Omid Safi kalbî inkılaba çağırıyor insanı

Omid Safi, 'Peygamberi Tanımak' adlı kitabıyla Peygamberi anlama ve anlatma derdinde. Yaşadığımız zamanların her şeyi tek boyuta hapseden paradigmasının aksine, Peygamberin hayatına bütüncül bir perspektifle bakma amacında. Muaz Ergü yazdı.

Omid Safi kalbî inkılaba çağırıyor insanı

Yaşamakta olduğumuz dönemleri “modern câhiliye dönemleri” olarak adlandırmak sanırım aşırı olmayacak. Cehâlet, câhiliye yalnızca bilgisizlik, bilmemek anlamına gelmez. Aksine günümüzde herkes her şeyi en ince ayrıntısına kadar biliyor. O zaman neden cehâlet, câhiliye diyoruz? Cehâlet, insanın hem kendinden hem de Allah’tan habersiz olması demek. Câhiliye, hakikatin yanında yer almamak… İnsanın özünün uzağına düşmek… “Kendini bilen, Rabbini bilir!” hakikatinin aydınlığında yürümek yerine, benliğin karanlığına hapsolmak… İnancın, teslimiyetin insanı sarıp sarmalayan huzurunun yokluğu… İsyanın huzursuzluğu, telaşı… Câhiliye, zamansal ve mekânsal bir durum değil; bir tasavvur ve var olma biçimi. Modern cahiliye,beyinlerimizi malumat yığınlarının istiflendiği bir depoya dönüştürüyor adeta. Biliyoruz ama bilmek bizi varlığa yakınlaştırmıyor. Aksine uzaklaşıyoruz. Yakîn yok, irfan hele hiç…

Modern cahiliyenin temel belirtileri

Modern câhiliyeye aynı zamanda önyargı da eşlik ediyor. İnsanların birbirini tanıması, anlaması o kadar çok zorlaştı ki. Yaşadığımız zamanlarda istediğimiz her şeye çok kısa bir sürede ulaşıyoruz. Dünya kablolarla birbirine bağlanmış gibi. Her şeyden anında haberdar olmak her zaman karşımızdakini tanımak anlamına gelmiyor. Tam tersine, bir şeyden ne kadar haberdarsak o şeyden o derece habersisiz. Çoğu zaman, bilgi ve iletişim bombardımanına karşı kendimize savunma mekanizmaları kuruyoruz. Etrafımızı kalkanlarla çeviriyoruz. Bu da, diğer insanlarla anlaşabilmeyi zorlaştırıyor. Çünkü karşımızdaki de aynı pozisyon içine girmiş oluyor. Kendimiz olarak konuşmuyoruz aslında başkaları da kendi olarak konuşmuyor. Küresel kültürün tezgâhına girmiş, tezgâhtan çıkmış kalıplar var kendimizin yerinde. Küresel kültürün serbest dolaşımı aynı zamanda ön yargıların, kesin inançların da dolaşımda olmasını sağlıyor. Değişen, dönüşen, küresel dolaşımda anlamını yitiren, yeni anlamlar kazanan değerler… Bu dolaşımdan eski yeni, klasik modern bütün düşünce ve inanç biçimleri de payını alıyor. Dinler de… Peygamberler ha keza… Son peygamber Hz. Muhammed de bu dolaşımın, çevrimin içerisinde. Yüzlerce tanımlamayla beraber. Hem edebiyatın içinde, hem siyasetin. Gâh bir metinde bir sinema filminde nefret öğesi, gâh üzeri örtülen, unutulmaya mahkûm edilen biri. Hz. Muhammed, bir rahmet peygamberi olmasına rağmen, özellikle son dönemlerde Batı dünyasında yaygınlaşan ya da yaygınlaştırılan İslamifobia virüsünün, zehrinin karanlığında dezonformasyona uğratılıyor, kan dökücü bir figür olarak gösteriliyor.

İşte tam da böyle bir ortamda Omid Safi, “Peygamberi Tanımak” adlı kitabıyla Peygamberi anlama ve anlatma derdinde. Yaşadığımız zamanların her şeyi tek boyuta hapseden paradigmasının aksine, Peygamberin hayatına bütüncül bir perspektifle bakma amacında. Kitap kronolojik bir metin değil. Peygamberi, tarihin bir dönemine hapseden anlayışların ötesinde, bütün hayatiyetiyle gündemde olan bir nebiden bahsediyor. Hem peygambere inanan insanların cehâletlerini sorguluyor, hem de ona düşman olanların öfkesinin altında yatan çarpık anlayışı. Bir şeyler söylerken kendini soyutlamıyor. Çok ince ayrıntılara dikkat çeken bir üslupla, yapıcı bir üslupla sesleniyor herkese. Düşünmeye çağırıyor insanı. Önyargıların, düşmanlıkların, basmakalıp bilgilerin, putlaştırmaların uzağında… Batı dünyasındaki peygamber karşıtlığını, İslam’a olan düşmanlığı sorguladığı gibi, Müslümanların da kendilerine karşı dürüst olmaları gereğini bir kez daha hatırlatıyor. Müslümanların kendi aralarındaki şiddet sarmalını sorgulamalarını ve bu sarmaldan çıkılması gereğini işaret ediyor. Evet, savaş peygamberi olduğu kadar rahmet, merhamet ve ahlâk peygamberi de olan Muhammed (a.s)’in ümmetinin içinde bulunduğu kan, gözyaşı, kaos, şiddet ortamının da sorgulanması gereğini defaaetle söylüyor. Kendi durumlarını düşünmek, sorgulamak yerine hep hatayı başka yerlerde arayan mantığın sakatlığına dikkat çekiyor.

