Öfkenle Dans Etmen Mümkün mü?

Psikiyatrist Dr. Harriet G. Lerner, “Öfke Dansı”nda insanlığın en yıkıcı duygularından birini bütün yönleri ile irdeliyor. Öfkeyi alışılmadık yönleriyle ele alıp incelerken çoğunlukla kadınların oturtulduğu öfkeli ve suçlayıcı konumun nasıl dönüştürülebileceğini de örneklerle anlatıyor.

Öfkenle Dans Etmen Mümkün mü?

İnsan, sosyal bir varlık olarak daima çevresi ile ilişki içindedir. Bu ilişkilerde, açıklık ve duyguların doğru aktarımı oldukça önemlidir. Ancak kadınlar, konumları ve toplumun onlara biçtiği roller nedeniyle pek çok zaman kendi konumlarını belirleyerek ilişkilerini netleştirmede sorunlar yaşarlar. Bu tür sorunlar, öfke duygusunun gelişmesine zemin hazırlarken ilişkilerin daha karmaşık ve tıkanmış hâle gelmesine neden olur. Kadınlar, kendi konumlarını belirlemede zorluk yaşadıkları ve benliklerini geliştiremedikleri için ilişkilerinde ya öfke duygusunu bastırmaya ya da yanlış yönde ifade etmeye eğilimlidir. Asıl sebepler yerine sözde sebeplerin altına gizledikleri öfkeleri, gerçek sorunların gün yüzüne çıkmasını engeller. Bunun sonucunda asıl nedenden uzak problemler ile boğuşmak zorunda kalmalarına karşın, olumlu ve çözüme ulaştıran eylemlerden uzak kalırlar.

Öfke gösterme biçimi, genellikle cinsiyetlere göre farklılık arz eder. Erkeklerin öfke duymaları ve bunu açıkça belli etmeleri toplum tarafından oldukça normal karşılanırken kadınların, öfkeleniyor olması bile sorun kabul edilir. Kadınların daima verici, alttan alan ve sabreden taraf olması beklenir. Bunu yapmaktan imtina edenler için ise acımasız eleştiriler yapılır, korkunç etiketler yapıştırılır. Erkekler, öfkelerini ifade ederken dahi bunu, kadınlar aracılığı ile yapmaktan çekinmezler. Dikkat edilirse küfürlerin hemen hepsi kadınların üzerinden geliştirilmiştir. Öfkeli kadınlar itici ve sevimsiz bulunur. Öfkenin sebebinin ne olduğuna bakılmaksızın toplumda ondan uzaklaşma ve uzaklaştırma dürtüsü hâkimdir.

Toplumun kadınlara belirlediği konum nedeniyle genellikle kadınlar, kendi benliklerine ve ilişki içinde bulundukları konuma dair netlik gösteremezler. Bu durum, onların ilişkilerini ve öfkelerini farklı kanallara yönlendirmesine neden olmaktadır. Başkasını suçlama, arkadan konuşma, yetersiz yüklenme ya da aşırı yüklenme, takipçi olma, mesafe koyma, ayrılma ve öfkeyi üçüncü şahıslara yönlendirme gibi davranış biçimleri gösterebilirler. Bu tür davranışların tanımını örnekleriyle bulabileceğiniz bu eserde, yaşanmış hadiseleri kendi rehberliğiniz için kullanabilir, ilişkilerinizdeki konumunuzu belirleme ve benliğinizi keşfetme konusunda cesaretli adımlar atabilirsiniz.

Dr. Harriet Lerner tarafından hazırlanan öfkenin ifade ediliş biçimleri, öfkenin altında yatan sebepler ve kadınların ilişkilerdeki konumları hakkında detaylar bulacağınız eseri; Öfke Dansı sayesinde, kendi ilişkilerinizdeki konumuzu belirleyebilir; neye, niçin öfkeli olduğunuzu keşfedebilirsiniz.

Öfkeyi Gösterebilmek

Öfke, insanın çeşitli duygu durumlarına işaret eden, bastırılmış farklı duygular nedeniyle ortaya çıkabilecek bir histir. Fazla fedakârlık, öfkenin nedenlerinden olabileceği gibi hayatımızda bir şeylerin yolunda gitmediğinin göstergesi de sayılabilir.

