Ortaçağ ve seyahatname deyince akla gelen ilk isim kuşkusuz İbn Battûta’dır. Ortaçağ’ın en büyük Müslüman seyyahı kabul edilen İbn Battûta, Avrupa hariç tüm dünyayı gezmesi, gezdiği yerler hakkında siyasi, ticari, hukuki vb. birçok alanda çok çeşitli bilgiler sunması sebebiyle haklı bir şöhrete ulaşmış, bununla birlikte toplumların adet ve örfleri, giyim kuşam tarzları, yemek kültürleri, merasim ve sosyal statüleri hakkında verdiği ilginç bilgiler ona ilk antropologlardan olma vasfını da kazandırmıştır.
Her ne kadar zihnimizde ilk beliren isim İbn Battûta olsa da aslında seyahatname türünün İslam dünyasında çok erken dönemlerden itibaren gelişmeye başladığı, ilk beş asırda gelişim gösterdikten sonra 6. yüzyılda Mağrib ve Endülüs coğrafyasında zirveye ulaştığı görülmektedir.
İbn Battûta başta olmak üzere birçok önemli seyyahın İslam dünyasının batısı kabul edilen Mağrib ve Endülüs’ten yetişmesi tesadüf değildir. Bulundukları coğrafyanın hac mekânı kutsal topraklara olan uzaklığı sebebiyle Endülüslüler önce hac farizasını yerine getirmek, bununla birlikte ilmin beşiği kabul edilen Doğu İslam dünyasından istifade etmek amacıyla pek çok seyahat düzenlemiş, seyahatname türünün en güzel örneklerini vermişlerdir.
Eseri birçok seyahatnameye kaynaklık etti
Endülüs’ün yetiştirdiği önemli seyyahlardan biri de 6. yüzyılın en büyük seyyahlarından biri kabul edilen İbn Cübeyr’dir. Eserinin hem üslup hem de verdiği bilgiler açısından İbn Battuta dahil birçok seyahatnameye kaynaklık etmesi, Haçlı Seferleri hakkında klasik tarih kaynaklarından tamamen farklı bilgilere yer vermesi, Türk tarihiyle alakalı önemli bilgileri ihtiva etmesi İbn Cübeyr’in en az İbn Battuta kadar büyük bir önemi haiz olduğunu göstermektedir. Fakat 1800’lü yıllardan itibaren oldukça önemli sayıda oryantalist çalışmaya konu olan İbn Cübeyr hakkında ülkemizde yapılanraraştırmalar oldukça kısıtlıdır. Seyahatnamesinin Türkçeye ilk tercümesi 2003 yılında İsmail Güler tarafından yapılmış ve “Endülüs’ten Kutsal Topraklara” adıyla yayımlanmıştır.
540’ta Endülüs’ün Belensiye şehrinde dünyaya gelen İbn Cübeyr, üst düzey devlet memuru olan babasından ilk eğitimini aldıktan sonra dönemin önemli âlimlerine talebelik yapmış, Gırnata Valisi’nin nezdinde kâtiplik yaparak baba mesleğini sürdürmüştür.
Hac vazifesini yerine getirmek maksadıyla Gırnata’dan yola çıkan İbn Cübeyr Kuzey Afrika sahillerini takip ederek Septe, İskenderiye, Kahire şehirlerini ziyaret ettikten sonra Kızıldeniz üzerinden Cidde’ye oradan da Mekke’ye ulaşmış, burada sekiz ay kalmıştır. Seyahatnamesinin büyük bir bölümünü sekiz ay kaldığı Mekke’deki hatıraları oluşturmaktadır. Mekke’den sonra Hz. Peygamber’in yurdu Medine’yi ziyaret eden İbn Cübeyr, dönüş yolunda bir kervana katılarak çöl üzerinden Bağdat, Musul, Kuzey Suriye’yi dolaşıp oradan Halep ve Şam’a geçmiş, iki ay kadar da Şam’da kalmıştır. Şam’dan sonraki istikameti ise Kudüs Krallığı’dır. Tarihi Sur şehrinde birkaç gün geçirdikten sonra bir Ceneviz gemisiyle Akka’ya, oradan da Sicilya Adası’nın Messina kentine ulaşmış, Messina’dan da yurdu Gırnata’ya dönerek seyahatini tamamlamıştır.
