Kur'an insanları tercihlerine göre sınıflandırır

Münevverlerin kıvrım kıvrım akan suya ve tarifi zor olan bir muammaya benzettikleri eşref-i mahlûkat olan insanı; cennete ulaştıracak, cehennemden koruyacak mü’min tipiyle buluşturanlara ve bu yolda mücadele verenlere ne mutlu. Fatih Pala yazdı.

Kur'an insanları tercihlerine göre sınıflandırır

İnsan, tür olarak topraktan gelen bir varlık ama muhteva bakımından tarif edilemeyecek kadar derinliğe de sahip. Onu, “kıvrım kıvrım akan suya” benzetenler olduğu gibi, “meçhul olduğunu” söyleyenler de olmuş.

İnanış ve yaşam şekli noktasında düşündüğümüzde ise dört insan tipi çıkıyor karşımıza; mü’min, münafık, müşrik ve kâfir. Bunların alt sınıflandırmaları mevcuttur; ama esas olan bunlardır. Rabbimizden, bizi, hakiki mü’minlerden eylemesi duasında bulunarak cümlelerimizi çoğaltma yoluna koyulurken, sözü, Sabiha Ateş Alpat’ın Beka Yayınları tarafından okuyucuya ulaştırılan Kur’an’da İnsan Tipleri kitabına getireceğim.

Çalışkan bir kalem olma özelliğine sahip Sabiha Ateş Alpat, güzel ve ciddi bir araştırma sonucunda meramını iki kapak arasında buluşturmuş. Hayat ve hidayet rehberimiz Kur’an-ı Kerim’i dikkate alarak ve yer yer de hadis-i şeriflerden destek bularak 4 insan tipini gün yüzüne çıkarmış. Bu insan tiplerinin hepsi, bir tercihin sonunda şekillenip ortaya çıkıyor. İnsanın yaratılış gayesinin, ancak ve ancak Yüce Allah’a kulluk etmek olduğunu öğrendiğimiz Zariyat sûresinin 56. ayetiyle anlıyoruz ki, kulluk vazifesini yaratıcının haricindeki mihraklara doğru kullananlar azımsanamayacak derecede.

Yazarımız, bu dört tipi, bir başka deyişle kimlik sahiplerini özellikleri sıralamış kitapta. Kim hangi özelliği üzerinde taşıyorsa, o kimlikte duruyor demektir. Mesela “bir kişinin mü’min olduğunu nasıl anlarız” diye bir soru sorduğumuzda, cevap olarak; eğer o kişi Yüce Allah’ın ayetleri kendisine okunduğunda imanını artırıyorsa, namazlarında huşu içerisindeyse, zamanını boşa geçirmiyorsa, zekâtını veriyor, israf etmiyor, yükümlü olduğu emanetlerini koruyorsa, doğruluk sahibiyse, yaşadığı zorluklar karşısında sabrı kuşanıyorsa, iffetini ve hayâsını muhafaza ediyorsa, kâfirleri dost edinmeyip daima Rabbinden bağışlanma diliyorsa işte o vakit mü’mindir. Mü’minlik vasfı sadece bunlarla da sınırlı değil elbette. Kur’an’ın tamamı, mü’minin ya yapması ya da kaçınması gerekenleri sunuyor. Bu bilgi, her iman edip salih amel işleyenin, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin malumudur.

“Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman tutmaz”

Sabiha Ateş Alpat’ın ikinci tip olarak tercih ettiği münafıkların özelliklerini genellikle hadis-i şeriflerden duyup öğrenmişizdir. Neydi onların Rasulullah’ın (sas) dilinden bize miras kalan o meşhur özellikleri: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman tutmaz, kendisine emanet edilen şeylere hıyanet eder vb... Bunlarla birlikte kerim kitabımızda, onların öne çıkan vasıflarını, ilgili bölümde bizlere hatırlatmış yazarımız. İnanmadıkları halde inanmış gibi gözükmeleri ve “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde “Asıl ıslah ediciler bizleriz” cevabını verdiklerini Bakara sûresinin 10 ve 11. ayetleri bize haber veriyor. Bu haberle, ne ıslah etmesi; aksine asıl fesadın kendilerinden yayılmış olduğunu anlıyoruz.

Yine onlar, namaza üşene üşene kalkarlar, ikiyüzlüdürler ve Yüce Allah’ı çok az anarlar. Burada ilginç bir noktaya değinelim. Allah Rasulü zamanında “Namazsızlık” diye bir şeyin olmadığını biliyor muydunuz? Yani kişi münafık bile olsa namaz kılmak zorunda; evet, üşenerek kalkıyor, sabah ve yatsı namazları zor geliyor o kişiye tamam ama yine de namazı bir şekilde kılıyor. Ve bu namazsızlık diye bir şeyin olmaması olgusu, Allah Rasulü’nden sonraki dönemlerde ortaya çıkan “Müslümanım” demesine rağmen namaz kılmayanlara karşı ne tür bir ceza uygulanacağı noktasında, konunun ehlini, âlimleri ve müçtehitleri güç durumda bırakmıştır. Çünkü bir örneği yok cezanın. Fıkhı oluşturan, Allah Rasulü’nün sünneti olduğuna göre, nasıl karar verecekti âlimlerimiz, müçtehitlerimiz?

