Kehribar Geçidi romanında Hz. İsa telakkisi

"Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı, Mücella gibi cevval romanlarının aksine daha durağan ve duygu ağırlıklı ilerleyen romanda yediuyurların kunt imanının yanı sıra satır aralarına dağılmış Hz. İsa tasvirleriyle Müslüman muhayyilesinde modernizmle beraber değişen çarmıh algısının izleri gözlenmektedir." Sakine Odabaşı yazdı.

Kehribar Geçidi romanında Hz. İsa telakkisi

Nazan Bekiroğlu’nun son romanı Timaş Yayınları’ndan çıkan Kehribar Geçidi, klasik edebiyatımızda da çokça işlenen bir Kur’an –ı Kerim kıssası olan ashab-ı kehfi anlatıyor. Romanı okurken Batı toplumunun tefessüh etmiş ahlâkıyla aslında Hristiyanlık kisvesi altında pagan Roma’nın bir devamı olduğunu iliklerinize kadar hissederken modernizmle beraber Müslüman muhayyilesinde değişen Hz. İsa telakkisine de şahit oluyorsunuz.

Roma: Hazzı yaşamak, dehşeti seyretmek

Kehribar Geçidi, 4. yüzyılda Hristiyanlara en büyük zulmü yapan bununla birlikte Roma’yı dağılmaktan kurtaran hükümdar olarak anılan Diocletianus döneminde geçmektedir. Roma, haddi aşmış bir israf içerisinde yaşamakta, halkı ayyaş, erkekleri kadın gibi süslenmekte, kadınları uluorta hovardalık yapmakta, Baküs şenliklerinde her türlü melanet işlenmektedir. Aziz Sebastian başta olmak üzere Hz. İsa bağlıları işkenceler içinde kıvranmakta, arenalarda aslanlara atılmaktadır. Çünkü tıpkı çağımızın Batı dünyası gibi Roma hazzı yaşamayı, dehşeti seyretmeyi sevmektedir.

Tanrılara adak sunmayı reddeden yedi inananın yolları bir mağarada kesişir: Senatör Zosimus’un azatlı kölesi Vitalis, tapınak kandilcisi Feliks, lahit kopyacısı Linus, yazıcı köle Simonides, çoban Fazelis ve köpeği Kehribar, barbar yüzbaşı Geta,Fenikeli gezgin Al-Mina.

Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı, Mücella gibi cevval romanlarının aksine daha durağan ve duygu ağırlıklı ilerleyen romanda yediuyurların kunt imanının yanı sıra satır aralarına dağılmış Hz. İsa tasvirleriyle Müslüman muhayyilesinde modernizmle beraber değişen çarmıh algısının izleri gözlenmektedir.

İnsana çarmıhta haz verir iman

Gençlik döneminde Lübnan’ı ziyaret etmeyi arzu eden Yahya Kemal’in yolu ancak yaşlılık deminde bu kutsal yerlere düşmüştür. Yaşlılığın verdiği ızdıraplardan geziden zevk alamadığını söyleyen Yahya Kemal’e bir papaz, “İnsana çarmıhta bile haz verir iman.” diyerek mukabele eder. Büyük şair, tebessüm ederek Hz. İsa tasvirine bakar ve “İyi ama o da pek gençmiş.” cevabını verir. Oysa hiç şüphesiz her Müslüman çocuğu gibi Yahya Kemal de gözyaşları içinde Muhammediye okuyan bir mümin olarak hatırladığı annesinden Hz. İsa’nın çarmıha gerilmediği bilakis göğe yükseltildiğini işiterek büyümüştür.

Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi imgesi Cumhuriyet edebiyatında karşımıza çıkmaktadır. Daha öncesinde Hz. İsa, nefesiyle körleri gördürüp hastaları iyi etmesi, ölüleri diriltmesi gibi mucizeleriyle anılmıştır. Onu şikâyet eden kişi, gözlerine Hz. İsa suretinde göründüğü için İsrailoğulları, onun yerine şikayetçi Yehuda'yı çarmıha germişlerdir. Hz. İsa, melekler tarafından dördüncü kat göğe yükseltilmiş ve ona kıyamete dek ömür verilmiştir. Ahmed Paşa’nın “İsa göklere ağsa yine dem vurur Ahmed’den” mısrası, Müslüman dünyasında İsa Peygamber’in çarmıhla değil göğe yükselme imgesiyle yer aldığının güzel bir örneğidir.

Kehribar Geçidi’nde Hz. İsa

Ana tema itibariyle ashab-ı kehfi anlatsa da satır aralarına serpiştirilmiş Hz. İsa sahneleri, modern iletişim araçlarının da etkisiyle allak bullak olan Müslüman idrakinin çarmıhtan yana yön değiştirdiğinin bir göstergesi. Romanda yer alan “Tanrım, beni niye terk ettin?” diye sitem etmek, “Ağaç çarmıhta can veren peygamberin hakkı” cümlesi, bir roman kişisine söyletilen “Eğer tekrar diriltecek olmasa Tanrı, bunca işkence çekerek ölen peygamberinin hesabını veremezdi.” cümlesiyle desteklenmektedir. Belli ki işkenceler içinde çarmıhta can veren bir peygamber düşüncesi Allah’ın merhameti ile bağdaştırılamamaktadır. Çarmıha gerildikten sonra “taş mezarında beyaz bir kefen bırakarak dirilen” ve tam da Hristiyani anlatıyla uyuşan bir Hz. İsa imgesi yaratılmaktadır.

Ne dersiniz, bütün bu bulanıklık içinde bizlere düşen ne olmalı? Belki de modernitenin söylemlerinden arınarak fabrika ayarlarımıza geri dönüp muhayyilemize kadar cedlerimizin mağfiret iklimine bağlı kalmak.

Sakine Odabaşı

  

  

  

  

   

YORUM EKLE

banner36