Sevinç ve üzüntüyle iki seyahat daha
İbn Cübeyr’in elimizdeki eseri bu ilk seyahatinde tuttuğu notlardan oluşmaktadır. Bunun dışında Endülüs topraklarından iki ayrı tarihte daha çıkmıştır ki bunların arkasındaki saik ne seyahat ne ilim talebi ne de ticarettir. İnsanı harekete geçirebilecek olan en kuvvetli iki duygudur: Sevinç ve üzüntü.
Mağrib-i Aksâ’dan Mescid-i Aksâ’ya uzanan, sınırlarla birbirinden ayrılsa da gönüllerde hudut çizilemeyen İslam coğrafyasının doğusunda yaşanan sevincin batısında yaşayan İbn Cübeyr’in kalbinde hissettirdiği büyük coşku ve heyecandır onu ikinci kez yola düşüren. 583’te Selahaddîn-i Eyyûbî’nin Kudüs’ü Haçlılardan geri aldığını duyan İbn Cübeyr, sevincinden ikinci kez hacca gitmiş ve bu seyahati iki yıl kadar sürmüştür. Üçüncü seyahati ise eşi Âtike Ümmü’l-Mecd’in ölümü üzerine hissettiği derin üzüntü sebebiyledir.
Keşke Sultan Selahaddîn’in yanında adaletperver yardımcıları olsa!
İbn Cübeyr’in Kudüs sevinci Selahaddîn-i Eyyûbî’ye duyduğu muhabbet ile yakından ilişkilidir. Seyahatnamesinin muhtelif yerlerinde övgüyle ve dualarla adını zikrettiği, “Allah’ın Müslümanlara rahmet olarak gönderdiği adil sultan” dediği Selahaddîn-i Eyyûbî, onun gözünde ideal bir devlet başkanıdır. Öyle ki gezip gördüğü yerlerde sultanın yaptığı hayırlı işlerden, eşsiz meziyetlerinden övgüyle bahsederken, hâkim olduğu topraklarda hacılardan alınan haksız vergileri müşahede ettiğinde ise “Eminim ki bu olanlardan Selahaddin’in haberi yok. Eğer bilmiş olsa hemen kaldırılmasını emrederdi.” Demesi, onun sultana karşı beslediği hüsnü zannının ne derece yüksek olduğunu göstermektedir.
Sudan bahaneler ve sebeplerle Müslüman tacirlerden haksız vergiler toplayan, benzeri duyulmamış zulümler yapan Müslüman devlet yöneticilerine yönelttiği tenkitlerden istisna ettiği tek sultan Selahaddin’dir. “Keşke” der İbn Cübeyr, “Sultan’ın yanında adaletperver ve doğru yoldan ayrılmayan yardımcıları olsa!”
Ah Halep!
İbn Cübeyr’in Şam bölgesindeki izlenimleri de oldukça dikkat çekicidir. Doğu’nun cenneti, İslam beldelerinin atlas elbiselerle süslenmiş gelini Dımaşk’ı; temizliği ve güzelliğiyle görenlerin gözlerini bayram ettiren Humus’u; hilafet merkezi olmaya layık görkemli şehir dediği Halep’i şair kimliğinin de etkisiyle öyle etkileyici bir üslupla tasvir etmektedir ki İslam beldelerinin bugünkü haline bakınca kahırlanmamak pek kabil değildir. Fakat saltanat ve hükümranlık gibi zulmün de ebedi olmadığını hatırlatan satırlarıyla yine o, okuyucunun kalbine adeta su serpmektedir:
“Halep kalesi... Uzun yıllar ayakta kalmış; nice havas ve avamı eskitmiştir. Onlardan kalan evler, binalar hâlâ ayakta. Ya peki bunları diken ve içinde oturanlar nerede?! Saltanatlarının merkezi hâlâ ayakta, ama Hamdanoğulları’nın emirleri ile şairleri şimdi nerede?! Evet hepsi yok oldu gitti ama Halep hâlâ ayakta. Kentler ne kadar da ilginç! Sahipleri yok olsa da kendileri yaşayabiliyor. Sahipleri ortadan kalkınca çabucak kendilerini arzulayanların ellerine düşüyor, en kolay yollardan fethedilebiliyorlar. Ah Halep, ah! Kim bilir kaç sultanı eskitti ve buradan kimler geldi geçti?”
