Modern zamanlara dilindeki, düşüncesindeki, felsefesindeki, kültüründeki büyük kayıplarla giren bir milletiz. Ortak vicdanı, sükûneti, aklı ve adaleti inkıtaa uğramış bir coğrafya. Batı düşüncesi ve medeniyeti karşısında geri çekilmiş, mağlubiyet psikolojisini hayatın her alanında tedavüle sokmuş bir millet. Kendi hakkında sahici sorular soramayan, derinlikten yoksun… Her gün televizyonlarda, gazete köşelerinde tartıştığı mevzu hakkında hiçbir müktesebatı olmayan gazetecilerin ölü doğum yaptırdığı konularla malumat mezarlığı haline gelen zihinler…
Tarihin bir döneminde bilginin, hikmetin, felsefenin ve estetiğin tüm boyutlarıyla var olduğu İslam coğrafyası bugün kanın, gözyaşının ve yıkımın yurduna dönüşmüş halde. Ortak aklın, ortak dilin kayboluşu İslam milletini paramparça etmiş. Yeniden kendine gelme, dirilme çabaları çok cılız, kopkoyu bir gürültünün içinde kaybolup gidiyor. Yeniden ayağa kalkmayı, aydınlığı gösteren işaret fişekleri üzerimize çökmüş karanlığın içinde sönüp duruyor.
İhsan Fazlıoğlu, üzerimize çöken bu karanlığın, ataletin dağılması için gayret gösterip ter dökenlerden. Yayınladığı kitaplarla, verdiği seminerlerle, konferanslarla, sohbetlerle bizi yeniden varlık alanına davet ediyor. Popüler kültürün tazyikiyle sulandırılan, ideolojik kabullerin gölgesinde yitip giden, yenilgi psikolojisiyle uzaklaştığımız hakikat ve hakikat arayışımızı sahici sorularla yeniden canlandırma kavgasında. Bir an önce asli kimliğimize dönüşün kavgası… Fazlıoğlu, özellikle felsefe-bilim ve bilim tarihi üzerine yoğunlaşıyor. Yalnız, bu alanları mutlaklaştırıp diğer disiplinlere sırtını dönmüyor. Akademik at gözlüğü takmışlardan değil. Nitekim 2014’de Papersense Yayınları'nca okuyucunun istifadesine sunulan Kayıp Halka & İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Anlam Küresi isimli çalışması bu gayretinin ve düşüncesinin tezahürü. Aktüele teslim olmayan, düşünce ve felsefe geleneğimize yaslanan, bir metot ve disiplin çerçevesinde gerçekleşen çalışmalar.
İslam düşüncesine Türklüğün katkıları sorgulanıyor
Fazlıoğlu, doğru cevaplar için doğru sorular sorulması gerektiğinin farkında. Bağlamından ve tarihinden kopartılmış, anakronik düşünme biçimiyle işi olmayanlardan. Adı geçen kitapta “mensubu olduğumuz kültür ve medeniyette insanlar ne düşünüyorlardı, nasıl düşünüyorlardı, niçin düşünüyorlardı?” sorularına cevap aranıyor. Aynı zamanda yaşadıkları sorunları, dertleri nasıl kavramsallaştırıyorlardı ve çözüm üretirken hangi kendilik bilgisiyle hareket ediyorlardı? Yazar kitaptaki altı makaleyle bu sorulara cevap için genel bir çerçeve oluşturmayı murat ediyor.
