Osmanlı’nın Gülen Yüzü, İnkılab Yayınevi’nden Ocak 20132te yayımlanmış. Yazarı Yrd. Doç. Dr. Raşit Gündoğdu, 1987 yılında Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde uzman yardımcılığı görevine başlar. 2009 yılında Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı görevinden ayrılarak Kırklareli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümüne yardımcı doçent olarak atanır. Çeşitli yayınevlerinde yayınlanan kitaplarının yanı sıra Yedikıta tarih ve kültür dergisinde de makaleleri yer alan Gündoğdu, “Gülmek insanın en temel ihtiyaçlarındandır. Günlük iş sıkıntısı ve stresten kurtulmak için çeşitli yollar vardır ki fıkralarla gülebilmek bu yollardan biridir.” diye başlıyor sözüne. Ve fıkralarla ilgili araştırmalarından anlatmaya devam ediyor.
Fıkralar eski Türkçe’de “Külüt-Gülüt” adı verilen kısa hikâyelerdir. Bu kısa hikâyelerin de kahramanları, mekânı ve zamanı vardır. Fıkra biçimine dönüşenler, halkın yaşatmaya karar verdikleridir. Yani halk, bu tür olaylarla bir hafıza oluşturur ve fıkraları yeni nesillere aktararak yaşatır.
Fıkralar, toplumun psikolojisini yansıtır. Toplumsal bir rahatlama aracıdır. Yaşanmış olaylara dayanan fıkralar ve tamamen hayali olan fıkralar vardır. Osmanlı’nın Gülen Yüzü, Faik Reşad’ın “Külliyat-ı Letaif” isimli kitabı esas olmak üzere Lamiizade Abdullah Çelebi’nin “Letaif”inden ve Saim Sakaoğlu’nun derlemiş olduğu “Nasreddin Hoca Fıkraları” isimli kitaplarla birlikte anonim hale gelmiş ve her mecliste anlatılagelen fıkralardan seçmeler yapılarak oluşturulmuş.
Fıkralar ve nükteler bakımından ülkemiz ayrıcalıklı bir konuma sahip
Ecdadımız, fıkraya çeşitli isimler vermiş. Letaif, hezl, nükte, tehzil, mutayebe, mülatafa, ta’riz ve hecv gibi. Latife, insanları güldüren, neşelendiren hoş ve güzel söz, şaka, nükte, mizah anlamında kullanılmaktadır. Nükte, herkesin kolayca kavrayamadığı ince anlamlı, sanatlı, düşündürücü ve aynı zamanda hoşa giden, insanı gülümseten söz demektir. Mizah, zeka işidir. Mizah, şaka, eğlence, latife, nükte, fıkra, alay etme, dalga geçme, istihza ve hicvin yanı sıra Fransızca’dan alınan espri de günlük dilde kullanılan kelimelerdir.
Bizim milletimizde şakalaşmaya meyil fazladır. Nasrettin Hoca ve Bekri Mustafa fıkraları bütün Batı dilleri ile Ermenice ve Arapça’ya çevrilmiştir. Mizahın Batı’daki karşılığı “humour”dur. Nükte, mizahtan farklıdır. Nüktede büyük bir incelik, gizli bir duyuş ve düşünüş vardır. Güldürürken düşündürür. Güldürürken düşündürmek insanda derin duygular uyandırır. Fıkralar ve nükteler bakımından ülkemiz ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Milletimiz, pratik ve parlak zekasıyla bütünleşen hazırcevap bir millettir.
Kitabın sonunda yer alan Prof. Dr. Sami Şener’e ait “Osmanlı Fıkraları Hakkında Bir Değerlendirme” adlı makalede çok dikkat çekecek hususlar var. Osmanlı’yı uzun yıllar yaşatan şey, ülkeler fetheden büyük orduları veya geniş bir coğrafyanın sağladığı yer altı ve yerüstü kaynaklar ve zenginlikleri değildir. Manevi ve sosyal değerlerin ortaya koyduğu bir yaşama ve düşünme sisteminin, ahlak anlayışının varlığıdır onu medeniyet yapan. Fıkralar da, görünen yüzünün arkasında insana ve hayata dair derin ve esrarlı bir dünyanın varlığını hatırlatmaktadır. Osmanlı fıkraları, önemli tarihi belge niteliğindedir. Osmanlı’nın her anlamda yaşama kültürünün zenginliğini gösterir.
Fıkralarda bazı gerçekler güldürücü olmasa da gülünç ve şaşırtıcı hale getirilmiştir. Örneğin Fransızların Almanları taciz etmesi ve tarım mahsüllerini toplamalarını engellemeleri sonucu Alman köylüleri ne yapacaklarını şaşırıp Osmanlı sultanından asker isteyince, sultan, köylülere yeniçeri kıyafeti giydirip sınıra koymalarının yeterli olacağını söyler. Almanların söylenilenleri yapmaları sonunda, Fransızların korkuyla saldırılarına son verdiği, komik duruma düştükleri güzel ve ibretli bir şekilde anlatılmaktadır.
Çalışmaları onlarca kitaba dönüşmüş olan Raşit Gündoğdu hocamızın arşiv okumaları konusunda ne kadar donanımlı olduğuna, Osmanlı medeniyetine de işine de gönülden bağlı ve çok kıymetli bir insan olduğuna birlikte seyahat etmek şerefine nail olduğumuz Bosna günlerimizde şahit olduk. Daha nice, hayra vesile olacak çalışmalar diliyoruz.
Peki Osmanlı’nın Gülen Yüzü’nden fıkralara yer vermek istesek nelerden bahsedebiliriz? İşte o fıkralardan birkaçı…
Ana geleyim mi?
Bir köylü kadının bir kızı varmış. Kızın rengi biraz soluk olduğundan görücü geldiği zaman yanaklarını allı pembeli görmeleri için kızına, “Kızım! Seni görmeye gelenler olursa git, ocağın karşısında yüzün kızarıncaya kadar otur da gel” diye tembih etmiş. Bir gün görücüler geldiğinde kız annesinin tembih ettiği gibi ocak başına gitmiş. Yüzü kızarınca, “Ana! Kızdım, geleyim mi” demiş.
Daha belli değil
Yalancı şâhitlerden biri, yanında birkaç kişi olduğu hâlde giderken yolda tanıdıklarından biri rast gelip der ki:
- Uğurlar olsun efendi!
- Eyvallah efendim!
- Böyle acele acele nereye gidiyorsun?
- Mahkemeye, şahitlik yapmaya gidiyorum.
- Neden dolayı?
- Daha ne için olduğu belli değil.
Raşit Gündoğdu, Osmanlı'nın Gülen Yüzü, İnkılab Yayınları.
Yasemin Kapusuz