Kostantiniyye hakkında ne biliyorsunuz?
İbn Cübeyr’in Doğu İslam dünyasını ziyaret ettikten sonra dönüş yolunda uğradığı Sicilya Adası’nda karşılaştığı olaylar dönemin Kostantiniye’si hakkında önemli bilgiler vermektedir. Sicilya Adası’nın başkentine girmek üzere iken İbn Cübeyr ve arkadaşlarının önlerini kesen adamlar onları kralın sarayına götürür. Kralın görevlendirdiği kişinin huzuruna çıkarılıp geliş nedenleri sorgulandıktan sonra kendilerine yöneltilen ilk soru “Kostantiniye hakkında ne biliyorsunuz?” sorusu olmuştur.
İbn Cübeyr bu soruya önce anlam veremese de sebebini daha sonra anlamıştır. Halk arasında Sicilya Kralı’nın hazırladığı büyük donanma hakkında tahminler yürütülmektedir ki bu tahminlerden birisi kralın donanmayı Kostantiniye üzerine göndermek için hazırlamış olmasıdır. Çünkü ada, Kostantiniye’den gelen haberlerle adeta çalkalanmakta, İbn Cübeyr’in tabiriyle oradan insanın içine su serpen, çok garip olayları müjdeleyen, Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadisi doğrulayan son derece önemli haberler gelmektedir. Kostantiniye’den gelen gemiler Müslümanların Kostantiniye’ye girdiği ve yaklaşık elli bin Bizanslının öldürüldüğü haberini getirmiştir.
Kudüs fethedildiğinde büyük bir sevinç ve heyecan duyan, hakkın ve adaletin hâkim olduğu bir coğrafya arzusuyla yanıp tutuşan, İslam hâkimiyetinden çıktıktan sonra zulmün yerleştiği şehirlere “Allah burayı Müslümanlar’a iade etsin, tekrar fethini nasip etsin!” diye dualarla giren İbn Cübeyr’in Kostantiniye fethini büyük bir ümit ile beklemesi pek tabiidir. Bu yüzdendir ki gelen haberlerin doğru olmasını bütün kalbiyle arzu etmektedir: “Kostantiniye hakkındaki haber inşallah doğrudur. Eğer doğruysa bu, dünyanın beklenen en büyük olaylarındandır. Hükümlerinde ve takdirinde sonsuz güç Allah’ındır.”
“Sanki geri dönmekten mutlu bir yolcu gibiydi”
Zorlu ve maceralı bir deniz yolculuğunun ardından 22 Muharrem Perşembe günü vatanı Endülüs’e, Gırnata topraklarına dönen İbn Cübeyr seyahatnamesini şu dizelerle bitirmiştir:
“Asasını bıraktı; hedefine varmış gibi yerleşti,
Sanki geri dönmekten mutlu bir yolcu gibiydi!”
İbn Cübeyr’in kıtalar aşan sevincini adım adım takip edebileceğiniz seyahatnamesi, yanı başımızdaki Bağdat’tan, Şam’dan, Kudüs’ten yükselen feryatları duymakta zorlanan kalplerimize şifa olacak nitelikte:
“Değil mi cephemizin sinesinde iman bir,
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir”
İbn Cübeyr, Endülüs’ten Kutsal Topraklara, Selenge Yayınları.
Fatma Büşra Çoban
İçimde bu kitabı biran evvel okuma isteği uyandıran bu yazının sahibini tebrik ediyorum. Kalemine sağlık diyor ve başkaca okuduğu kitapları paylaşmasını sabırsızlıkla bekliyorum.