Kişinin öfkesinin haklı olup olmadığını sorgulaması, onu faydalı cevaplara ulaştırmaz. Bunun yerine neye öfkeli olduğunu ve sorunun ne olduğunu bulmaya çalışması çok daha yararlı olacaktır. “Öfke neden var?” diye sormak anlamsızdır, zira öfke, bir şekilde hissedilir. Onun varlığını kabul etmek ve bunu ortaya çıkaran sebepleri anlamaya çalışmak gerekir. Hissedilen, öfke bile olsa insanı herhangi bir duyguyu hissettiği için suçlamak, oldukça yanlıştır.

Öfke duymak, her ne kadar doğal olsa da öfkeyi dışa vurmak her zaman olumlu sonuçların doğmasını ve sorunun çözülmesini sağlamaz. Üstelik kimi zaman durumu daha beter hâle getirip haksızlığı kabul etmeye ve bizi mecburen boyun eğmeye zorlayabilir. Yapılması gereken ne öfkeyi yanlış biçimde ifade etmek ne de öfke duygusunu içimize atıp yok saymaktır. Yapılması gereken, en uygun davranış biçimini bulmak ve bu şekilde davranmaktır.

Kadınların takındığı tavırlara bakılarak öfkenin genellikle iki biçimde yönlendirildiğini görmek mümkündür. Bunlardan ilki “İyi kız” diğeri “Şirret kadın” sendromu olarak sınıflandırılabilir. İyi kızlar; öfkelerini belli etmeyen, duygularını bastıran ve genellikle suçluluk psikolojisine sahip tiplerdir. Onlar, verici olmadıklarında çoğu zaman suçlu hissettikleri için öfke duygusunu hissedemezler çünkü öfke ve suçluluğun bir arada bulunması oldukça zordur. Bu tip kadınların hissettikleri öfke, sürekli bastırıldığı ya da farklı duygulara isnat edildiği için yıllar içinde patlamaya hazır bir volkan oluşur. Şirret kadınlar ise iyi kızların aksine öfkelerini göstermek konusunda sorun yaşamazlar. Fakat gösterdikleri öfke, onların olumlu bir kazanım elde etmelerini sağlamaz. Toplum içinde itici görülen ve alçaltıcı biçimde etiketlenmiş bu tür kadınlar, sindirilmek ve bastırılmak istenir.

Katıldığım bir konferansta bir meslektaşım hışımla yerinden kalkıp ve anlatıcı kadın için “Ne kadar öfkeli bir kadın!” diyerek salonu terk etti. Genç kadın, dayak yiyen kadınlar hakkında bir bildiri sunuyordu ve kadının sadece öfkeli görünmesi bile toplumdaki bireylerin ona karşı önyargılı olmasına yetmişti. Öfkeli kadınları bir tehdit unsuru olarak gören toplum, bu tür kadınları iğdiş etmekten imtina etmez. Öfkeli kadınların bu kadar tehlikeli görülmesinin bir sebebi ise; öfkeli kadınların sormaya ve sorgulamaya olan eğilimleridir. Soran ve sorgulayan insan değişmeyi ve değiştirmeyi kabul eder. Öfkeli, sorgulayan ve değişime açık bir kadın ise aynı zamanda büyük bir değişime öncülük edebilecek niteliktedir.

Öfkeyi Nasıl Gösteriyoruz?

Öfkelenmek kadar öfkenin açığa çıkma biçimi de oldukça önemlidir. Bazı kadınlar, öfkelerini göstermek konusunda değil ama öfke duygusundan olumlu bir sonuç elde etmek konusunda hataya düşerler. Aslında pek çok kişinin de yaptığı şey; öfkeyi asıl sebepten uzak, sözde sebepler üzerinde yoğunlaştırmaktır. Barbara adındaki bir kadın, benim seminerime gelemeyeceğini söylemek için aradığında şunları söyledi: “Bu seminere gelmeyi çok istiyorum. Öfkeye dair grup çalışmasının bana ne kadar iyi geleceğinin farkındayım. Ancak kocamı bu fikre ikna etmek mümkün olmadı. Onun, seminerin bir işe yaramayacağını düşündüğü için gelmemi kabul etmemesi üzerine çok öfkelendim ve onunla kavga ettim ancak yine de fikrini değiştirmeyi başaramadım. Bütün gece çok sinirli olduğum için ciddi şekilde başım ağrıdı. Aslında bu olay bile öfke kontrolü ile ilgili seminerin benim için iyi olacağını gösteriyor.”

