Ölsek de Ravza'nı ruhumuz bekler

Medine Müdafaası hakkıyla bilinmemektedir. Buna dair elimizdeki kitapların sayısı da çok az. Bu mevzuda yazılmış az sayıdaki eserlerden birisi de Nâci Kâşif Kıcıman’ın Medine Müdafaası adlı hatırâtı. Mustafa Kesici yazdı.

Ölsek de Ravza'nı ruhumuz bekler

“Yapamaz Ertuğrul evlâdı sensiz,/ Can verir cânânı veremez Türkler.../ Ebedî hadim-ül Haremeyniniz/ Ölsek de Ravza'nı ruhumuz bekler...” Böyle tasvir ediyordu İdris Sabih Bey, Medine’nin şanlı müdâfilerini… Bu mısralar tarihimizdeki müstesna hadiselerden birini teşkil eden Medine Müdafaası’nı anlatan Nâci Kâşif Kıcıman’ın hatırâtından alınmıştır.

I. Cihan harbi sırasında Devlet-i Aliyye’ye isyan eden Şerif Hüseyin ve avanelerine karşı yürütülen Medine Müdafaası hakkıyla bilinmemektedir. Birkaç sloganlaşmış ifadeden başka kimin ne bildiği şüphelidir. Buna dair elimizdeki kitapların sayısı da çok az. Bu mevzuda yazılmış az sayıdaki eserlerden birisi Sebil Yayınları arasında çıkmış olan Nâci Kâşif Kıcıman’ın Medine Müdafaası adlı hatırâtıdır. Medine Müdafaası'nın asıl kahramanı olan Fahreddin Paşa da henüz yeni tanınmaya başlanmıştır. Paşa’nın hatırat yazmamış olması tarih açısından esef duyulacak bir durumdur. İşte burada Nâci Bey’in anlattıkları fevkalade kıymet kazanmaktadır. Zira Nâci Bey, Fahreddin Paşa’nın istihbarat zabitidir. Başından sonuna kadar müdafaanın içinde bulunmuş. Günü gününe tuttuğu notlar evvela Tercüman-ı Hakikat gazetesinde (1922) tefrika edilmiş, daha sonra kitap halinde neşredilmiştir.

Nâci Bey yaşadıklarını herkesin rahatlıkla okuyabileceği gayet sade bir üslup ile kaleme almış. Kitabın başındaki iki vesika kitabın ihtiva ettiği hakikatlerin sağlamlığını göstermeye yetiyor. Bunlardan ilki, Naci Bey gibi Medine Müdafaası'nda fiilen bulunmuş olan Fethi Atalık’ın yazmış olduğu takriz ve diğeri, Fahreddin Paşa’nın bizzat Nâci Bey’e göndermiş olduğu bir mektup. Fahri Paşa mektubunda Nâci Bey’in hatıraları için şöyle diyor: “Teri daha kurumayan, akıttığı kan henüz ılık duran -Hicaz Müdafaası-nı her şeye rağmen nisyandan [unutulmaktan] kurtardığınız ve tarihe bir medhal hazırladığınız için size dua ettim. Aziz olunuz!..”

Medine halkı müdafaanın devam etmesini istedi

İsyan başlar, âsiler Medine’yi kuşatır ve şehrin teslimini talep eder. Fahreddin Paşa’nın bu isyancılara karşı verdiği cevap şöyledir: “Malumunuz olsun ki, kahraman askerlerim İslamlığın gözbebeği olan Medine’yi son fişeğine, son damla kanına, son nefesine kadar muhafaza ve müdafaaya memurdur. Buna, askerce and içmiştir. Bu asker Medine’nin enkazı içinde ve nihayet Ravza-i Mutahhara’nın altında kan ve ateşten örülmüş kızıl bir kefenle gömülmedikçe, Medine kalesinin burçlarından ve Mescid-i Saadet minarelerinden Türk’ün albayrağı alınmayacaktır!..” Bu his ve fikirlerle Medine’yi teslim etmeyi bir an bile düşünmeyen Fahreddin Paşa, imkânlarını son haddine kadar kullanmış fakat sonunda cebren şehirden çıkarılmıştır.

Hatırat bize canlı şahidinin gözüyle çokça tekrarlanan bazı iddiaların yalan olduğunu göstermektedir. Bu mesele konuşulduğu zaman ilk akla gelen hiç şüphesiz “Arap İhaneti” iddialarıdır. Nâci Kâşif Kıcıman, isyanın başladığı ilk günden [5 Haziran 1916] başlayarak Medine’nin telim edildiği son güne [13 Ocak 1919] kadar bütün yaşananlara şâhit olmuş bir kimse olarak, isyan edenlerin sadece Şerif Hüseyin ailesi ve bunların etrafındaki bir avuç bedevi olduğunu anlatmaktadır. Bunların sayısı birkaç bini bile bulmuyor! Heyhat… Nerede milyonluk Arap kitlesi, nerede bir avuç bedevi?

