Osmanlı'da Vakıf Medeniyeti Zirve Noktasındaydı

Ziya Kazıcı’nın 'Osmanlı Vakıf Medeniyeti' isimli kitabı, Osmanlıda vakıfların nasıl bir gelişme gösterip zirve noktaya çıktığını, vakıf medeniyeti denebilecek seviyeye ulaştığını anlatan ilmi bir çalışmadır. Metin Uygun yazdı.

Osmanlı'da Vakıf Medeniyeti Zirve Noktasındaydı

Vakıflar, kuruluşu itibariyle dini ve hukuki özellikler taşıyan, icraat ve sonuçları itibariyle de ictimai ve iktisadi mahiyeti olan hayır kurumlarıdır. Geçmişte toplum hayatının nizamında, ahenginin sağlanmasında mühim rol oynamış olan bu kurumlar, tarihimizde insanların yeme içme ihtiyacından başlayarak, eğitim, ibadet, konaklama, sağlık, temizlik gibi hayatın bilinen hemen her sahasında, birçok sosyal ihtiyacın karşılanmasında büyük hizmetler görmüşlerdir. Vakıfların gördüğü hizmet çeşitliliği o kadar fazladır ki, bunlar kolay kolay sayılabilecek gibi değildir. Bu yüzden bizim tarihimizde vakıflar daima dini ve sosyal hayatın merkezinde olmuştur.  

Prof. Dr. Ziya Kazıcı’nın Osmanlı'da Vakıf Medeniyeti isimli kitabı, Osmanlıda vakıfların nasıl bir gelişme gösterip zirve noktaya çıktığını, vakıf medeniyeti denebilecek seviyeye ulaştığını anlatan ilmi bir çalışmadır. Kitap, Bilge Yayıncılık tarafından 2003 yılında yayınlanmış. Kitabın yeni baskıları ise Kayıhan Yayınları'ndan çıkıyor. Yazar, vakfın İslam dinindeki menşei hakkında da bilgiler verir. Peygamberimiz ve Hz. Ömer (r.a.) dönemindeki uygulamalara temas eder. Eserde, İslam devletleri ile Osmanlı öncesi Türk İslam devletlerindeki vakıflarla ilgili faaliyetler de incelenir.

Vakfın dayanağının Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz (sas)’in hadis-i şerifleri olduğunu belirten Kazıcı, “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olan, malın en hayırlısı Allah yolunda harcanan (başka bir ifade ile vakfedilen), vakfın en hayırlısı da insanların en çok duydukları ihtiyacı karşılayandır” ifadelerinin, Müslümanları hayır yapma, vakıf kurma hususunda birbirleriyle yarışırcasına harekete geçirdiğini ifade eder. Vakıfların diğer önemli bir dayanağı da, Hz. Peygamberin (sas), sadaka-i cariye ile ilgili hadis-i şerifidir. Ebu Hüreyre (r.a.)’den nakledilen hadis-i şerifte Hz. Peygamber (sas); “İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amelleri kesilir. Ancak devam eden sadaka (sadak-i cariye) sahibi, faydalanılan ilim ve kendisine dua eden evlad bırakanların amel defterlerinin hayır hanesi açık kalıp kapanmaz” buyurmaktadır. Yazar, hadisçilerin sadaka-i cariyeyi vakıf ile tefsir etmiş olduklarını ve sadaka devam ettiği müddetçe sevabının da devam edeceğini söylediklerini aktarır.

Vakfın kuruluşunda yalnızca Allah rızası gözetilmiştir

Ziya Kazıcı, eserinde vakfın çeşitli tariflerine yer vermiştir. Bu tariflerden birisi de, “Kişinin mülkiyetinde olan malın tamamını veya bir kısmını, yalnızca Allah’ın rızasını kazanma niyetiyle, halkın herhangi bir ihtiyacını gidermek üzere, dini, hayır ve sosyal bir gayeye ebedi bir şekilde tahsis etmesiyle kurulan müessesedir” şeklindedir. Vakfın daha birçok tarifinin olduğu belirtilen eserde, daha başka vakıf tariflerine de temas edilir. Kitapta yer alan tariflerden şu ortak neticeleri çıkarmak mümkündür. Vakıf işinin arkasında kesinlikle zorlama yoktur. Bu hayır işlerinin vücuda getirilmesinde yalnızca Allah rızası gözetilmiştir. Vakfedilen maldan halk istifade ettiği için bu hizmet bir kamu hizmetine dönüşmektedir ve insanlar bu hizmetlerden faydalanmaktadır. İslam’da vakfedilen mal, Allah’ın malı olarak kabul edilmektedir. Vakıf sahibi, vakfettiği malını, mülkünü daha sonra geri alamaz.

