Abdullah b. Hişam’dan rivayet edilen bir hadiste şöyle bir hadise anlatılır: Hz. Peygamber (s.a.) bir defasında Ömer’in elinden tutmuştu, biz de oradaydık.
Ömer dedi ki: “Ya Resulullah, nefsim hariç sen bana her şeyden daha sevimlisin.”
Resulullah: “Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki, ben sana senin nefsinden daha sevimli oluncaya kadar, hayır…” buyurdu.
Bunun üzerine Ömer: “Şu anda sen bana nefsimden daha sevimlisin.” dedi.
Resulullah: “Şimdi oldu ey Ömer” buyurdu. (Yani şimdi imanın tam oldu.)
***
Sahabeden Hz. Sevban (r.a.), Hz. Peygamberi çok severdi ve onu görmeden edemezdi. Bir gün rengi atmış ve üzüntüsü yüzüne vurmuş bir şekilde Allah Resulü’nün huzuruna gelir. Hz. Peygamber “Senin rengini ne değiştirdi” diye sorar. O, cevaben şunları söyler: “Ya Resûlullah! Benim ne bir hastalığım ne de bir ağrım var. Ancak seni görmediğim vakit çok şiddetli bir yalnızlık hissediyorum. Sana gelinceye kadar bu yalnızlık duygum devam ediyor. Sonra ahireti hatırlayınca seni göremeyeceğimden korkuyorum. Çünkü sen peygamberle birlikte olacaksın. Ben ise cennete girsem dahi aşağı bir makamda olurum. Hele (cennete) giremezsem seni hiç göremem.”
Bu olayın ardından “Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar.” (Nisa Suresi, 69) ayeti nazil olur.
***
Allah Resulü’nü sevmenin kamil bir imanın şartı olarak gösteren bu hadisler Muhammed Gazalî’nin Fıkhu’s Sîre: Resulullah’ın Hayatı kitabından. Gazalî’ye göre Hz. Peygamberi (s.a.) sevmenin farz olduğunu hiçbir Müslüman görmezden gelemez. Ve bu sevginin gerekliliğini münafık ve kâfirlerden başka kimse de inkâr edemez. Allah Resulü gönüllerimizde layık olduğu yeri almadığı sürece imanımız kemal mertebesine ulaşamaz. Bunun için de onu tanımak gerekir. Siyer kitapları okumak bunun için bir başlangıç olabilir.
Risale Yayınları’ndan çıkan bu kitabında Muhammed Gazalî, öncelikle Hz. Peygamberin hayatının sıradan biyografilerden farklı olduğuna dikkat çekiyor. Siyer kitapları, tüm biyografik eserler gibi, Hz. Peygamberin hayatını anlatmakla birlikte, bir peygamber olarak onun örnek alınmasına da vesile olurlar. Böyle bir misyonları olduğu için biyografi türünden farklılaşırlar.
Siyer literatürünün kaynakları
Muhammed Gazalî’nin kitabını yazarken başvurduğu temel kaynaklar arasında Kur’an-ı Kerim ve hadis kitapları başta geliyor. Bunlara ek olarak kendisinden önce yazılmış siyer literatüründen de istifade etmiş. Yazar söz konusu literatürü iki kategoride incelemiş:
1. Yeni tarihçiler: Yorumlamaya, sebeplere inmeye, dengeli olmaya, çeşitli hadiseleri belli bir bakış açısına göre birbirine bağlamaya yatkınlar. Takip ettikleri metodun en iyi yönü budur.
2. Eski tarihçiler: Bütün rivayetleri toplamaya, rivayet senetlerini incelemeye ve hadislerin en ince noktasını dahi kaydetmeye gayret etmişlerdir.
Gazalî kitabında bu iki farklı kaynak türünden de faydalandığını belirterek şunları söylüyor: “Ben bu mütevazı çalışmamda bu iki metodu yeni bir üslupta birleştirdiğim kanaatindeyim. Her iki metodun iyi yönlerini içeren bir üslup içinde ikisini birleştirdim. Ayrıntıları tek bir mana etrafında toplayıp birbirine bağlı tek bir konu haline getirdim.”
Bunlara paralel olarak Gazalî, konuların daha iyi anlaşılması için ayet ve hadisler ışığında açıklamalar yapıyor, bir olay veya durumdan çıkarılması gereken dersleri sıralıyor eserinde. Bu bilgileri Hz. Peygamberin hayatından örneklerle pekiştiriyor. Kendi ifadesiyle söylemek gerekirse “hadiselerin hikmet ve tefsirlerini ortaya koymak için” takdir edilesi bir gayret sarf etmiş.
Siret kitapları imanı kuvvetlendirir
Yazar, böyle bir siyer kitabı yazmaktaki amacını da şu şekilde açıklamış bizlere: “… siyretin imanı artırmasını, ahlakı güzelleştirmesini, mücadele ruhunu alevlendirmesini, Hakk’a sarılıp ona sadık kalmaya teşvik etmesini ve bütün bunlara ait ilginç misallerle donatılmasını hedef edindim.”
Bir biyografi türü diyebileceğimiz siyer kitaplarının Hz. Peygamberi anlatması kaçınılmaz olarak bu türün imkânlarıyla sınırlı. Çünkü sıradan bir insandan farklı olarak vahiyle muhatap olan Hz. Peygamberin hayatını her yönüyle kuşatmak imkân dahilinde değil. Ayrıca her siyer kitabı, tarih yazıcılığının bir neticesi olarak, yazarının bakış açısı, kullandığı kaynak ve yöntemlere göre de farklılaşabiliyor. Böylece bu kitaplar bazı noktalarda bize güzel kapılar aralarken bazı noktalarda nakıs kalabiliyorlar.
Bu sebeple sadece bir siyer kitabı üzerinden Hz. Peygamberi tanımak ve onun risaletini anlamak mümkün değil. Muhammed Gazalî de kitabında bu konunun ısrarla altını çizerek bunlarla birlikte Kur’an ve hadis kaynaklarının da mutlaka okunması gerektiğini salık vermekte.
Yazarın bu konudaki hassasiyetini anlamak için okurlarına hitaben kitabının sonuna düştüğü şu notu paylaşmak isterim: “Muhammed'in (s.a.) hayatını doğumundan vefatına kadar okumakla onu anladığını zannedebilirsin. Bu çok büyük bir hatadır. Çünkü Peygamberin hayatını Kur’an ve Sünnet’i incelemeden hakkıyla asla anlayamazsın.”