Modern bir okuma biçimi olarak raf ömrü

Ali Ural, klasik sayılabilecek bazı kitaplar üzerine yazdıklarından oluşan eseri “Raf Ömrü” kitabında, sanatsal okumanın uzun yıllara dayalı emek ve tecrübe gerektirdiğini uygulamalı olarak gösteriyor. Mustafa Köneçoğlu yazdı.

Modern bir okuma biçimi olarak raf ömrü

“Kaçılacak bir kitap olmalı yine de. Ruhumuzun ancak ona kaçtığında dinlenebileceği bir kitap. 

Ondan uzak kaldığımız için anlamadığımız  birbirimizi. Seneler geçse de hep yepyeni kalacak bir kitap.

Bir melekten işitilen ilk defa. Bir melekle inen yeryüzüne.” 

Ali Ural

Johann Wolfgang Goethe Eckermann’la yaptığı konuşmalarının bir yerinde, doğru dürüst okumayı öğrenmek için seksen yıl harcadığını, yine de kendini bu ülküye tam ulaşmış saymadığını söyler. İlk bakışta oldukça abartılı bir söz gibi görülebilir Goethe’nin söyledikleri. Çünkü insan hayatının tamamını kapsayan bir uğraşın, hakkı verilememiş bir ülküye dönüşmesi, neresinden baksanız, kolay kabullenilebilecek bir durum değildir. Diğer yandan sözü söyleyenin büyük eserlere imza atan bir deha olması, işi biraz daha karmaşık hale getiriyor. Kitap okumak nasıl bir eylemdir ki, seksen yılda öğrenilemesin? Buradan hareketle daha yakıcı bir soru da sorulabilir: Sonunda Goethe’nin sözlerinden bizim payımıza da yakıcı bir yazıklanma hissesi düşecekse, ne gerek var okumaya? Hiç başlamamak daha iyi değil mi?

Goethe’nin, üç bin yılın muhasebesini yapamayan insanı günübirlik yaşayan insan kategorisine indirgemesi onun okumayla ilgili yaklaşımını aşağı yukarı ortaya koyuyor. Onun yaklaşımı, ‘yüzünden okuma’ diye bildiğimiz alfabe aşinalığından ötede daha derinlikli bir okuryazarlıktır. Tersi olsaydı herhangi bir talebenin iki üç yılda halledebildiği türden bir eylemeden bahsediyor olacaktık. Ama mesele o kadar kolay değil. Meselenin insanın alametifarikası olan dille -natıka- yakından ilgisi olsa gerek. Ancak dil içinde gerçekleşen bir eylem, dilin doğası gereği, insan hayatını aşan bir boyutu havidir. Michel Faucoult’un tespitiyle dil, bir başka dili tetiklemesi, harekete geçirmesi ve o dilde çoğalabilmesi yönüyle ‘sonsuza giden dildir.’ Dolayısıyla dilin insan hayatını aşan bir etkinliğe dönüşmesi, tüketilecek bir nesneye indirgenememesi, bir imgeler dünyası inşa ederek sonsuza dek uzanması, üzerinde düşünen herkesi bir acemilik yaftasıyla baş başa bırakır.

Bu bağlamda sanatsal bir eylem olarak okumak, sihirli bir matruşka içinde yol almak gibidir. Okunan her edebi metin bir diğerine eklemlenir ve her edebi metni başka bir şekilde okumak da mümkündür. Edebi bir eseri her okuyuşta yeni anlamlara ulaşılması bu nedenledir. Dolayısıyla çoklu okumalara kapı aralamayan bir metin, edebi metin olma vasfı taşımıyor demektir. Zannımca Goethe’yi hayıflanmaya iten asıl neden, edebi metnin bu tüketilmezliği olsa gerektir. Hangimiz hayıflanmayız ki sonu gelmeyen bu ufuk çizgisi karşısında?

Usta bir yazarın edebi metinleri okuma biçimi

Ali Ural’ın klasik sayılabilecek bazı kitaplar üzerine yazdıklarından oluşan eseri “Raf Ömrü”, sanatsal okumanın, kolayca halledilebilecek bir okuma biçimi olmadığını, uzun yıllara dayalı emek ve tecrübe gerektirdiğini ortaya koyması bakımından önemli ve öğretici metinlerden oluşuyor. Raf Ömrü’nde okur, usta bir sanatçının, edebi metinleri okuma biçimine, metinler arası kurduğu ilişkilere, çağrışımları nasıl yakaladığına; kısaca okumayı nasıl diyalojik bir eyleme dönüştürdüğüne şahitlik ediyor. Ali Ural sadece okumakla kalmıyor çünkü bu metinleri; onlarla konuşuyor adeta ve konuşturuyor onları. Böylece satır aralarındaki gizli anlam dünyalarına dokunma fırsatı buluyor. Bu, deneme türünün yazara sağladığı bir rahatlık değil; yazarın edebi metinlerin diline ve ruhuna aşinalığıyla ilgili bir durum. Bir edebi metnin ruhuna yaklaşacak dili bilmezseniz, metin size açılmaz, içine kapanır ve kendini size okutmaz. Birçok insanın, ne anlıyorsunuz bu kitaptan diye ünlemesinin nedeni, sanat eserinin ruhuna yönelik bu yabancılık duygusudur.  