Konu münafıklar olunca, söylenecek söz de bitmiyor haliyle. Mü’minler, iyiliği yaygınlaştırmakla görevli iken münafık karakterliler, kötülüğün emir eri olurlar. Sonra kâfirleri dost edindiklerini mi sayalım yoksa cimri olduklarını mı? Ya aşırı menfaatçi olmaları ve riyakarlıklarına ne demeli? Velhasıl bu münafıkların kalpleri hastalıklıdır, Yüce Allah’ın koyduğu hükümlere riayet etmeye yanaşmazlar ve böylece amelleri hep boşa gidenlerdir onlar. Sahabe efendilerimizin (ra), “Aslandan kaçar gibi” münafıklıktan kaçtıklarını okuyunca ve Allah Rasulü’nün, mevcut münafıkların listesini sır kâtibine verdiğinde Hz. Ömer (ra) gibi bir peygamber dostunun “Ben de acaba onlardan mıyım?” diye merak ederek sorduğunu öğrenince; bizlerin daha dikkatli davranmamız ve titizlik göstermemiz gerektiğini idrak ediyoruz.

Asla bağışlanmayacak eylem: şirk

Kendileri gibi olmaktan ve vasıflarından en ufağını bile üzerimizde taşımaktan Rabbimize sığındığımız kerih inanç sahiplerinden birisi de müşriklerdir. Sabiha Ateş Alpat, Yüce Allah’ın -pişman olup dönmenin haricinde- asla bağışlamasının mümkün olmayacağı eylem ve hayat tarzı olan şirk pisliğinde yüzen bu müşrik insanların portresini de güzelce bir araya getirmiş. Bu tipteki bir insan; yaratıcısına vermesi gereken sevginin daha fazlasını başka şeylere verir, yine yaratanından korkması gerekirken başka şeylerden korkar, Yüce Allah’tan başkasını kanun koymaya yetkili görür, heva ve heveslerini putlaştırır, Yüce Allah ile arasına aracılar koyar, O’ndan başkalarını zarar ve fayda verici olarak görür ve onları, Yüce Allah’ın yerine ilah ve rab olarak tanır.

Yazar, cahillik, şüphecilik ve zevke düşkünlük gibi özelliklerinden dolayı onların şirk yolunu tercih ettiklerini belirlemiş ayetler çerçevesince. Heva, heves, zevk, arzu ve isteklerini yaratıcının emirlerinin önüne geçirmeleridir onları şirk bataklığına sürükleyen. Eğer bu hallerinden içtenlikli bir tevbe ile vazgeçmezse affedilmelerinin imkânı yok. Bu imkânsızlığı öğrendiğimiz yer, Nisa sûresinin 48 ve 116. ayetleridir. Şirk günahının haricindekileri eğer dilerse Rabbimizin bağışlayacağı müjdesi de mü’min yüreklere su serpici mahiyette.

Dördüncü karakter ise inanma mefhumuyla uzaktan yakından ilgileri bulunmayan kâfirlerdir. Onların işi gücü ve hayatının tamamı küfürdür. Örtüyor ve saklıyor durmadan saklanması, örtülmesi mümkün olmayan hakikatleri. Böyle bir kişi, yoksulu, fakiri hor ve hakir görür; bununla da kalmayarak gücü ve imkanı olmasına rağmen onları yedirip içirmez. Yaptıklarının boşa gideceğini düşünür çünkü. Üç günlük dünya hayatını, sınırsız ahiret hayatına tercih eder; aklı sıra hayat bu dünyadan ibarettir sadece. Küfründen aldığı cahil gücüyle gururu ve kibri elden bırakmaz. Yüce Allah’ın “Rahman” sıfatı gereğince kendine bahşedilen zeka, bilgi ve beceriyle kazandığı mallarını, tüm varlığını yine Yüce Allah’ın yoluna engeller çıkarmak için harcar. Bundan daha büyük nankörlük olmasa gerek. O kâfir ki, iman edenlere şiddetli düşmanlık besler ve yaratanına verdiği kulluk sözüne ihanet eder.

Kalpleri mühürlenmiş olanlar

Alpat’ın; kıyametin, yeniden dirilmenin, Yüce Allah’ın ayetlerinin, O’nun insanlara önder ve öğretmen olarak gönderdiği peygamberlerin ve bu peygamberlere yoldaş, sırdaş, havari olan mü’minlerin, inkârı hayat tarzı edinen kâfirler için alay, şaka ve eğlence konusu olmalarını ifade eden ayetleri öne çıkarması oldukça önemli. Mesela Furkan sûresinin 45. ayetinde Allah’ın elçileriyle nasıl alay ettiklerine bir bakalım: “Seni gördükleri zaman, ‘Bu mu Allah’ın gönderdiği elçi?’ diye alay atmaktan başka bir şey yapmazlar.” Ezcümle, kalpleri mühürlü olanlar ve en büyük sapkınlığı yaşayanlardır kâfirler.

Yazarımızın, araştırdığı karakterler bağlamında Celal Yıldırım’ın Asrın Kur’an Tefsiri, Şehid Seyyid Kutub’un Fî zilalî’l-Kur’an, Vehbe Zuheyli’nin Tefsir-i Münir, Ali Küçük’ün Besairu’l-Kur’an ve Ahmed Kalkan’ın Kavram Tefsiri gibi eserlere sık sık atıf yaptığını görüyoruz. Böylece ulemanın bilgi ve birikiminden de hisseyab oluyoruz.

Sabiha Ateş Alpat, Kur’an-ı Kerim’de ana planda öne çıkan bu 4 insan tipi üzerinde çalışırken, özellikle gençlerimizde muvahhid, yani tevhidî kimliğin yer edinmesini amaçladığını ifade ediyor. Bilmeden, tanımadan olmaz. Kişi, taşıdığı kimlik ve kişiliğini de bilecek; karşı ve karşıt kimlikleri, kişilikleri de. Münevverlerin kıvrım kıvrım akan suya ve tarifi zor olan bir muammaya benzettikleri eşref-i mahlûkat olan insanı; cennete ulaştıracak, cehennemden koruyacak mü’min tipiyle buluşturanlara ve bu yolda mücadele verenlere ne mutlu.

 

Fatih Pala

YORUM EKLE