2000’lerin şiir ortamı nicelik bakımından fazla, nitelik bakımından kıt şairin olduğu bir görüntü veriyor bize, uzun süredir. Dergilerin çokluğu, editörlerin yokluğu şiiri ota, sapa bürünmüş bir halde karşımıza çıkarıyor.
Üç Nokta Dergisi’nin son sayıları kuşak edebiyatlarına ayrılmıştı. Geçtiğimiz aylarda çıkardıkları son sayıda da 2000 Kuşağı’nı kapaklarına taşıdılar. Bir elin parmağını geçmeyecek kadar az şairden alınan görüşlerden meydana gelmişti dergi. Aralarında ilk kitaplarından itibaren iyi şiirde damar tutturabilmiş, eleştirmenlerce olur almış isimler de vardı.
Şiirimizde 90 Kuşağını temsil eden şairlerin bugün hemen tamamı kendilerine bir isim alabildiler. Modern zamanda şiire başlamışlardı ama bugünkü kadar teknolojiyle sarılmamışlardı. En azından birçoğu cep telefonsuz bir dünyada şiir yazıyordu. Edebiyat ahlakı, silsilesi denilen bir dönemin son şairleriydi onlar. Zihinleri teferruatla yığılı değildi. Tüm bunların yanında bir de usta-çırak ilişkisini biliyorlar, bir edebiyat dergisinin aynı zamanda bir ocak olduğunu görüyorlar, bunu bizzat yaşıyorlardı.
2000’ler denilen zaman!
2000’lere geldiğimizde her şey bildiğimiz adlarından başka bir adla adlandırılmaya başladı. Kuşlara kuş, ağaçlara ağaç, çiçeklere çiçek diyemez olduk. Facebookumuz, msnimiz youtubemuz oldu. Bilgisayar denilen aygıtın başında ne kadar çok sohbetten azade işler varsa onları yapar olduk. Klavyeden çatır çutur sesler geldi. Kimimiz zayıfladık, kimimizin saçı döküldü. Kimimiz artık çaya tek şeker atıyor. Bilmiyoruz kim ne halde!
Sözü fazla uzatmadan, şunu söylemeliyiz ki, modern zaman sanatın temeline dinamit koyuyor. Bakmayın öyle modern sanatların anlaşılmazlığına, anlaşılmadığı için de kıymetli olmasına. Festivallere, bienallere bilmem nelere!
Şiir de, şair de bunca mekanik saldırının altında kelimeye iman ederek ortaya sanatını koyuyor. Bunları başarabilenlerden biri de Mustafa Akar. Benim için 2000 kuşağı denilince aklıma gelen beş şairden biri de Mustafa Akar olacak.
Tenezzül’de ne var?
Kitapta Elin ve Ekmeğin Tarihi, Bah une vignette, Ve Allegro başlıklarıyla üç kısım var. Şiirler oldukça uzun. Deliceler ve Giresun’da Birden Bire Bir Merdiven defalarca okuduğum şiirler oldu.
Serde gençlik olduğundan mı bilmem Deliceler’i sanki oturmuşuz da Akar’la beraber yazmışız. Tamam, bir polis kızına sevdalanmadım, tamam yakınımda bir babaannem olmadı ama ben de zaman zaman “kâfir”lere karşı bir şeyleri devirdim. Belki de şiirin girişinde bir türküden dizeler olduğu için o sayfada saatlerce kalmışımdır. Belki de “Dut ağacını, sıcacık çarşafları, küllükleri falan devirip de şiire durdum” dizesi beni alıp bir suskunluğa komşu yapmıştır.
İsmail Kılıçarslan bir TV programında Giresun’da Birden Bire Bir Merdiven’i okumasaydı da ben bu şiiri severdim. Eninde sonunda severdim Mustafa Akar! Mesela şu dizeyi yazdığını duyup da ben bu şiire burun kıvırsaydım yakışmazdı bize!
“Niye bu kızlar saçını dünyaya açtı böyle”
Mustafa Adında Olmak, Halk Arasında 28 Yıl Dolaşacak Şiir, Dibek Dövücüsünün Hınk Deyicisi, Marruş, Kelime Tamircisi…
Dizeler…
“biz yalnız bir kadın doğurunca mı sevineceğiz” (Şafağın Kapısındaki Kavalcı)
“tutuşmuş bir han kapısı vardır eski bir masalda, ağzın
konuşkan bir usul yangınla uyur” (Evlilik Sözleşmesi)
“birden sevmeyin beni, içten değilim, matematikte yanlış yapabilirim
solgun bir her kimse olarak geldimse de buraya bilirim
bu gövdeler kımıldanınca bir tabut acıkır hep ölüm olmaya” (Bir Türkü Kendin Yakar)
Mustafa Akar’ın Tenezzül adını verdiği, hiçbir şeye inmemeye yemin ettiği, sağlam ve yüksek donanımlı şiirleri Profil’den çıktı. Mustafa Akar emeğine kayıtsız kalmamanız için bu -en azından benim çok sevdiğim- kitabı sizlere de salık veriyorum.
Yakup Öztürk
Bu yüzyılda böyle güzel şiirler yazdığı için Mustafa Akar'a çok teşekkür ederim. Kırık bir Turgut Uyar var bu adamda. Birde Mustafa Kutlu ve Tenekeci doğru adamlara atmışlar zarlarını...