Kur'an ve sünnete göre nasıl Müslüman olunur?

Muhammed Ali Haşimî, ''Kur’an ve Sünnet'e Göre Müslüman Şahsiyeti'' isimli kitabında, Müslümanca bir şahsiyetin nasıl oluşacağına dair geniş bir perspektif sunuyor. Fatih Pala yazdı.

Kur'an ve sünnete göre nasıl Müslüman olunur?

Diyar-ı Şam’ın önemli âlimlerinden biri de şüphesiz Muhammed Ali Haşimî’dir. Onu, özellikle Kur’an ve Sünnet'e Göre Müslüman Şahsiyeti isimli kitabından tanıyoruz. Risale Yayınları’nın ilk baskısını Ocak 1986’da yaptığı bu çalışmanın çevirisi Resul Tosun’a ait. Müslümanca bir şahsiyetin nasıl oluşacağına dair geniş bir perspektif sunan Haşimî, sunduklarını hep ayet ve sahih hadisler çerçevesinde şekillendirmiş. Kur’an’ın ve Sünnet’in oluşturduğu Müslüman kimliğini en güzel haliyle bize gösteriyor değerli âlimimiz.

Kur’an’ın rehberliği ve Resulullah'ın (s.a.) önderliği ve örnekliği, hayatımıza anlam ve değer katıyor. Yaşamımızın her karesine ışık tutuyorlar. A’dan Z’ye, Elif’ten Ye’ye kadar örneklik, rehberlik yapmadıkları bir noktanın neredeyse olmadığı, konunun ilgilisinin ve ilim ehlinin malumudur. Haşimî, her bir Müslümanın Rabbiyle olan, kendisiyle, anne-babasıyla, eşiyle, çocuklarıyla, akrabalarıyla, komşularıyla, kardeşleriyle, arkadaşlarıyla, hâsılı bütün bir toplumla olan münasebetlerinde ayetlerin ve sahih hadislerin yerini bildiriyor bizlere. Hayattan ve insanlardan uzak olmayan dinimiz İslam’ın, Peygamberiyle birlikte elinden tutmadığı insanî konunun, durumun olmadığını en açık haliyle görüyoruz.

Kitabullah’ı rehber, Allah’ın Resulü’nü örnek edinmiş Müslüman

Müslüman Şahsiyeti kitabından öğrendiğimize göre her Müslüman, kendini iyiliğe erdiren doğruluk vasfını teorik olarak kerim kitabı Kur’an’dan, pratik olarak da Allah’ın Resulü’nden almıştır. Bundan dolayı hile yapmaz, kimseyi aldatmaz ve asla ihanet etmeye kalkışmaz. Hele hasede hiç mi hiç yanaşmaz. Nasihati bir ödev bilir. Verdiği sözü kayıtsız şartsız yerine getirir. Ahlakının güzel olması için didinip durur. İffet, hayâ, ar ve namusun timsalidir örnek kabul ettiği Peygamberi sayesinde. İnsanlara karşı olabildiğince yumuşak davranışlar içerisindedir. Merhamet akar o engin yüreğinden her dem. Affetmeyi, bağışlamayı büyük bir erdem kabul ederek yüksünmez bu yaptığından. Deryalar genişliğince hoşgörülüdür. Hoşgörülü olduğu kadar da güler yüzlüdür; sadaka bahşeder her kişiye böylece. İnsanlarla iyi geçinme amelini, en iyi o ayakta tutar. Edepten ayrılmayacak şekilde şakasını yapar, yerine göre esprili olmaya çalışır, durumlara ve kişilere göre dozunu iyi ayarlayarak.