Pekiyi bu isyankâr bedeviler ne yapmış? Harp müddetince Medine ile hükümetin irtibatını koparmak için telgraf tellerini koparmış, demir yollarını tahrip edip Medine’ye erzak, silah vs. girmesine mani olmuşlar. Halkın kalan kısmı ise isyan etmek şöyle dursun, Osmanlı askerleri şehri terk ederken karargâha müracaat edip, müdafaanın devamını istemiş. Biz de kalkıyoruz Suriye’den Afrika’ya milyonlarca insanı ihanetle itham ediyoruz. Biraz düşünmek gerek, bu reva-yı hak mıdır? Eserde ayrıca Osmanlı’ya sonuna kadar sâdık kalan İbn-ür Reşid gibi Arap Emirlerden de bahsedilmektedir.

Buruk geçen Cuma ve Bayram günleri

Medine ile diğer Osmanlı merkezlerinin irtibatı kesinlince askerlere verilen günlük gıda miktarı bir hayli azaltılmış. Cehennemî sıcağa ilaveten bu erzak sıkıntısı muhasara (kuşatma) altındaki askerlere bir hayli zorluk çektirmiş. Hatta Fahreddin Paşa’nın teşvikiyle bir zaman et yerine çekirge yemek mecburiyetinde kalmışlar.

Fahreddin Paşa, karargâhtaki askerlerin, muhasaranın psikolojisinden uzaklaşıp, zihnini meşgul etmek için günlük emirler çıkartır, muhtelif müsabakalar tertip edermiş. Bir gün “Osmanlı Bayrağı/Sancağı” hakkında bir müsabaka açmış. Paşa diğer bir günlük emrinde Cuma vakti Medine haremi etrafındaki dükkânların kesinlikle açık bulundurulmaması ve halkın bu vakitte böyle âdi işlerle meşgul olmamasını emretmiş. Dahası Medine hareminin etrafında sigara ve nargile içilmesini de men etmiş.

Hatıratta, Fahri Paşa’nın askerler ve Medine ahalisinin kalbinde bir “baba” mesabesinde bulunduğunu, buruk geçen Cuma ve Bayram günlerini teessürle okumamak elde değil. Hele Filistin cephesinin düşüşünden sonra umutların sönmeye başlaması, Fahreddin Paşa’nın ağlayarak okuduğu hutbe ve emrindeki bazı askerlerin ihaneti neticesinde eli kolu bağlı vaziyette teslime mecbur kalması, yüreğinde kalp taşıyanlar için tahammül edilecek şey değildir.

Tarihimizde böyle nice hadiseler ve şahıslar maalesef hakkıyla bilinmemekte

Sonunda 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekenamesi imza edilmiş. Fakat Fahredddin Paşa mütarekenameye istinaden verilen emirlere rağmen teslim olmayarak beş ay kadar daha Medine’yi müdafaaya devam etmiş. Hatırattan anladığımız kadarıyla şayet Paşa’nın emrindeki bazı askerler isyancıların safına katılmamış olsa idi, Fahri Paşa ne olursa olsun Medine’yi teslim etmeyecekti. Fakat el-hükmü lillah!

Fahri Paşa, ayrılık vakti gelince “Görüyorsun Yâ Muhammed! (a.s.m.) Ben gitmiyorum. Götürüyorlar!” dercesine son bir kez merkad-ı Nebiye bakar. Kılıç ve tabancasını hatırlar. “Götürünüz, Hazreti Peygamberin kızı Hayrünnisa Hazreti Fâtıma’ya emanet ediniz! Medine müdafiinin kılıncını, tabancasını ancak o koruyabilir.” der ve Harem-i şeriften çıkarılır.

Fahreddin Paşa’nın şehirden çıkarılmasıyla dört asırlık şanlı bir devre kapanmış olur. Asırlarca canıyla, malıyla Mescid-i Nebevî’nin hâdimi olan Osmanlılar, bu mübarek toprakları terke mecbur kalır… Hem de bir avuç bedeviye. Şu talihin işine bakınız!

Tarihimizde böyle nice hadiseler ve şahıslar maalesef hakkıyla bilinmemektedir. Hâlbuki milletlerin istinatgâhı tarihî tecrübeleridir. Biz mazide kazandığımız ve kaybettiğimiz kıymetleri unutacak olursak bu dünyada nasıl varlık iddiasında bulunabiliriz? Yürüyeceğimiz istikameti nasıl tayin edebiliriz? İşte bütün bunları ve daha fazlasını hatırlamak ve hatırlatmak için okumaya muhtacız. Ve okumaya başlamak için ideal bir kitap olan Nâci Kâşif Kıcıman’ın Medine Müdafaası adlı hatırâtını herkese hararetle tavsiye ederiz.

Bırakın gözyaşlarınız kaybettiklerimiz için aksın!..

Mustafa Kesici yazdı

YORUM EKLE

banner36