Anadolu’nun İslamlaşmasında vakıflar çok büyük hizmetler görmüştür

İslam ve Türk tarihinde sadece Allah rızası gözeterek kurulan vakıflar, esaslı gelişmesini Osmanlı Devleti döneminde yaşamıştır. Osmanlılar, Anadolu’da kendilerinden önceki Müslüman Türklerin yaşayış tarzlarından, iktisadi, siyasi, ahlaki özellikleriyle ilgili hususlardan faydalanarak, daha sonra bunları geliştirip en olgun bir seviyede teşkilatlandırma yoluna gitmişlerdir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin mirasından da bu yönde büyük istifadeleri olmuştur. Vakıflar konusunda da aynı metodla devraldıkları mirası geliştirip zenginleştirmişler ve tarihteki en olgun seviyesine çıkarmışlardır.

Ziya Kazıcı, vakfiyelerin, vakıfların ne derece önemli hizmetler gördüğünü ortaya koyan önemli belgeler, şahitler olduğunu belirtir. Tarihimizde vakfın gördüğü en önemli hizmetlerden biri de, insanların İslam dinine girmelerini sağlamak olmuştur. Ülkelerin, özellikle Anadolu’nun İslamlaşması’nda vakıflar çok mühim görevler görmüşlerdir. Ziya Kazıcı, bu konuya ışık tutması için Selçuklular zamanında kurulan Altun-aba Vakfı’nın güzel bir örnek teşkil ettiğini ifade eder. Vakfın vakfiyesini neşreden Osman Turan’dan şu bilgileri aktarır: “Bu vakfın dikkati çeken bir kaydı da İslamlaşma faaliyetine aittir. Konya şehrinin dış kısmında Meydani mahallesinde bulunan ve 18 odası olan hanın gelirinden beşte birini yerli ve yabancı olup da İslam dinini kabul eden Hıristiyan, Yahudi ve Mecusilerin, yemek, elbise, ayakkabı ihtiyaçlarını gidermek ve sünnet edilmeleri, namaz kılacak kadar Kur’an öğrenebilmeleri için gereken masrafları karşılamak maksadıyla vakıf eyledi.” Vakfiyede yer alan bu ifadeyle, Selçuklu mülkünde gayr-ı Müslim tebanın İslam’a geçmesinde vakıfların oynadığı önemli rol anlatılır.

Osmanlı da, fethettiği yerlerde kurulan vakıflardan ve iskan politikasından bu konuda faydalanmıştır. Vakıflar, fethedilen yerlerde İslam’ın yayılmasında büyük kolaylıklar sağlamıştır. Kurulan tekke, zaviye, cami, medrese ve imaret gibi kurumlar sebebiyle buralara şeyh, müderris, imam, vaiz gibi şahsiyetlerin göç etmesi, Anadolu’daki Türk halkının da buralara göç ederek yerleşmesini sağlamıştır. Fethedilen yerlere gelen göçmenlerin ihtiyaçları, yerleşinceye kadar vakıflar tarafından karşılanmıştır. Onlar da göç ettikleri, yerleştikleri yerlere Türklerin, İslam’ın inanç ve medeniyetini taşımışlardır. Bu sayede fethedilen yeni yerler, kolay ve hızlı bir şekilde Türkleşmiş ve İslamlaşmıştır. Ayrıca, ilhak edilen, Osmanlı bünyesine yeni katılan yerlerdeki vakıflara da, vakfiyesindeki şartlara uygun olarak yönetildiği müddetçe dışarıdan müdahalede bulunulmamıştır. Dışarıdan yapılabilecek başka müdahalelere de mani olunmuştur. Burada aranan tek şart, vakfın, vakfiyesinde belirtilen şartlara uygun olarak yönetilmesidir. Bu yönüyle Osmanlı, vakıfları koruma ve şartnamelerine uygun olarak faaliyet göstermeleri hususunda titiz bir yaklaşım göstermiştir.

Osmanlı’da vakıflar, sadece fakirlere yardım amacıyla sınırlı kalmamış, umumi hayatın her sahasında, kültür, ilim ve irfanımıza da önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Ayrıca şehirlerin her türlü amme hizmetleri, sosyal yardımlaşma, imar ve iskânında da mühim rol oynamışlardır. Bu kurumların dini mahiyet taşımaları, devamlılıklarını sağlayan en önemli unsur olarak kabul edilir.