Barbara, öfkesini karşısındakine göstermekten çekinmeyen kadınlardandı. Öfkesini bastırmıyor, içinden gelen duyguları karşısındakine ifade ediyordu. Fakat Barbara’nın yapamadığı; değişimi gerçekleştirmekti. Öfke enerjisini değişimi gerçekleştirecek asıl konuya odaklamıyor, bunun yerine basit yan öğeler üzerinde duruyordu. Onların ilişkisinde asıl sorun, karar merciinin kocası olmasıydı. Barbara, kendi kararının sorgulanması ve nihai kararın eşi tarafından verilmesi hususu üzerine eğilmemiş, benim seminerimin kendisine faydalı olup olmayacağı konusu üzerine eşiyle tartışmaya girmişti. Oysa asıl sıkıntı, Barbara’nın kendi benliğini ortaya koyamaması, bir diğer deyişle “Benliksizleşme” idi.

Benliksizleşme, pek çok kadının hayat boyu maruz kaldığı ya da kalma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir konumdur. Onların yerine karar alan eşleri yüzünden kendi tercihlerini ve fikirlerini ortaya koyamadıkları için benliklerini geliştirmeleri zordur. Bazı kadınlar, eşlerinin fikirlerini kendi fikirleriymiş gibi yaparak bu durumdan sıyrılmaya çalışırlar. Örneğin, Barbara olayındaki gibi bir olayda bu tür bir kadın, önce gitmek istediği seminerden eşine bahseder ardından eşinden gelecek tepkiye göre kendi konumunu ayarlar. Eşi gitmesine karşı çıktıysa, “Zaten ben de pek gitmek istemiyordum. Faydalı olacağı bile meçhul.” gibi bir düşünce ile eşinin fikrini sanki kendi fikriymiş gibi sahiplenir. Bu tür durumlarda biz olmanın getirdiği aşırı birlik hâli, kişinin kendi benliğinin silikleşmesine ve ayrılık gibi durumlarda büyük travmalar yaşamasına neden olabilir.

Barbara’nın konumundaki bir kadın, eğer gerçekten ilişkisinde kendi benliğini ortaya koymayı isteseydi var olan gerçek sorun üzerine eğilerek; “Grup terapisine gitmek istiyorum ve benim için faydalı olacağını düşünüyorum.” der ve bu konudaki kararlılığını dile getirdikten sonra eşini yalnızca bilgilendirme yoluna gidebilirdi. Kavga etmek, eşinin onayını almaya çalışmak ve onu fikrini değiştirmeye zorlamak gibi davranışlara girmeden sadece kendi kararını verebileceğini belirtebilirdi. Böyle bir değişim ve kararlılık, karşı tarafta elbette bir tedirginlik hissi oluştururdu. Fakat gerçek çözüme giden yolda adım atan Barbara, bu şekilde kendi hayatına dair kararları kendisinin alabileceğini ifade etmiş ve ilişki içindeki konumunu değiştirip öfkesindeki enerjiyi kendisi için olumlu sonuç doğuracak bir kanala yönlendirmiş olurdu. Ne elde edemedikleri için sinir krizlerine girer ne de boş yere baş ağrısı çekerdi. Değişim, beraberinde tedirginliği ve belirsizliği getirir; bu nedenle de büyük cesaret ister. Barbara kendi hayatı ve ilişkisi için büyük ve belirsiz bir değişimi istemiyordu. Bu yüzden de eşinin fikrini değiştirmeye çalışıyordu.

