Geçen gün kütüphanemin raflarını düzenlerken, elime üzerinde "kitap kulübü toplantı notları" yazan eski bir defter geçti. Şöyle kabaca bir hesap yaptım, üzerinden yaklaşık olarak on yıl geçmiş. Eskiden bir grup arkadaşımla beraber böyle toplantılar yapardık. Bazen haftada bir bazen de iki haftada bir toplanır, daha önceden üzerinde anlaştığımız bir kitabı incelerdik. Hepsini inceleme şansım olmadı ama ayaküstü şöyle kısaca aldığım notlara bir göz attım. O dönem epeyce bir kitap okumuşuz. Defterin sayfalarını karıştırdıkça karşıma neler çıktı neler. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sından tutun da Kafka’nın Dönüşüm’üne kadar, dünya klasiklerini, Kemal Tahir’in Devlet Ana’sından Yakup Kadri’nin Yaban’ına kadar bir kaç Türk klasiğini okumuşuz.
Ama defterin ortalarında Fuzulî’nin bir beyti gözüme çarptı “Gezme ey gönlüm kuşı gafil fezâ-yı ışkda / Kim bu sahrânun güzer-gehlerde çok sayyâdı var”. Durdum, sayfayı yukarıdan aşağıya bir daha kontrol ettim. O dönemde Eşik Yayınları’ndan çıkan ve Nusret Özcan’ın kaleme aldığı Leyla ile Mecnun’u okumuşuz. Defterin sonuna da şöyle bir not düşmüşüm. “Müsait olunca bir daha oku.” Hemen raftan kitabı buldum ve içini epeyce çizdiğimi gördüm.
Sekiz farklı sevgi kademesi
“Leyla ile Mecnun”, bir Arap efsanesine dayanan klasik aşk hikâyesidir. Adının Kays bin Numan olduğunu bildiğimiz bir âşığın zamanla Mecnun'a dönüşünün şiir ve hikâye ile anlatılmış hali. Farklı zamanlarda, Fars ve Türk edebiyatında yazılmış birçok Leyla ile Mecnun eseri var. Bunların en önemlilerinden biri de Fuzûlî’nin 1535 yılında kaleme aldığı ve Bağdat valisi Süleymanî Paşa’ya sunduğu Leyla ile Mecnun’dur. Fuzûlî’nin eseri o kadar beğenilmiştir ki, günümüzde de bir dünya klasiği olarak raflarımızda yer alır. İşte Eşik Yayınları bu efsaneyi, orijinaline sadık kalarak düz yazı haline getirip, okuyucularına sunmuş. Beyitler günümüz Türkçesine aktırılırken, hikâyenin orijinalinden kopmamasına büyük özen gösterilmiş.
Leyla ile Mecnun’u okurken insanların maddeden manaya olan yolculuğunu güzel bir anlatımla takip ediyorsunuz. Defterin bir yerinde aldığım bir notu buraya aktarırsam sanırım yukarıdaki bahsettiğim yolculuğun ne demek olduğunu daha iyi anlatabileceğim. “Mesnevide sekiz farklı sevgi kademesinden söz edilir. Meveddet, sevme hâli nedeniyle kalbin özlem duymasını; Hevâ, salikin gözyaşlarını dökmesine neden olan sevdayı; Hillet, sevgilinin sevmesi ile serbest oluşu ve dostluğu; Muhabbet, kötü huylardan arınıp sevgiliye layık olma ve yaklaşmayı; Şağaf, sevginin ateşi ile kalbin yanıp parçalanmasını; Hüyam, sevdalının kul, köle olmuşçasına çılgınca sevme hâlini; Valeh, dost ve yârin güzelliğiyle, sevgi şarabının kana kana içilmesini, Aşk, sadece aşkın değil maşukun olması ve var olan her şeyin O’ndan ibaret olması makamını ifade eder.” İşte Leyla ile Mecnun’u okuduğunuzda yukarıdaki metinden bağımsız olarak tam da bu makamların sırasıyla nasıl da geçilebildiğinin hikâyesine şahit olacaksınız.
Merhum Nusret Özcan iyi bir kalem erbabı ve iyi bir hikâyeci idi
Kalem erbabı olmak zor iştir. Merhum Nusret Özcan, “Leyla ile Mecnun”u yazarken iyi bir kalem erbabı ve iyi bir hikâyeci olduğunu bizlere hatırlatmış. Okuruna, güzel, hikmet dolu bir yolculuğu en yalın haliyle aktarmayı başarmıştır. Eminim ki okuyucusuna güzel bir eser okuma şansı verdiği için rahmet ile anılmayı hak etmiştir.
Defter mi? Defter daha sonra yeniden elden geçirilmek üzere okunacaklar rafına yerleştirildi.
Gökhan Özmen
Nusret abi, Allah her ikisine de rahmet eylesin, Erdem Beyazıt ın "hüznü temsil eden birileri olmalı" dediği insanlardandı. Hüznü temsil ederdi ve fakat sevgi dolu bir Allah aşığı idi. Kendisine verilen bir hediyeye namusu kadar değer verirdi. Çeşit çeşit yemeklerin yendiği otel vb. ortamlarda, "şimdi bunları hep biz mi yiyeceğiz?" diyerek şaşkın bakışlar gönderir, fakat herkesle birlikte yiyormuş gibi yapardı. Bir fakirin ikramını ise büyük bir iştahla kaparcasına yerdi. Allah rahmet eyleye