​​​​​​​New York’tan Los Angeles’a Yeni Roma

“Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan ile bir Amerika belgeseline başlıyoruz. Öyle vize işlemleri ile uğraşmadan, zorlanmadan yeni yüzyılın Amerika’sını keşfetmeye hazır mıyız?”  Hülya Günay yazdı.

​​​​​​​New York’tan Los Angeles’a Yeni Roma

Amerika, kişiden kişiye değişiklik göstermekle birlikte, her insanın dünyasında kendine bir yer edinmiştir. Çoğu genç için ütopyadır. Sineması, kovboy dizileri, Oscar ödülleri, edebiyatı, Slikon Vadisi, borsası, üniversiteleri, gökdelenleri, giyim kuşamı, hippileri, fast foodu, içecekleri ile bir şekilde dünyamızın içindedir. Ne kadar kaçınılmak istense de kâh zorbalıkla, kâh kültürel benzeşme etkisiyle çoğu zaman da özentilerin bedeli olarak toplumlara dokunmuştur. Fincanımda kola var demek mümkündür. Bu gücün kaynağı nedir, gidişat sürdürülebilir mi? Bir şekilde hayatımızın içinde dillere pelesenk olmuş Amerika’yı yeterince tanıyor muyuz? Yaklaştıkça gözlerde büyüyen devin bir cüceye dönüşmesi mümkün mü? Etkisini güç zehirlenmesini neye borçludur?

Prof. Dr. Gürdoğan birbirinden kıymetli eserlerinde; sıklıkla, insanların temel ihtiyaçlarını karşılarken toplumların ekonomik kazançları kadar kültürel değerleri önemsemeleri gerektiğini vurgular. Siyasal sınırların kalktığı, bilgiye, bilgeliğe ulaşmanın mümkün olduğu dünyada birlikte, barış içinde yaşamak için Yunusça yaklaşmanın gerekliliğine dikkat çeker. Her gittiği coğrafyada yaptığı iktisadi tespitleri seyahat gözlemleri ile birleştirmesi yani ekonomik koşullar ile kültürü harmanlayan bakış açısı, eserlerine gezi türünün çok üstünde sosyolojik, iktisadi, sanat ve tarihsel boyut katarken bizlere bir kitap şemsiyesi altında çok yönlü okuma imkânı sunar.

Rasim Özdenören; yeni Kızıl Elma’nın Amerika olduğunu vurgulayan fakat bize de sorgulama fırsatı bırakan tespitiyle, esere bakış açımıza yeni bir pencere açıyor:

“Dünya ve İslam tarihini bilen, ayrıca ulusal tarih bilinci taşıyan Ersin Nazif Gürdoğan bu kitabıyla önümüze bir soru koyuyor. Yeni Roma neresi? O, elbette, benim şimdi yaptığım gibi soruyu önümüze pat diye getirmiyor. Bu soruyu bizim kendi kendimize sormamızı sağlıyor. Gedik Ahmet Paşa, Otranto’ya çıktığında o Roma’ya bir menzil mesafeye kadar yaklaşmıştı. O Roma’nın bir adı da Kızıl Elma’dır. Fethedilen ülkenin bir menzil ötesinde duran diyar… Kızıl Elma orasıdır… Ya da oradadır. İşte Gürdoğan, önümüze bugünün Roma’sının ya da Kızıl Elma’nın neresi olduğu ya da nerede bulunduğu sorusunu getiriyor.”

Çocukluğumuzdan beri, kulaktan dolma, zihinlerimize kazınan Doğu Batı kavramını anlayabilmek medeniyet inşa etmenin, ilerlemenin olmazsa olmazı belki de:

“Mekân ve zaman farkının öldüğü bir dünyada, bilgi ve bilgelik arayışında olanlar hem Paris’te hem İstanbul’da hem de New York’ta yaşayabilirler. Yirmi birinci yüzyılda kentler arasındaki uzaklık ve yakınlık farkı önemini bütünüyle yitirmiştir. Yeryüzünün saklı Cennet ve Cehennemlerinin izini sürenler bilirler ki, Doğu ve Batı gibi, Kuzey ve Güney de Allah’ındır. İnsanlar atalarının yitirdikleri Cennet’in yol haritasını, sürgün edildikleri dünyada, akıl, gönül ve alın teri dökerek bulacaklardır.