Vakıfların en önemli hizmetlerinden birisi de, eğitim-öğretim alanındaki faaliyetleridir

Vakıfların gördüğü hizmetlerin en önemlisi ve en başta geleni, eğitim ve öğretim alanındaki faaliyetlerdir. Bunun için tahsil görecek talebelerin, yeme, içme, barınma ihtiyaçlarını giderecek bir mekânın tahsis edilmesi gerekmektedir. Mekân ihtiyacının giderilmesinden sonra eğitimi verecek kadronun kurulması gelir. Bunlar hep maddi imkânlarla gerçekleştirilebilecek işlerdir. Osmanlı’da bu ihtiyaç büyük ölçüde vakıfların sunduğu imkânlar sayesinde giderilmiştir. Osmanlı’nın kuruluşundan başlayarak yıkılışına kadar eğitimle ilgili giderler vakıf kurumu tarafından karşılanmıştır. Vakıflar bu yönüyle devletin eğitim için ayıracağı bütçeyi karşılayarak, onu büyük bir yükten kurtarmıştır.

Ekonomik yönden hem devlete ve hem de halka büyük faydaları bulunan vakıflar, devletle halk arasında köprü vazifesi de görmüşlerdir. Osmanlı eğitim sisteminin kalbi olarak değerlendirebileceğimiz medreseler, vakıflar sayesinde eğitim hizmetini görebilmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra ‘Sahn-ı Seman’ medreselerini kurmuş, bu medreselerin yaşaması için geniş vakıflarda bulunmuştur. Padişahların dışında vezirler, devlet adamları, saray mensupları da medrese kurmuşlar, bu da başta İstanbul olmak üzere devletin ilim merkezi haline gelmesini sağlamıştır. Osmanlı devlet ricali, sadece kendi adlarına vakıf kurmakla kalmayarak başkaları tarafından kurulan vakıflara da yardım etmişlerdir. Padişahlar bu konuda her zaman başı çekmişlerdir. Özellikle geliri azalan vakıflara yardım etmişler, onların faaliyetlerine rahat bir şekilde devam etmelerini sağlamışlardır.

“Sultanların veya şahısların hayratıyla beslenen sayılamayacak kadar çok güvercin sürüsü var”

Osmanlı’da vakıfların tesirlerini hayatın her safhasında görmek mümkündür. Hayvanların istifadesi için kurulan vakıflar, hepimizin bildiği ve ecdadımızın bu davranışıyla iftihar ettiğimiz hususlardandır. Yazar, 1874 yılında İstanbul’a gelen İtalyan seyyah Edmondo de Amics’in, konuyla ilgili şu gözlemlerini paylaşır bizlerle: “Sultanların veya şahısların hayratıyla beslenen sayılamayacak kadar çok güvercin sürüsü var. Türkler, kuşları himaye edip beslerler. Kuşlar da onların evlerinin etrafında, denizin üstünde ve mezarların arasında şenlik eder. İstanbul’da her yerde, insanın başı üzerinde, dört bir tarafında kuşlar vardır. Şehre köy neşesi dağıtan ve ruhunuzdaki tabiat duygusunu durmadan yenileyerek içinizi serinleten cıvıl cıvıl sürüler, size şöyle dokunup geçer.”  Osmanlılar, yırtıcı kuşları bile ihmal etmemişler, bazı imaretlerde artan yemekler israf edilmeyerek bu hayvanların aç kalmaması için değerlendirilmiştir.

Ulaşımdan ziraate kadar hayatın her sahasında yaygınlaşan vakıfların hizmetlerini sayabilmek mümkün değildir. İnsanı ekonomik ve ruhi yönden rahatlatan bu kuruluşların, sanat, kültür, ilim ve irfan bakımından da Osmanlı toplumunu yücelten etkileri olmuştur. Ayrıca bu kuruluşlarda görev yapanlar, görevlerinin karşılığı olarak ücret alırlar. Böylece vakıflar, sağladıkları istihdamla ekonomiye büyük katkıda bulunmuşlardır. Osmanlılar, devletin sosyal ve ekonomik yönden zenginliğinin gelişmesi için vakıfların kurulmasını teşvik etmişlerdir. 

İslam toplumunda, özellikle Osmanlı’da, cami, medrese, tekke ve zaviye, kervansaray, imarethane, han, çarşı, arasta, bedesten, hamamlar, hastane, çeşme ve daha birçok eser vakıflar tarafından kurulmuştur. Kitapta bu eserlerin her biriyle ilgili olarak geniş ve değerli bilgiler verilmektedir. Ayrıca vakıf eserler sebebiyle mimari ve sanat da büyük gelişme göstermiştir. Kitap, vakıf kurumunun Osmanlı yönetimi içinde geçirdiği teşkilatlanma, kurumlaşma safhaları hakkında da bilgiler verir.

Yazarın, Osmanlı medeniyetini oluşturan en önemli unsurlardan birisi olan vakıflar hakkında bizlere çok değerli bilgiler veren bu araştırması, aynı zamanda tarihimiz ve medeniyetimizin yüceliğini, yüksekliğini belgeleriyle ortaya koyan büyük bir hizmettir.

Metin Uygun

YORUM EKLE

banner36