Öfkeyi Faydalı Bir Araç Hâline Getirmek

Öfke, her ne kadar itici ve sevimsiz bir duygu gibi görünse de doğru kullanıldığında yapıcı hâle dönüştürülebilir. Kişinin öfke duygusunu lehine çevirebilmesi için öncelikle gerçekte, neye öfkeli olduğunu bilmesi gerekir. Öfkeyi meydana getiren ana sebebi bulduktan sonra benliğini ve gerçek hislerini ortaya koyarak soruna dair çözüm arayışına girebilir. Kişinin kendi konumunu kesin olarak belirlemesi ve öfkesini bu konumu korumada kullanması faydalı olur. Öfke, başkalarının değil, kişinin kendi duygu ve düşünceleri üzerine eğilmesini sağladığında değişimi başlatan bir araç hâline gelir. Şayet öfkenin altında yatan asıl sebepleri açığa çıkarmaktan ve onların getireceği, ayrılık ve değişim gibi faktörlerle karşılaşmaktan korkuyorsanız, kesin konuşmaktan ve benliğinizi açıkça belli etmekten çekinirsiniz.

Karen, iki çocuk annesi ve boşanmış bir kadındı. Bir sigorta şirketinde çalışıyordu ve iş değerlendirme analizinde patronu onun çalışmalarını “Tatmin edici” bulmuş ancak “Üstün” kategorisine koymamıştı. Karen’e göre ise yaptığı çalışmalar, “Üstün” kategorisine girecek cinstendi. Arkadaşları da ona hak veriyorlardı ve hakkını araması gerektiğini söylediler. Karen, durumu patronu ile görüşmek için gitti. Fakat konumunu kaybetmek, ayrı düşmekten ve yıkıcı olmaktan korkuyordu. Nihayetinde yaptıkları görüşmede Karen, kendisini öfkelendiren gerçek sebepler üzerine açıkça konuşamadı. Gözyaşlarına boğuldu ve bir netice elde edemeden görüşmeden ayrıldı. Çünkü Karen, içinde bulunduğu durumu ne olursa olsun kendini net bir biçimde ifade edememiş ve haklılığının arkasında duramamıştı. Öfkeli olmadığını söylese de içinde haksızlığa uğramaktan kaynaklanan bastırılmış bir öfke taşıyordu. Nitekim bir süre sonra Karen’in iş performansında düşüşler yaşandı.

Seçtiği yöntem yerine içinde hissettiği öfkeyi gerçek sebep üzerine konumlandırsaydı ve hislerini açıkça ifade edip düşüncelerinin haklılığı arkasında dursaydı belki yine de patronun fikrini değiştiremeyecekti ama en azından kendi düşüncelerini açıkça ifade etmiş olacaktı. “Ben”liğini ortaya koyarak rahatlayacaktı. Öfkemizi, kendimize faydalı kılmak için öncelikle kendimize ve benliğimize dair farkındalığımızı artırmamız gerekir. Ancak bu şekilde başkalarının fikirlerini değiştiremeyeceğimizi bilerek kendi duracağımız yerden emin oluruz.

İlişki Üçgenleri

Öfkemizi, farkında olmadan üçlü bir ilişkinin içinde konumlandırırız. Hatta bu çoğu zaman başvurduğumuz bir yöntemdir. Anne ve babamı ziyarete gidip döndüğümde kendi ailemle ben de böyle bir üçlü ilişki içine girdim. Onları ziyaretten sonra çocuklarıma karşı daha öfkeli ve daha tahammülsüz bir ebeveyne dönüşmüştüm. Bununla birlikte çocuklar da daha fazla üzerime gelmeye başlamış ve beni çileden çıkarmak konusunda daha fazla çaba sarf eder hâle gelmişlerdi. Aile ilişkileri uzmanı arkadaşımdan yardım almaya karar verdim. Onunla yaptığım görüşmeler sonucunda fark ettim ki bir ilişki üçgeninde bocalıyorum. Anne ve babama yaptığım ziyaret, onların yaşlandığı ve ölebilecekleri gerçeği ile beni yüzleştirmiş ve duyduğum kaygı, öfke biçiminde gün yüzüne çıkmıştı. Onların yanında olmak istiyor fakat bunu yapamıyordum. Buna karşılık öfkemi, kendi çocuklarım üzerine yönlendiriyordum. Kısır döngü hâline gelen ilişkideki tıkanmışlığı kırmak için adım atmam gerekiyordu. Nihayetinde duygularımı ve beni asıl öfkelendiren nedenleri çocuklarımla paylaştım. Ayrıca aileme de bir mektup yazdım. Bundan sonra işler çorap söküğü gibi geldi. Ben bu konuyla ilgili öfke duygumdan kurtuldum, çocuklarım üzerime gelmekten ve beni çileden çıkaracak işler yapmaktan vazgeçtiler. Üstelik anne babamın rahatsızlıklarına dair ilk defa sorular sordular. Ailemse çocuklarıma ve bana bir cevap niteliğinde bir mektup yazmıştı. İki kuşak arasındaki bu ilk irtibat, beni oldukça memnun etti.