Yirmi birinci yüzyılda üstünlük kazanma yarışı ülkelerden kentlere kaymıştır. Ülkelerin yerine kentler geçmiştir. Kentler arasındaki yarış hız ve yoğunluk kazandıkça, Doğu ve Batı New York’tan daha çok Kudüs’te buluşacaktır. Kudüs ’süz New York’ta olmaz, Kudüs kutsal kültürün başkentidir. New York’ta kutsal kültür adına ne varsa, hepsi Kudüs’ten ödünç alınmıştır. Kudüs ’süz New York ilkesiz, New York ’suz Kudüs’te güçsüz olur. Gelecek, Kudüs ile New York’u altın oranda harmanlayanların olacaktır.”

Atlantik’te Kopan Teknolojik Kıyamet Titanic bir dönem beyaz perdede zihinlerde iz bırakmıştı. Dünya denizcilik tarihinin, yüzen sarayı “batmaz gemisi” Atlantik’te bir buz dağı ile karşılaşınca, çok kısa bir zaman diliminde denizin derinliklerinde kaybolup gitmişti. Seküler yaklaşımla sadece teknolojiye inanan ve bütün dünyanın doğal zenginliklerini kendisinin çiftliği, insan gücünü de kölesi gören Batılılar Titanic’de teknolojinin sınıfta kalışına çok ağır bedeller ödeyerek şahitlik etmişlerdir. Annenin çocuğa faydasının olmadığı, herkesin can havliyle bir yerlere savrulduğu mahşer yerinde, teknoloji harikası lüks gemi bin altı yüz yolcuya devasa bir tabut olurken sadece yedi yüz elli yolcu kurtulmuş, geriye aklını yitirenler, ağlayan çocuklar, acıdan başka bir şey kalmamıştır. Kitapta, Titanic dramına farklı bir pencereden ibretlik dersler alarak bakıyoruz.

Yirminci yüzyılın Amerika’sının durumunu yakından gözlemler Gürdoğan. Gözlemlerini tarihsel alt yapı ile besler. Göçmenlerin kurduğu Amerika ile Avrupa’nın girift ilişkilerini gözler önüne serer.

Piramitler şehri New York’u çekim merkezi haline getiren sosyal, fiziki, ekonomik etkenleri belgesel tadında sunarken; Her Kentte Bir New York Bir İstanbul Vardır alt başlığı ile siyasal sınırların önemini yitiren dünyanın aktüalitesini işler.

Amerika’da yaşayan beş milyonun üzerindeki neredeyse nüfusun yüzde yirmi beşini oluşturan zencilerin kutlu şehirleri Harlem’in üzerine çöken kötümserliği değiştiren, düşünce ve eylem insanı Malcolm X’ yanı sıra Ezra Pound, Martin Luther King, Clay gibi birçok entelektüel hakkında bilgilerimizi tazeler, yeni bilgiler ekler.

Sayfalar aktıkça, dünyada kaynayan bütün kriz kazanlarının yakıtı doları besleyen kaynaklar, Masonluk zihniyeti, hakkında fikir sahibi oluyoruz. Bütün dünyaya büyüleyici film ve müzik stüdyoları, alışveriş merkezleri, yıldızlarıyla hayal ve rüya üreten, tüketim kültürü pazarlayıcısı Hollywood, Disneyland dünyadan milyonlarca insanı kendine nasıl çekiyor şaşkınlıkla okurken, bu zehirli mıknatısın neresinde olduğumuzu sorgulamadan geçemiyoruz. İsyancı 68 kuşağının anavatanı Berkeley’den Big Sur Henry Miller’ın Çiçek Çocuklarının Diyarıdır bölümüne bir solukta geçiş yaparken Hippilerin bilmediğimiz hikâyesi ile karşılaşıyoruz.