Müslüman, uysal koyun olmamak şartıyla yumuşak başlılığı temsil eder. Küfürlü ve kötü sözler semtinden bile geçmez onun. Durduk yere, etraflı araştırma yapmaksızın ve haksızca önüne geleni küfürle itham etmez, kimseyi kendi haddineymiş gibi cehenneme gönderme cüretkârlığına girişmez Kitabullah’ı rehber, Allah’ın Resulü’nü örnek edinmiş Müslüman. Utangaçlığı da taşır üzerinde; kimsenin ayıbını araştırmak gibi bir çirkinliğe imza atmaz. Eğer kendini ilgilendirmeyen bir mesele varsa kesinlikle “karışayım” demez, üzerine bela almaya yeltenmez ve yeltenenleri de gücü nispetince engeller. Gıybet ve kovuculuktan şeytandan kaçar gibi uzak durur. Çünkü o, Rabbinin Hucurat Suresi’ndeki emrine amade olmuştur hiç dönmemecesine. Ne pahasına olursa olsun yalana başvurmaktan, yalanı işlerine karıştırmaktan imtina eder. Kolay kolay su-i zan beslemeye kalkışmadan tüm insanlığın iyiliğine duacı olur. Tabi bu dua, hem kavlî hem de fiilî olan türündendir. Kendine verilen bir sırrı ölünceye değin bir hazine gibi saklar, üçüncü ya da daha başka şahıslardan sahibinin izni olmadan. Üçüncü bir kişi aralarında bulunurken gizli gizli konuşarak gayr-i ihtiyari oluşacak rencide etme ortamına müsaade etmez, edemez. Kalbinde zerre miktarınca dahi bulunsa kişiyi cennete girdirmeyecek illet olan kibirden, aç kurtların yemi olmuşçasına kaçar mı kaçar.Kur'an ve sünnete göre nasıl Müslüman olunur?

Haşimî, Allah Resulü (s.a.) gibi müstesna bir örneği gönlüne ve tüm ömrüne yerleştirmiş bir Müslümanın, insanlarla alay etmek nedir bilmeyeceğini belirtiyor. O Müslümanın bileceği şudur ki Rabbi, yine Hucurat Suresi’nde kimsenin alaya alınmaması gerektiğine; çünkü alaya alanların alaya alınanlardan daha şerli olabileceğine vurgu yapar. Büyüğüne saygı göstermeyenin, küçüğüne merhamet etmeyenin ve âlimlerin kıymetini bilmeyenin ümmetinin sınırları içinde olamayacağını bildiren Peygamberinin ifadesi uyarınca, gerekeni uygulamanın derdine düşendir o. İyi kalmak ve iyiliklere dalmak, aynı şekilde iyi insanlarla yaşamayı elzem kıldığındandır ki o, bunun farkında olarak çevresini iyilerden seçer, toprağına iyilikler eker. İnsanlara yararlı olmak için ortaya koyduğu çabanın aynısını, yine onlara değecek zararları uzaklaştırmada da gösterir. Arabozuculuğu değil, arabuluculuğu sancak edinir. Bulduğu ve iyileştirdiği her aradan hâsıl olan sevabın haddi hesabı vardır elbet; ancak derecesini en iyi bilen Rabbimizdir şüphesiz.

Hayra, güzelliğe, yararlı olan şeylere refakat eder

Hakk’a, hakikate, tevhide ve adalete çağrıda bulunmayı, örnek edindiği Allah Resulü’nden miras almıştır Müslüman. Miras yediliği değil, miras zenginleştiriciliği ödev bilendir o. İyiliği yaygınlaştırmayı, iyilerin sayısının çoğalmasına katkıda bulunmayı ve kötülüğü yok etmeyi, kökünü kurutmayı hedefine koymuştur bir kere peygamberî bir tavır olarak. Özellikle de kötülüğün, şerrin esamisinin bile okunmayacağı yarınlar için rahatını bozmaktan rahatsız olmaz. Şehid İmam Hasan el-Benna’nın sözünde olduğu gibi: “Yarınların, rahatını bozanların olacağını; yorgunların ise hiç olmayacağına” iman eder. Çağrısında, davetinde kibar, nazik ve centilmence hareket ederek hikmeti yakalama arzusunda olandır o. Tatlı dilin, hikmetli öğütün çekip çevreleyici kuvvetinden olabildiğince yararlanan akl-ı selim sahibidir. Münafıklığın, nifaktan bir şube taşımaklığın literatüründe bile yeri yoktur. O, öğrenmiştir ki örneği ve rehberi olan Peygamber (s.a.), insanları, yüzlerine karşı yalan yere övmekten, yağcılıktan sakındırmıştır. Riya ve gösteriş gibi şeytanî kisvelerden de cehennem narından korkar gibi beri olandır Müslüman aynı zamanda.

Tanısın ya da tanımasın hasta kim ise ziyaretine koşandır o. Vefat mı etti bir kardeşi, eşi, dostu; herkesten ilkin o olur musallanın yanı başında. Kendine yapılan iyiliğe kayıtsız kalmayıp muhakkak teşekkür eder ve yapılanın daha güzeliyle, daha değerlisiyle karşılık vermeye çalışır. İnsanlarla hep iyi geçinmeye gayret eder ve davet-tebliğ gibi evrensel bir yükümlülüğün sorumluluğunu taşıdığı için insanların eza ve cefalarına, lezzet alarak katlanır. Onları hep sevindirme yoluna koyulur. Hayra, güzelliğe, yararlı olan şeylere refakat eder. Vesile olduğu hayrı, bizzat kendisi yapmış gibi sevap kazanacağının bilincindedir. Zorlaştıran değil, bilakis kolaylaştıran; nefret ettiren değil, özellikle sevdirendir o. Kim ve ne olursa olsun her durumda adil olan, adaleti ayakta tutan ve asla zulmetmeyendir Müslüman.