İlişkilerdeki bu tip üçgenler, gerek ailevi gerekse iş ve arkadaşlık gibi pek çok alanda görülebilir. Kimi zaman bilerek bu üçgenin içine gireriz. Çünkü bu tip üçgenler, asıl sorunun görünür olmasını engeller ve üstünü örter. Asıl ve daha büyük sorunlarla uğraşmak yerine küçük öfke krizleri ile uğraşmak, insanlara daima daha kolay gelir. Bu nedenle bizi rahatsız eden asıl neden ve öfkelendiren gerçek sorun üzerine eğilmeyip kendimizi, sorun üçgeninin içine bırakırız. Bu üçgenlerden kurtulmak daima iyi sonuçlar doğurmayabilir. Çünkü öfkeyi gizleyen bu ilişkinin içinden çıktığımızda asıl sorun göze çarpmaya başlayacak ve bu kez onu aşmamız gerekecektir. Fakat öfkenin asıl kaynağını bulup sorunu halletmeyi başarırsak işte o zaman daha ideal ilişkiler kurabiliriz.

Cesaretli Adımlar Atmak Mümkün mü?

İlişkilerinizdeki sorunları aşmak, tıkanıklığa ve kısır döngüye son vermek için cesaretli adımlar atmanız gerekir. Öncelikle kendi konumunuzu belirleyerek işe başlayın. Sizin ilişkilerinizdeki tutumunuz ve konumunuz ne? İlişkilerinizde aşırı yüklenen mi, yetersiz yüklenen misiniz? Kendinizi, çevrenizi ve özellikle ebeveynlerinizle olan ilişkilerinizi gözden geçirin. Onlardan size kalan döngüler ya da davranış biçimleri ve kalıpları var mı, bunları netleştirin.

Kendi konumunuzu belirlemek için iyi bir gözlem yapmanız gerekir. Kısır döngüler içinden çıkmanız için ise yürekli eylemler gerçekleştirmelisiniz. İlişkilerinizi değiştirirken karşılaşacağınız zorlukları göz önünde bulundurmalısınız. Benliğinizi keşfetmek bu konuda size oldukça yardımcı olacaktır. Aileniz ya da arkadaşlarınızla olan ilişkilerimizdeki kopukluk sizi rahatsız ediyorsa bu ayrılığı giderecek adımlar atmak da size düşer. İlk iletişime geçen taraf olmak zorludur fakat sizin için değişimi başlatmaya muktedirdir. Değişimler gerçekleştikçe kişiler direnç gösterir ve “Eski haline dön.” mesajı verirler. Bu davranış biçimlerine karşı hazırlıklı ve kararlı olmanız önemlidir. Ben diliyle konuşarak kendi hislerinizi karşı tarafa ifade etmeniz, ilişkilerinizi netleştirmek hususunda son derece ideal bir yöntemdir. Karşı tarafı yargılayıp eleştirmeden bunun, sizin sorununuz olduğunu kabul ederek hislerinizi açın. Üçüncü kişileri ilişkinin içine sokarak üçlü öfke danslarına girişmek yerine sorunu direkt muhatabıyla çözün. Birine öfkelendiyseniz ya da birisi ile ilişkinizde problemler varsa bunu direkt o kişiyle çözmekten kaçınmayın.

YORUM EKLE

banner36