Arabaların dayanılmaz büyüsüne kapılmış, arabaların ülkesi Amerika, Anadolu deyimiyle ‘’Para parayı çeker. Parayı sevenler, paraya doymazlar. ‘’ felsefesi ile para için her şeyi yapmaktadır. Şans oyunlarıyla insanları soyan, bütün dünyanın kumar ve eğlence merkezi Las Vegas…

Ömrüne binlerce mektup, onlarca kitap sığdıran; ‘’ altmış yılda arkamda pek çok iz bıraktım’’ diyen Steinbeck’in izlerini görmek için doğum yeri olan Salinas’ta bir gün geçirmek gerektiğini düşünür Gürdoğan.

Ve Silikon Vadisi, dünyanın özgür, özgün, üretim, yönetim merkezinin başarısını yine farklı bir perspektiften bizlere sunar:

“Silikon Vadisi; yalnızca Kaliforniya’nın değil, bütün dünyanın, ‘Eski satanların zamanı geçti, biz yeniler satıyoruz, bugün pazar bizimdir’’ diyenlerin yeni Konya’sıdır.  Ekonomik, siyasal ve kültürel hayatı dönüştüren bilgi toplumunun yatırımcı ve yenilikçi kuruluşları, ‘’Bizim dünyamız ümitsizlik dünyası değildir, ülkende ne kadar başarısızlığa uğramış olursan ol, Silikon Vadisi’nde herkese yer vardır.’ demektedir. Bu yüzden kapıları, ister Müslüman, ister Hristiyan, ister Musevi, ister Budist, ister Şintoist ve isterse de Konfüçyüsçü olsun, herkese sonuna kadar açıktır.”

Sınırları şeffaf yenidünyada zenginlerle yoksullar değil, eğitim düzeyi yüksek olanlarla, eğitim düzeyi düşük olanlar çatışmakta ve eğitim her geçen gün önem kazanmaktadır.

“Verimli rasyonel üreten, buna karşılık verimsiz irrasyonel tüketen insanlar, Amerika’nın tüketim ekonomisine en çok katkıda bulunan insanlardır.

Medeniyetler savaşında üstün gelmek isteyen her ülke gibi Türkiye’de, bütün insanlığın birikimi olan dünya kültürünün seküler Yunan ve Roma boyutunu değil, üç büyük dine dayanan kutsal boyutunu öne çıkarmalıdır. Yirmi birinci yüzyılda hesaplaşma Doğulular ile Batılılar arasında değil, Kutsal kültürle Seküler kültür arasında olacaktır. Nasıl İslam kültürü Yunan kültürünü içselleştirmişse Yeni Roma’yı da aynı şekilde içselleştirmelidir. Kendi çıkarları için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen Yeni Roma’yı, kutsal kültürden başka dizginleyecek güç yoktur.”

Bu kitap, yeni yüzyılın aktüalitesine, tarihsel çatışmalar, hesaplaşmalara dikkati çekerken bir taraftan da okuru kendi iç dünyasına yolculuğa davet ediyor. Kendimizle yüzleşmeden bilgi ve bilgeliye ulaşmak, dengelerin değiştiği dünyada var olabilmek ne mümkün?

Ve bunu nasıl başarabiliriz sorusunun cevabını, “Yeni Dünyada Her Şehir Kızıl Elmadır” diyen; Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan’ın çizdiği vizyonda buluyoruz:

“Doğu’nun Batı’nın iç içe olduğu bir dönemde, her ülke var olmak için, bütün kuruluşlarıyla, Barbaros’un dünyayı bir bütün olarak görme vizyonunu benimsemek zorunda kalacaktır. Barbaros’un iki dünyayı bütünleştiren, düşünce ve eylem dünyasında, iyilikler paylaşılarak büyütülür, kötülükler yardımlaşarak azaltılır. Barbaros iktidar sarhoşluğuna kapılmamış, güç zehirlenmesine düşmemiş, tarihin gördüğü ender zirve öncülerden biridir. O koca dünyayı avuçlarının içine alarak, zengin bilgi ve bilgelik birikimiyle, derin düşünceleriyle, cesur eylemleriyle, Akdeniz’i bir Türk gölüne, bir barış denizine dönüştürmesini bilmiştir.” 

YORUM EKLE