Fazlıoğlu, “Kayıp Halka” derken İslam düşünce ve felsefe tarihindeki İslam-Türk felsefe tarihini kastediyor. Selçukluların ve Osmanlıların genel çerçevesini çizdiği İslam-Türk felsefe tarihi… Yazar “Türk kimdir” sorusuna Oğuzların/Türkmenlerin İslam medeniyetine katılmalarıyla başlayan ve sırasıyla Büyük Selçuklu-Anadolu Selçuklu-Osmanlılar-Cumhuriyet biçiminde süregelen bir tarihsel kesiti ve bu kesit içinde yaşananları temel alarak cevap veriyor. Bunu yaparken Oğuzların dışındaki Türkleri ve İslam’a önceden ya da sonradan giren Türkleri de göz ardı etmiyor. Aynı zamanda Fazlıoğlu bir ırka ya da kavme güzelleme yapma peşinde değil. “Tarih verilmez, kazanılır” gerçeğinden hareket ederek Türklerin İslam’a girmeleriyle birlikte İslam tarihinde belirleyici bir unsur oldukları, siyasi açıdan parçalanmış olan İslam dünyasını toparladıkları, bilgi ve eylemi, akıl ile adaleti yeniden tesis ettikleri için Türkleri ön plana çıkarıyor. Yazar söylediklerimizi kısa ve net bir şekilde şöyle ifade ediyor: “Türkler Müslümanlaştıkça İslam da Türkleşti.” Özellikle Türk-İslam kavramsallaştırması yerine yazar İslam-Türk kavramını tercih ediyor. Buradaki medeniyet yönü İslam, kavim yönü Oğuz/Türkmen, bu iki unsurun terkibi Türk olarak açıklanıyor. Büyük bütün İslam, Türk ise bu büyük bütünün etkili ve yetkili üyesi…
“Kayıp Halka”, Fazlıoğlu’nun da ifade ettiği gibi Arap düşünürler tarafından İslam-Türk felsefe ve düşünce tarihini kavramsallaştırmak için kullanılıyor. Kitap bu kavramsallaştırmanın felsefe-bilim tarihi açısından röntgenini çekiyor. İslam düşüncesine Türklüğün katkıları, artıları eksileri sorgulanıyor. Göçer bir toplum olan ve İslam’ın ilk ortaya çıkışına tanıklık etmeyen Türklerin daha sonra belirleyici güç olmasının sebepleri irdeleniyor. Sadelik, birlik, sabır, iş görme, savaş aletlerini ustalıkla kullanma ve devlet kurma becerileri öne çıkan özelliklerindendi. Türkler, İslam hakikatine ilişkin farklı mezhep, meşrep ve mesleklerin ortaya attığı bilgiyi ortak dile döktüler. Bu ortak dile dökülen bilgileri eğitim-öğretim yoluyla nesiller arasında aktarıma soktular. Din ortak vicdanı, hikmet ortak idraki, tasavvuf ise ortak irfanı ifade etti. Medreseler hem ortak vicdanı hem de idraki, dergâhlar, tekkeler ortak irfanın sürekliliğini sağlayan mekânlar oldu.
Medeniyet kavramı yerine temeddün kavramını öneriyor
İhsan Hoca’nın ifade ettiği gibi bu yapı ufak tefek sorunlara rağmen uzun süre devam etti. Tâ ki Osmanlı’nın yıkılması ve cumhuriyetin kurulmasına kadar. Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan ve cumhuriyetle birlikte bir itikat biçimine dönüştürülen Batılılaşmaya kadar. Bu süreçten sonra Batı bilim ve felsefesi tek gerçek olarak kabul edildi. Kendi düşünce dünyamıza bile Batılı kavramlarla bakar olduk. İslam düşüncesinde Batının sistematiğini meşrulaştıran bilgi arama uğraşına girdik. Batı felsefe ve bilim tarihine öykünen diğer bütün dünya kültürleri kendilerini kendileri olarak incelemekten daha çok Batı kültürüne yaptıkları katkıları araştırdılar. Kendi kavramlarıyla düşünmek yerine Batının kafasıyla düşünmek egemen bir anlayış haline geldi.
Fazlıoğlu kitabın sonunda yer alan “Sözcük ile Kavram Arasında Medeniyet Mi, Temeddün Mü?” adlı makalesinde çeşitli önerilerde bulunuyor. İslam medeniyeti kavramını ele alıyor. Bu kavramın hamasi bir biçimde tanımlandığını ve tarihi ölü bir organizma olarak değerlendirdiğini söylüyor. İslam medeniyeti yalnızca bir araştırma konusu olarak algılanıyor. Medeniyet kavramı maddi nitelikleri, politik, ekonomik değerleri öne çıkarıyor. Fazlıoğlu medeniyet kavramı yerine temeddün kavramını öneriyor. Medeni olma, kültür, ilim ve sanatta ilerleme, yükselme, gelişme gibi anlamlara gelen temeddün yazara göre yaşanılan ve yapılan süreci, sürekliliği anlatıyor. Temeddün aynı zamanda insanlaşma anlamında da kullanılıyor. Medeniyet olmuş, bitmiş bir olgu iken temeddün sürekli örülen bir süreç.
Tarihi bütünsellik içinde değerlendiren, geçmiş-şimdi-gelecek gibi kategorik ayrımları dikkate almayan Fazlıoğlu, geçmişin ancak gelecek planları kurulduğu zaman anlamlı olacağını ve iş göreceğini söylüyor. Yazımızı kitaptan bir bölümle bitirelim. “Geçmişlerini bilmeyenler şimdilerinde çırpınır, geleceklerinde boğulurlar; Çünkü ihtibârsız (deneyimsiz) ihtiyâr (seçim), ne doğru (sâdık) ne de sağlıklı (sahîh) olur.”
Muaz Ergü yazdı