor Yol Hakkı’nda? “İnsanı huzursuz edecek kadar düzenli bir şehir” olan Finlandiya. Bayraktar’ın Batı’ya ilk kez yaptığı bu yolculuk alttan alta bir hesaplaşma duygusuyla iç içedir. Bu yüzden Masal şiirinden mülhem, “Kaçıncı oğul olarak gidiyorum Batı’ya?” sorusu eşliğinde yapılan bir yolculuktur bu. Finlandiya’ya dair yazdığı son cümle Bayraktar’ın kaçıncı oğul olduğunu müjdeler mahiyette ama: “Fin güneşi insanı yakıyor, ama ısıtmıyor.”
Osman Sarı’nın, Necat Çavuş’un, Muhammed İkbal’in, Lorca’nın şiirleri eşliğinde anlatılan İspanya izlenimleri ise kitabın en dramatik bölümleri belki de. Bize ait kıldığımız toprakların elimizden kayıp gidişi ve o topraklarda bırakılan kadim işaretler bir yas sayfası olarak da okunabilir. Hiç şüphesiz Kurtuba’sı, Gırnata’sı, Barcelona’sı ile yaşayan, soluk alıp veren bir tarih var İspanya’da. İspanyol kültürünün bunca zengin çeşitliliğini başka nasıl açıklayabiliriz ki? Flamencoları bile İspanyol ezgileriyle Arapların müziğinin harmanlanması değil mi? Arapların dillerinden yükselen “Allah, Allah” nidaları İspanyolların dillerine “Ole Ole” olarak yerleşmemiş mi?
Malezya, Singapur, Kazakistan, Avusturya, İngiltere, Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Bayraktar’ın kadim işaretler bıraktığı diğer duraklar.
Yol çağırdığında
Yol Hakkı’nın en güzel bölümlerini en sona saklamış Bayraktar. Hac ve umre niyetiyle ziyaret ettiği kutlu beldeler Mekke ve Medine, bir mütefekkirin dünyasında apayrı bir anlama, derinliğe kavuşmuş. Haccın, ibadetlerin ayrı ayrı bütün incelikleriyle dile getirildiği bu bölümde beklemenin, yürüyüşün, koşmanın, taşlamanın nasıl alelâde bir insan etkinliğinden çıkıp bir ibadete dönüştüğünü görüyor ve şükrediyoruz. “Unutmayın ki” diyor Bayraktar, “yürüyüşünüz de ibadettir.” Bu müjdeyi alan insanın kalbini kabe gibi göresi ve ona doğru durmaksızın yürüyesi yürüyesi geliyor…
Yol Hakkı, harflerden damlayan gözyaşına yoldaşlık eden bir mütefekkirle derinlikli bir yolculuğa çıkmak isteyenler için yolunuzun üstünde sizi bekliyor. Yolsuz da kalmayın refiksiz de. Ama en çok da refiksiz…
Kerem Alkazar, içindeki yollara düşerek yazdı
Bu kitabı not ettik.tanıtım yazısını yazan arkadaşa teşekkürler.