İslam’a saldırı, zalimlerin yaptıklarını meşrulaştırmalarının basit bir aracı

Modern câhiliye döneminde Müslümanların da en büyük yitiği “kalbî” olan. “Kalbî inkılâp”… En fazla ihtiyacımız olan şey “Muhammedî ruh”. Hikmet ve merhamete geri dönmek. Omid Safi’nin de ifade ettiği gibi, hiçbir peygamber diğer peygamberlerden farklı, aykırı bir mesajla gelmiyor. Her peygamber, aslında içimizde küllenen hakikat ateşini yeniden yakmaya, alevlendirmeye talip oluyor. Peygamberlerle vahyedilenlerin hülasası, içimizin derinliklerinde uykuya dalan, unuttuğumuz şeyi hatırlamak. Kim olduğumuzun hatırlatılması. Kendimizi bilmek. İşte Kur’an mesajının orijinalliği. Evet, Safi de özellikle altını çiziyor. Kur’an-ı Kerim’in orijinalliği yeni şeyler söylemesinden kaynaklanmıyor. Aksine orijine, asla dayanıyor. Vahiy aslımızı hatırlatıyor. Hz. Muhammed’in nübüvvet serüveni, bu nedenle kendinden önceki nebilerin serüvenlerini içeriyor.

Peygamberi Tanımak”, uzun bir girişin ardından gelen altı bölümden oluşuyor. Giriş bölümünde, Hz. Muhammed’e yapılan saldırı ve muhalefetin tarihsel kökeni hakkında değerlendirmelerin yanında, başka kültür ve dinlerde Muhammed algısı üzerine fikirler dile getiriliyor. Ayrıca Batı’daki peygamber düşmanlığının edebiyat metinlerindeki izdüşümleri Dante ve Martin Luther temelinde ele alınıyor. Buradan güncel olaylara gelinerek, Hz. Muhammed’in nasıl bir kara propagandaya maruz bırakıldığı bütün detaylarıyla inceleniyor. Safi, Peygamber düşmanlığı ve İslamifobia hakkında ilginç bir değerlendirmelerde bulunuyor. İslam’ı ve Hz. Muhammed’i şiddet yanlısı, terörist olarak ilan eden ABD’nin dünyanın her yerinde askeri üslere sahip olması paradoksuna dikkat çekiyor. Müslümanların dünyayı ele geçirmesinden korktuklarını söyleyenlerin, aslında dünyayı ele geçirmek için korkunç çaba harcayanlar olduğunu söylüyor. Kendini küçük görenlerin diğer insanları da küçük göreceği gerçeğinden hareket ettiğimiz zaman, dünyada olup biteni daha iyi anlayabileceğimiz de bir anekdot olarak aktarılıyor. Giriş bölümünde ayrıca, Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın kutsal metinlerindeki Hz. Muhammed imgesi de değerlendiriliyor. Kitap altı bölümden oluşuyor demiştik. Birinci bölüm Hz. Muhammed’den önceki dünyayı anlatıyor. İkinci bölüm, “Muhammedi Devrim”. Üçüncü bölümde miraç bahsi var. Dördüncü bölüm, İbrahimî bir gelenek olarak İslam’ı inceliyor. Beşinci bölümde, Hz. Muhammed sonrası yaşam var. Altıncı bölümde ise, Muhammedî rahmetin yankıları üzerine değerlendirmeler söz konusu. Kitabın özellikle “Muhammedi Devrim” ve “Hz. Muhammed’in Mirâcı: Allah’la Yüz Yüze” bölümleri üzerinde özenle durmayı gerektiriyor.

