İyi şiiri suya benzetebilir miyiz? Söz bir yol açıyor kendine. Ulaşacağı menzil engin bir umman da olsa, taze bir fidan da, nihayetinde gidip onu buluyor. Şiir sözün damıtılmış haliyse büyük Türk şiirine de bir bengisu dememiz gerekmiyor mu? Öyle saf bir pınar ki bu; kaynak Yunus’un göğsünden kaynıyor. Ulaştığı her damarda yeniden toprağı yarıp gönülleri yıkamaya azmediyor.
İyi şiir yazılmaya devam ediliyor. Okuyucusu olsun olmasın. Çünkü Türkçe eski köhne bir kütük değil, hâlâ taptaze göğ bir filiz. Ve şiir tomurcuklanmaya devam ediyor. Miladi takvimin İsa’dan sonraki iki bin yirminci senesi birçok açıdan hoş hatırlanmayacak. Yeni icat türlü musibetlerle terbiye edilmeye devam ediyoruz. Ama Türkçe bu bed mevsime rağmen sürgün vermeye devam ediyor. Harun Yakarer’in Suya Yansıyan’ı da dünyanın yeni belası korona ile ilk tanıştığı günlerde yayınlandı. Ben bu yazıyı o günlerden sonra yazıyorum.
Suya Yansıyan’ın şairi 1988 yılında Konya’da doğmuş. Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Öğretmenliği bölümünü okumuş. Harun Yakarer’in üniversite yıllarında divan şiiri okuyarak başlayan şiir merakı, 2013 yılında öğretmen olarak mesleğe başladığında Temrin dergisinde yayınlanan ilk şiiri “Ellerim” ile meyvesini vermiş. Bu merakın yankısına “Çok Belalara Müptela” şiirinde rastlıyoruz.
“Allah’ı bulabilirim sana bakınca, bu yüzden
Fuzuli okudum ve cüzdanıma resmini koydum”[1]
Daha sonra Ayasofya, Yedi İklim ve İtibar dergilerde şiirleri yayınlanmış. Şiirin yanında deneme ve inceleme türlerinde de yazmış.[2] Halen Kocaeli’nde öğretmenlik görevine devam ediyor ve yazın hayatını Muhit dergisinde sürdürüyor.
Elli beş sayfadan oluşan Suya Yansıyan kitabının içinde yirmi bir şiir bulunuyor. Kitap Profil Yayınları’ndan Ocak 2020 tarihinde yayınlanmış.
Şair gardını alıyor dünyaya karşı
Suya Yansıyan bir Sezai Karakoç epigrafı ile açılıyor:
“Bu dünyada olup bitenlerin
Olup bitmemesi için
Ne yapıyorsun?”
Şair bu soruya bir cevap vererek açıyor kitabını “Gard” şiiriyle. Şair gardını alıyor dünyaya karşı. Suskunluk sularına dönüyor dönüyor koyduğu gönül, duruluyor. Ve “İnanmadım, hayat saldırıyor üstüne insanın”. Bir saldırıyı savuşturmak üzere tetikte duruyor. Hayatın saldırısına hazır gardını almış.
Kitap çok sağlam şiirlerle akıyor ve Silahımın Kabzasında’ya ulaşıyor. Şair kendi yönünü dünyaya dönüyor. Neyi varsa fırlatmaya hazır. Silahının kabzasındaki çiçekten şikayetçi. Çünkü biliyor ki teninde açılan yaralar bahara işaret ve bahar yirmi birinci yüzyılda kardeşin kardeşinin gözünü oyduğu kaos mevsimi: “Eve giren gündüz gibi kalplere girer mermimiz” dizesiyle nihayet buluyor kitap. Kitap kapanmadan İsmet Özel’den bir alıntı: “ Şairsin! Arkanı dönme! Neyin varsa sen de fırlat!”
Neyi varsa fırlatmış şair. Sezai Karakoç’un sorduğu soruya İsmet Özel’den bir cevap veriyor. Bize de onun sesini bu iki büyük şairin arasında bir yerde aramak kalıyor.
“Burada hastalık adları da güzeldir”
Yaprağın Ölümü’nde bahar sıcaklığıyla yarılan, yarasının içinden tomurcuklanan bir yaprağın macerasını anlatıyor. Acemi çocukları yalancı bahara kanan binlerce tomurcuk olarak görüyor. Ve hayatı bir yalancı bahar yansımasında görüyor: “Tomurcuklara dolularla saldıran bir bahar bu”.
Ölümle Bir şiirinin son kıtası kolay rastlanılmayacak güzellikte. Yetmişli yıllarda yazılsaydı dediğim şiirlerden. Şiir size kendini anlatsın:
“Kırıldık, incindik yaşamaktan
Bir hasta gibi
Burada hastalık adları da güzeldir
Mesela ince hastalık veya çiçek
Kırgınlığın adını da ben koyayım:
Ölünce geçecek.”
Hastalıkta bile bir güzellik arayışı var şairin. Güzellikleri artırmak derdinde… Gerekirse bu uğurda kavgaya tutuşmaya hazır. Bu güzelliği kendi özgünlüğünde, biricikliğinde aramaya meyyal. Zamanın akımlarına kapılıp görünür olma bağımlılığına yakalanmış insan aynılaşmaya mahkum onun gözünde. Güzelliğin ihtiyaç duyduğu mahremiyeti kaybettiğimizi düşünüyor.[3]
Ölüm bir kurtarıcı ona göre
Ölümün güzelliğinin de farkında. Ölüm bir kurtarıcı onun inancına göre. Mutluluğun ancak ölünce gidilen yerde bulunabileceğini dedesinin ardından yazdığı şiirde görüyoruz.
“Mutluluk, bize koşulmayan o at
Senin gittiğin yerdedir şimdi
Ayrılığına ayırdığım bu hüzün
Ve ölüm, şehrimize koşarak girdi” [4]
Harun Yakarer’in Sezai Karakoç’tan kaynak alan şiiri İsmet Özel’de büyük Türk şiirine karışıyor. Kitap size bu iki epigraf arasında bir bütünlük sunuyor. Güzel şiirler yazmanın yanında şiir akışını da güzel veriyor Yakarer. Şiirini su gibi akıtıyor. Sözünü suyun üstünden yansıtıyor. Ve bize de o aksi izlemek kalıyor.
“Ömür baktığımız bir su birikintisi hep
Aksimiz küçük rüzgarlarda dahi kırılgan” [5]
Muhammed Emin Avcı