Kitabın isminin Raf Ömrü olarak belirlenmesi konumuz açısından özel bir anlam kazanıyor. Bir edebi metin sırtında bir isim taşısa da, alnında bir barkot numarası bulundursa da, rasgele tüketilecek alelade bir nesne değildir. Yani ona bir raf ömrü biçilemez. O, yüzyılların rafları arasında her zaman dolaşımda olan bir mektuptur. Kendi okurunu kendi bulur bu mektup. Ali Ural, bu mektubun nasıl okunması gerektiğinin altını çiziyor. Kime yazılmıştır bu mektup, hangi mektuplarla bakışımlıdır, bağlamı nedir, kahramanları neyi simgeler, yazarı kimdir ve nasıl bir muhatap ister? Raf Ömrü bütün bu soruların derinleştirilmesinden ibarettir denilebilir. Çoğul bir okumanın nasıl zenginleşerek yeni deltalar oluşturduğunu gösteriyor bize bu kitapta Ali Ural. Bu modern okumaya aşina olunmadan edebi bir eseri hakkıyla anlamak nerdeyse imkânsızdır. Çünkü her edebi metin bir diğerine açılır, hatta onunla birlikte var olur. Bu açılma çoğunlukla dikkat isteyen ince bir çizgi üzerinde gerçekleşir. Raf Ömrü’nde yazarın yaptığı, bu ince hat üzerinde yolculuktur. Bu yolculuk, neyi nasıl okuması gerektiği konusunda kafası henüz yeterli sarahate kavuşmamış okur açısından oldukça öğreticidir. Neyi nasıl okuyacağını bilen tecrübeli okur açısından da eşsiz bir estetik haz demektir.

Sözünü ettiğimiz çoğul okumalar ve metinler arası yolculuklar bakımından kitaptaki her yazı ayrı bir önem arz ediyor. Tolstoy’dan Camus’a, Hamsun’dan Shakespear’e, Hemingway’den Exsupy’e, Kafka’dan Conrad’ya, Gogol’dan Dostoyevski’ye, Papini’den Buzzati’ye, Zweig’den Aytmatov’a ve Borges’ten Cervantes’e kadar birçok ismi, kendi içinde yeni bir okumaya tabi tutarak oldukça ilham verici bir yöntem uyguluyor Ali Ural. Bu yöntem, edebiyatımız açısından önemli bir zenginliktir.

Robinson Crusoe’yı anlamak

Bu yazı kapsamında kitaptaki tüm eserleri yakın okumalarıyla ele almak mümkün olmamakla birlikte Robinson Crusoe’ya, yazarın yanı sıra eşlik edebiliriz. Böylelikle yazarın metinlerle nasıl konuştuğu, onları nasıl konuşturduğu ve metinler arası seyahatleri nispeten ortaya konmuş olur. Yazarın baktığı açıdan, ‘aydınlanma’ düşüncesine kaynaklık eden sömürgeci Batı aklı bilinmeden Robinson Crusoe’yu; yaşadığı adayı, yanına aldığı eşyaları, tabiatla ve insanla(Cuma) kurduğu kuşkulu ilişki biçimini yerli yerine oturtmak pek mümkün değildir. Keza ondan iki asır önce yaşamış olan sömürgeciliğin ileri keşif kolu Kolomb’un ruhsal motivasyonlarına vakıf olunmadan Robinson Crusoe’nun fotoğraflarındaki bazı kareler hep gölgede kalacaktır. Modern uygarlığın şafağında beliren bu iki uygarlık temsilcisi, öteki olarak kabul ettikleri tabiatı ve insanı ehlileştirmek için her yolu dener. Kolomb açısından yeni keşfedilen her kıta bir Cuma’dır. Robinson Crusoe için de Cuma; keşfedilmesi, medenileştirilmesi ve eğitilmesi gereken yeni bir kıtadır. Her ikisi de gerektiğinde zecri tedbirleri göz ardı etmeyecek bir Hristiyanlık inancına ve hatta fanatikliğe sahiptir. İlginç bir şekilde, batılı insan sekülerleşse de Hristiyanlığı bir bilinçaltı olarak yaşamaya devam etmektedir.

Öte yandan bu iki figürün karşısına Hay Bin Yakzan’ı koymadan, İslam’la Hristiyanlık arasındaki varoluşsal uçurumu betimlemek olanaksızdır. Hay Bin Yakzan, Robinson Crusoe gibi faydayı önceleyen bir ilişki kurmaz tabiat ve insanla. Bütün fıtri masumiyetiyle anlamaya çalışır tabiatı, onu bozmaz ve tahrip etmez. İhtiyaç duyduklarıyla yetinir ancak.  Robinson Crusoe işine yaramayan! bir canlıyı katletmekten çekinmezken, Hay Bin Yakzan her canlının yaşam hakkını teslim etmenin derdindedir. İnancını paylaşırken de oldukça müsamahalıdır Hay. Biri saldırgan bir dünyanın kâşifi; diğeri ise saygının, arayışın ve inancın seyyahıdır. Biri kuşkulu bir kontrolle her canlıya sahip olmayı hesaplarken; diğeri olmanın, bulmanın ve ait olmanın varoluşsal yollarındadır.

Ali Ural’ın, ilk yazısından hareketle dile getirdiği gerçeklik şudur: Her kitap, yazıldığı toplumun kültürel kodlarının çocuğudur ve bize yazıldığı dünyanın hangi değerler üzerinde yükseldiğinin öyküsünü anlatır. Bu açıdan, sanat eserindeki her ayrıntı sosyo-kültürel bir gerçekliğe işaret eder; orada rasgele bir detay değildir. Hatta sanat eserindeki her detay, eseri ortaya koyan toplumsal bağlamın zihin haritalarına yönelik hayati bir mesaj barındırır. Ali Ural’ın metinler arasında gezinen dikkati, bir taraftan eserlerin kod açımlarını yaparken, diğer taraftan da okurun önüne, satır aralarındaki mesajların şifrelerini koymaktadır.

Mustafa Köneçoğlu

      

YORUM EKLE