Peygamberin üç önemli hareketi

Nübüvvet zincirinin son halkası Muhammed’ül Emin, Hz. İsa’nın doğumundan yaklaşık altı yüzyıl sonra yeryüzünü bozgunculuğun, ifsadın, putların esir aldığı bir dönemde ortaya çıkıyor. Yalancı tanrılara, güce, statükoya iman etmiyor. Yoksulların, gariplerin dertleriyle dertleniyor. Yeryüzünü işgal eden kaosu, karanlığı gördükçe Hira Mağarası’ında derin inzivaya çekiliyor. Duyarlı, yaşamının ritmini yürek ritmiyle bütünleştirmiş, aklın ırmaklarını gönül denizine akıtmış. “el-Emin” denilmiş kendisine. Herkes gönül rahatlığıyla canını, malını emanet etmiş. Peygamberliğiyle birlikte bütün inananlar ruhlarını, yüreklerini bile emanet etmişler çekinmeden, korkmadan. Bir devrimi gerçekleştirdi. O, modern zamanların kanı kutsayan, şiddeti putlaştıran mantalitesinin aksine kalpleri dönüştürdü. Bir büyük inkılâpla kalpleri değiştirdi, dönüştürdü. Kalpler, ilahi yörüngenin etrafında deveran eyledi. “Muhammedi Devrim” merkezini, yörüngesini yitiren insanlığı yeniden merkeze, hakikate çağırdı. Harekete, kutlu dönüşe…

Omid Safi, Hz. Muhammed’in hayatında üç önemli hareketten bahsediyor: Hz. Muhammed’in Hira Mağarası’na gitmesi, vahyi alması ve geri dönmesi. Peygamberimizin Miraç’a yükselmesi, Allah’la görüşmesi ve geri dönmesi. En son hareket ise, Mekke’den Medine’ye hicret ve daha sonra yeniden Mekke’ye dönüş.“Peygamberi Tanımak”kitabında, bu hareketler ayrıntılı bir şekilde ele alınıyor, inceleniyor. Aynı zamanda peygamberimizin yürüyüşünde sembolik anlamlar ifade eden birçok hareketin sırları yorumlanıyor. Mesela mağaranın sembolik bir mekân olarak sırrı. Yazara göre mağara, içe doğru açılımı temsil ediyor. Tefekkür etmenin ve aydınlanmanın yaşanabileceği bir yer. Kalple irtibatlı. Burada ele alınan bütün hareketlerin bir yükseliş ve iniş içerdiği belirtiliyor. Miraç’da göğe yükselme ve geri inme gibi.

“Peygamberi Tanımak”, İslam’dan önceki toplumlardan günümüze, sözlü kültürden yazılı kültüre, yazılı kültürden görsel kültüre bir süreklilik halinde devam edip gelen “Muhammed’ül Emin”in değişmeyen çağrısı üzerine kafa yoran, soru soran bir çabanın ürünü. Cesaretle projektörü kendi içimize de çeviriyor. Tarihten bugüne oluşturulan birçok “Muhammed portresini” açık yüreklilikle sorguluyor. Peygamberi kendi şiddetlerinin nesnesi kılan, O’na nefretin arkasına sığınarak siyaset belirleyen anlayışları ortaya çıkarıp eleştirdiği gibi, Ümmeti Muhammed’in eksikliklerini ve yanlışlıklarını da açık yüreklilikle dillendiriyor. İbadetlerini yerine getirmesine rağmen Allah’la ve Hz. Muhammed’le ruhsal bir bağ kurmayan Müslümanları eleştiriyor. Aynı zamanda içine düştüğümüz “ruhsal amnezi” halini de…

İran asıllı Amerikan vatandaşı Prof. Dr. Omid Safi’nin kitapta çokça vurguladığı kültürler arası diyalog, karşılıklı anlayış, empati gibi kavramlar dinler arası diyalog fitnesini akla getirmiyor değil. Yalnız kitabı ve yazarın diğer yazdıklarını, söyleşilerini okuyunca böyle bir fitnenin içinde olmadığı, bir proje dâhilinde hareket etmediği anlaşılıyor. Tek gayesinin Hz. Muhammed’i doğru anlatmak ve tanıtmak olduğunu söylüyor.

Yazımızı Omid Safi’nin şu değerlendirmesiyle sonlandıralım: “Hazreti Muhammed’in basit yaşam şekli de değişmedi. Krallar gibi yaşayabileceği halde, ümmetin gelirlerini fakir ve ihtiyacı olanlara vermekte ısrar eden bir adam. Hazreti Muhammed için gösterişten uzak durmak ve isteyerek fakirliği seçmek sadece tavsiye ettiği şeyler değil, yaşamının ta kendisiydi. Yakın sahabesi Hz. Ömer, Hazreti Muhammed’in evine girdiği her seferinde odanın ne kadar boş olduğuna hayret ettiğini söyler. Mobilya olarak sadece yerde bir şilte ve üç deri yastık vardı. Bundan başka odada bulunan tek şey Peygamber ve Peygamber’i gönderenin varlığıydı.”

Muaz Ergü yazdı  

YORUM EKLE