Bazı isimler vardır, duyduğunuz vakit yüzünüze bir tebessüm yayılır. Ya da siz anarken onu, bu ismi, dudağınızın kenarlarında istemsiz kıvrımlara sebep olur. Ancak bu bahsettiğim durum, o ismi haifife almanın ya da bir alayın neticesi müstehzi bir gülüş değildir.
Bu, tam olarak o kişinin fikirleriyle tanışırken üslubuyla da tanışıklık gerçekleştirmeniz ve fikirleri kadar üslubunun da sizde yer edinmesiyle ilgilidir. Ve varsa o zatın üslubunda derinlikli bir mizah ve siz bu mizahı keşfetmişseniz, onu her hatırlayışınızda üslubuyla da hatırlarsınız ki böylece beslediğiniz muhabbetle beraber bir tebessüm kaçınılmaz olur. Tıpkı fikir ve dava adamı Osman Yüksel Serdengeçti örneğinde olduğu gibi.
Serdengeçti'yi çoğumuz kanlı canlı göremedik, sohbetine iştirak edemedik, fikirlerini kendi ağzından dinleyemedik ama ona dair birçok şeyi sonradan kulağımız duyup da duyduklarımıza aklımız erdikçe kendisiyle tanışıklığımız arttı. Tanışıklığımız arttıkça muhabbetimiz arttı. Muhabbetimiz arttıkça da onun hakkında okumalarımızın yanısıra ondan okumalarımızı da arttırdık. Ve gördük ki davasını keskin bir zeka, kıvam bulmuş bir ironi silahları ile savunan; bu silahlarından ötürü hırpalansa da vazgeçmeyen bir adam yaşamış, ölmüş. Bize sadece kitapları kalmış.
Bazı meseleler halen gündemimizde
Bu kitaplarından, onu hoş bir tebessümle anmamıza bir vesile olan bir kitabı Gülünç Hakikatler. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları'ndan çıkan bu eser Osman Yüksel'in, Serdengeçti dergisinde bir zamanlar çıkmış olan fıkra, hikaye ve nüktlerinden müteşekkil bir kitap. Serdengeçti dergisi 1947-1967 yılları arasında sık sık kapatıldığı için 33 sayı çıkabilmiş. Çıkabildikçe de; o dönemde yaşananlar, Serdengeçti'nin keskin zekasına çarpıp "gülünç hakikatler" olarak yansımış dergiye. Sonra bu başlık altındaki yazılar Serdengeçti'nin arkadaş ve okuyucularının ısrarıyla kitaplaştırılmış.
Kitap, şimdilerde dahi okunurken maziden bir kesit olmaktan ziyede günümüzün birçok hakikatinin gülünç halini yansıtıyor. Hatta kitapta bazı meseleler bizzat yazıldığı günki haliyle, bir değişikliğe uğramadan hâlâ önümüzde dipdiri duruyor. Mesela Serdengeçti'nin "milli,resmi ve kollektif bir kumar" dediği Milli Piyango meselesi. Kumarın bir taraftan parlak ışıklar altında, içkili masalarda oynanmasını yasaklayıp bir taraftan da onu devletin himayesi altına almak. Kitaptaki ifadesiyle "kumarın millileştirilmesi, devletleştirilmesi" durumu -ki doğru ifade edebileceksem- "belki de bir kötülük devam edecekse devletin şefkatli kucağında devam etmeli" mesajını veriyordur. Evet çok gülünç ama bu gün hâlâ hakikat!
Kitapta en çarpıcı haliyle verilen meseleler çok acı
Ya da "politikacıların zaafları" meselesi. Bu mesele de niteliğinden pek birşey kaybetmeden dimdik ayakta durmuyor mu hâlâ? Mesela kitapta Serdengeçti'nin bir türlü yapışmayan posta puluna kızıp üzerindeki "devlet başkanının" resmine gönderme yaparak "Be mübarek, sandalyeye yapıştığın gibi yapışsana!" cümlesi ne kadar çarpıcı bir hakikat. O cümlenin kurulduğu günden bugüne geçen zaman zarfında posta pullarında sırayla resmedilemeyecek kadar çok "mübarek" takatten düşene kadar yapışmadı mı koltuklara?
Bir de "kadın" meselesi var. Her dönem biraz daha kirletilip, pörsütülüp tekrar ağza alınan bir sakız gibi. Bu gün hâlâ belirli gün ve haftalarda eline mikrofon alıp kadının nasıl özgürleştiğine dair nutuklar atanlara Serdengeçti'nin kitabından verdiği cevabı biz de pekala verebiliriz: Kadını kafes arkasından sokakta kafeslemek için kurtardılar! Yedi gün yedi gece gülünüp, yedi gün yedi gece ağlanabilecek bu cümle hakikat değil mi? Kadının kadınlık şerefinin korunduğunu iddia edebilir miyiz? Tüm sözümona özgürleştirmelere rağmen sokakların kendisi için tekin olduğuna, her an kafaslenecek bir ava dönüşmeyeceğine emin olabilir miyiz?
Evet, tüm bu meseleler ve kitapta en çarpıcı haliyle verilen diğer meseleler, hepsi çok acı. Ancak Serdengeçti'nin üslubuyla acıttığı halde gülünç.
Rahmetlinin zakasının, mizahının bereketlendiği bu kitabı okuyunuz. Okuyunuz da Allah tebessümünüzü arttırsın, ferasetinizi açsın!
Handan Tanrıkulu