Şerefin ta kendisini üzerinde taşıyan Peygamberi (s.a.) gibi en şerefli işlerin peşindedir o. Konuşurken ağdalı sözlere ve ifadelere başvurmaz; aksine oldukça rahat ve doğaldır. Birilerinin başına bir fenalık geldiğinde, birilerine bir kötülük uğradığında; bu durumdan dolayı sevinmek gibi utanç verici bir hale bürünmez. Etrafına, tanıyıp tanımadığı her Âdemoğluna karşı eli açık, cömert mi cömerttir. Yaptığı iyilikleri başa kakmayan, kakmadığı gibi de onu hemen unutuverendir. Aynı derecede kendine yapılan iyiliği de kolay kolay unutmayandır. Misafirperverlikte üstüne olmayandır Müslüman. Böyle yaparak göz kamaştırandır o. Kardeşlerini ya da başkalarını kendi nefsine tercih edendir. Kendinin ihtiyacı olmasına rağmen, karşısındakine verendir, karşısındakini düşünendir örnektâr Müslüman. Borcu-harcı olup da geri ödeme konusunda zor duruma düşenlere kolaylık sağlayandır o. Hatta hakkı olanı almayıp bağışladığı zaman, bunun kendisi için daha iyi olacağını bilendir.

Öyle bir Güzel’e tâbi ve bu Güzel’in örnekliğine taliptir ki Müslüman, saymakla, anlatılmakla bitirilmesi imkânsızdır üzerinde taşıdıkları. Belki sayarak bitirmeyi imkân dâhilinde görenler olabilir; ancak bu ilahî ve nebevî bahçenin içinden, hayatımızı canlandıracak, renklendirecek, anlamlandıracak kadar değer “derleyebilirsek” ne mutlu bize.

İnsanın bildikleriyle amel etmeyişi

Günümüzün sorunu bilgiden ve malumat sahibi olmaktan kaynaklanmıyor. Takdir edersiniz ki en büyük ve üzerinde ittifak edilecek en açık mesele, insanın bildikleriyle amel etmeyişidir. Bildiklerinin amelle buluşmasının gerektiğinden habersiz oluşudur. Ya da meselenin künhüne vakıf olup elini taşın altına koymaktan imtina edişidir. Sözün, amelin efendisi olduğunu buyururken Resulullah Efendimiz, ameli öksüz bıraktırıcı bir efendiliği önümüze koymuyordu elbette. Şu halde sahiplendiğimiz o sözlere verdiğimiz ehemmiyetin daha daha fazlasını amele yansıtmak konusunda göstermekle yükümlüyüz.

Efendimizin (s.a.), yüce Rabbimizin kitabının rehberliğiyle asırları/çağları aşıp da gelen öncülüğü, örnekliği, rehberliği ve öğretmenliği; nasibi olan her insan evladı için, şahsiyetini Müslümanca bir hale sokmak isteyenler için kana kana içilmeyi bekliyor. İnsana, ancak kazandığının verileceğini kerim ayetinde bildiren Rabbimiz Allahu Teâlâ, kazanç ve mükâfat yoluna baş koyan bahtiyarların sayısına bereket katsın. Cenneti solumak isteyenler için, Allah’ın kitabında ölümsüz ilkeler ve Allah’ın Rasulü Muhammedü’l-Emin’den de alınacak nice örneklikler mevcut.

Muhammed Ali Haşimî’nin bu kıymetli kitap çalışması, hem ferdi olarak hem de kolektif okunması gerekir. İçine dalan okuyucu, hayatında neleri uygulaması gerektiğini, yapması gerekirken yapmadıklarını, yapmaması gerekirken yaptıklarını görecek, bulacak, fark edecek bu eser kanalıyla. Kerim Kur’an’ın ve Sünnet-i Resulullah’ın şekillendirmediği, terbiye etmediği şahsiyete “Müslüman şahsiyet” denir mi hiç?

Fatih Pala yazdı

YORUM EKLE