Müller'e gelmeden neler var!

Tercüman 1001 Temel Eser dizisinde çok kıymetli kitaplar var. Bunlardan biri zenginleşerek tekrar yayınlandı.

Müller'e gelmeden neler var!

Max Müller, İstanbul'dan MektuplarŞehir Yayınları, uzun bir süredir sessiz ama hummalı bir çalışma içerisindeydi. Geçtiğimiz günlerde bu çalışmalar, meyvesini verdi ve “Seyahat Kitaplığı”nın ilk kitabı olan “İstanbul'dan Mektuplar” çıktı. Biz de sıcağı sıcağına elimize tutuşturulan kitabı, severek ve sindirerek okuduk. Yetmedi, “Her kitabın bir hikâyesi vardır!” diyerek bir de hikâyesinin peşine düştük. Kitabın editörü Fatma Zehra Arslan'dan kitabın hikâyesini dinledim. Hikaye neredeyse kitabın kendisi kadar ilginçti. Öyle ki hikâyeyi dinledikten sonra “Kitapların hikâyesi de ayrı bir kitap olmalı!” demekten kendimi alamadım.

Ama önce kitaptan notlar...

Seyahat Kitaplığı, seyyahların aynasına düşen Osmanlı siluetini günümüze aksettirmek için başlatılmış bir dizi. Dizide daha çok Osmanlı coğrafyasına yolu düşmüş seyyahların kitaplarına yer verilecekmiş. Ama yayınevi arada bir sürpriz yapıp farklı tarzdaki seyahatnamelerle de okurunu şenlendirecekmiş.

Max Müller, İstanbul'dan MektuplarDizinin ilk kitabı İstanbul'dan Mektuplar, Oxford Üniversitesi hocalarından Alman asıllı oryantalist, yazar Friedrich M. Müller ve eşi Mrs. Müller'in II. Abdülhamit devrinde, İngiliz sefaretinde çalışan oğullarını ziyarete gelmeleri ile başlıyor. II. Abdülhamit'in görevlendirdiği saray yaveri eşliğindeki İstanbul gezileri ile devam ediyor. Kitabın en ilginç bölümleri ise seyyahlarımızın II. Abdülhamit'in davetiyle gittikleri Yıldız Sarayı'nda, Sultan'la birlikte yedikleri akşam yemeği ve saraya dair izlenimler. Bir başka ilgi çekici bölüm ise Bayan Müller'in Türk hanımlarını ziyareti ve onlar hakkındaki görüşleri.

Babasına bak, oğluna maşallah de!

Kitabın göz okşayan zarif mi zarif kapağını ise Ahmet Turan Alkan'ın oğlu Talat Alkan yapmış. Kapak öyle hoş ki, hediyelik şeker niyetine sevdiklerinize takdim edebilirsiniz.

Son notumuz ise eserin sonundaki “Ekler” bölümüne dair. Bu bölümde kitapla ilgili Newyork Times gazetesinde 1897'de çıkan bir tanıtım yazısı ve çevirisi ile Tercüman-ı Hakikat gazetesinde 1893'te çıkan seyyah çiftimizle ilgili nüshalar ve çevirileri yer alıyor. Bu da kitaba ayrı bir zenginlik katmış.

Max Müller
Max Müller

Kitabın ilginç hikâyesi ise şöyle:

Şehir Yayınları, “Seyahat Kitaplığı”na başlarken, editör F. Zehra Hanım etraflı bir araştırmaya girişmiş. Tercüman 1001 Temel Eser Dizisi'nden çıkan bu kitapla karşılaşınca dizinin ilk kitabı olarak yeniden yayınlamayı düşünmüş. Elindeki nüshanın çevirisinin sadeliği ve akıcılığı da bu çeviride karar kılmasını sağlamış. Fakat yeniden yayınlamalarda yayınevinin politikası, eseri hazırlayan yahut çevirenin tekrar izninin alınması imiş. Böyle olunca editör için zorlu bir araştırma süreci başlamış. Zira 1978 yılında yayınlanmış kitabın çevrimeni olan Afife Buğra'yı bulmak zorundaymış. Sarı Çizmeli Mehmet Ağa'yı aramak gibi bir şey...

Fakat yılmamış editörümüz ve bir yılın sonunda çevirmenin manevi kızı Füsun Buğra'ya ulaşmayı başarmış. Füsun Hanım'dan, Afife Hanım'ın vefat ettiğini öğrenmiş büyük bir teessürle. İlaveten bir de Afife Hanım'ın ilginç hikayesine tanık olmuş. Çünkü Afife Hanım, Jön Türklerden Dr. Münir İzzet Bey'in kızı imiş. Dr. Münir İzzet Bey, siyasi faaliyetleri dolayısı ile II. Abdülhamit tarafından Afganistan'a sürgün edilince, Afganistan'ın ilk modern hastanesini kurmuş ve Afgan Prensesi Fatima Gülçemen ile evlenmiş. Afife Hanım da Afganistan'da doğmuş ve ilk öğrenimini orada görmüş. Cumhuriyet'in kurulması ile aile Türkiye'ye dönmüş. Ayrıca Füsun Hanım, Dostoyevski'nin meşhur çevirmeni Nihal Yeğinobalı ile Afife Hanım'ın çeviri sanatı ile ilgili mektuplaştıkları bilgisini paylaşmış.

Müller, İstanbul'un Saltanatlı GünleriDergah'taki sorunlu baskı!

Füsun Hanım'dan aldığı izin ve dinlediği ilginç hikâye ile daha da şevklenen editör F. Zehra Hanım, kitabı baskıya göndermesine çok az bir süre kala eserin, Dergâh Yayınları'ndan “On Dokuzuncu Asır Biterken İstanbul'un Saltanatlı Günleri” adıyla basıldığını görmüş. Biraz şevki kırılsa da mezkûr baskıyı inceleyince tekrar gayrete gelmiş. Zira bu baskıda, Dergâh'ın, Afife Hanım'ın özenli çevirisini adeta görmezden gelerek “eseri ilk defa Türkçe'ye tercüme ettikleri” iddiasıyla karşılaşmış ve eserde bazı yanlışların olduğunu gözlemlemiş.

Ayrıca kitabın orijinal isminin değiştirilerek yayınlanması da editörü üzmüş ve daha iyisini ortaya koymak niyetiyle eseri yayımlamış.

Ben buraya kadar anlattım, gerisi artık ilgilisinin merakına kalmış.

Şule Gemici sıcağı sıcağına okudu, dinledi, haber verdi

YORUM EKLE