“Kara gündür, gelir geçer” günlerinde evin e-hâli

Etkisini sürdürmekte olan korona günlerine tarihi bir kayıt niteliğinde “Evin e-hali.” Evlerin ve insanların içerisinden taşanların hüzünlü tanıklığına bir davet niteliğinde. Nursema Maraşi yazdı.

“Kara gündür, gelir geçer” günlerinde evin e-hâli

Yazının başlığındaki mısra Karacaoğlan’a ait bir tesellidir. Ozan’ımız “Kara gündür gelir geçer, gamlanma gönül gamlanma” diyerek sıkıntılı zamanların kasvetine şifa olacak seslenişiyle hiçbir şeyin kalıcı olmadığını hatırlatıyor yüreklerimize. Şair ve yazarların duyarlı yüreklerinden yansıyan beyitler, eserler ferahlık veren latif bir rüzgar gibi uzaklaştırıyor bizi kaygılarımızdan.

Hâla içinden geçmekte olduğumuz korona salgın sürecinin anlatıldığı bir kitap Karantina Günlerinde Evin e-Hâli. Kitap sosyolog ve mütefekkir iki yazarımızın Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman’ın karantina günlerindeki yazışmalarından oluşuyor.

“Elinizdeki kitap dünyanın neredeyse yarısından fazlasının karantinada yaşadığı Mart, Nisan, Mayıs ayları boyunca iki arkadaşın e-postalar üzerinden yazıştığı bir mektup olarak tarihin nehrine bırakılmayı amaçladı.” F. Barbarosoğlu

“Akşamları televizyon haberlerinde sayılara, grafiklere, virüsün yayılım hızına, mutasyona, aşının gelişim seyrine, antikor testinin güvenirliğine dair, uzman bilgisi gerektiren konularda uzun uzun konuşuluyor. Gereksiz ayrıntılarla karışan zihinlerde, malumat yığını altında kalma sebebiyle iki uç tepki ortaya çıkıyor. Ya makul olmayan bir korku ve endişe hali ya da komplo teorileriyle kes-yapıştır bigilerle desteklenen bir vurdumduymazlık. Sonuçta her gün yayın yapan televizyonlar, yapılması gerekenlere dair pratik ve net davranış kodları aktaramıyor izleyiciye.” N.Şişman

Televizyonlarda hayatını kaybedenler, virüse yakalananlar ve iyileşenler sayı olarak açıklanırken kitapta insanların hikâyeleri ön plana çıkarılarak anlatılıyor.

“İnsanlar ölmüyor gibi öldü. Ateş düştüğü yeri yaktı. Ama o yanışın dumanına bile uzak oldu akrabalar eş dost. Çünkü cenazeler birkaç kişi ile defnediliyor, evlerde taziye ziyaretlerine izin verilmiyordu.” F. Barbarosoğlu

Ülkemizden ve dünyanın dört bir yanında virüse yakalananlar, hayatını kaybedenler haber olurken, evde kalma süreci eğlence ile servis edilir oldu.

“Yaşananlardan insanlar ibret almıyor. Ama zaten bütün sistem insanlar ibret almasın diye işliyor tıkır tıkır. Yas günlerinde bu kadar yoğun eğlencenin servis edildiği tarihte başka bir dönem olmuş mudur bilmiyorum. Sontag ‘başkasının acısına bakmak’ diyordu ya… Biz başkasının acısına eğlenerek bakıyoruz...Gelecek nesiller hepimizi ahmak sanacak. ‘Ahmak değildik ancak hakiki olanın haber değeri taşımadığı bir zamana mahkumduk’ diye geleceğe mektup bırakıyorum.” F. Barbarosoğlu

Sağlık çalışanları, işe gitmek zorunda olanlar, evden çalışanlar yaşlılar ve evde olmanın sıkıntısını yaşayan herkesin hikâyesine rastlamak mümkün.

“Hikâye insanın başkasının yaşadıklarında kendisine rastlayacağı, dolayısıyla kelimeler üzerinden kendisini terbiye etmek için yakalayabileceği bir imkândır aynı zamanda. Dedikodu ise incitmeyi, indirgemeyi, zapt etmeyi hedefler.” F. Barbarosoğlu

Tarihte yaşanan salgın süreçleri o dönemde yazılan kitaplar üzerinden tahlil ediliyor. Korona günleri ise filmler üzerinden. Kitapta pek çok batılı yazarların fikirlerine de atıf vardır.

Yazarlarımız, kitaplardan yola çıkarak dünyadaki salgın süreçlerinin edebiyattaki izlerini sürüyorlar. 1918-1920 yılları arasında yaşanan ve elli milyon insanın ölümüyle sonuçlanan İspanyol gribinin bizdeki salgın sürecini ise Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Hakk’a Sığındık” romanı üzerinden anlatıyorlar. Ayrıca Cihan Aktaş’ın “Neolitik Neşe”, Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati” isimli kitapları yaşanılan süreci anlama gayretine rehberlik ediyorlar. Bayram bahsinde yad edilen Refik Halit Karay’ın “Bir zamanın hatırası: Eski Bayramlarda Mendil” konulu yazısı da unutulmaya yüz tutmuş bir iklimin sıcaklığını taşıyor yüreklere.

Evden çalışma günleri ise “Bağlılık-Aslı” filminin mihmandarlığında çalışan kadınlar tahlil edilmiş. İncitmemek ve incinmemek de Dilsiz filmi üzerinden...

Sokağa çıkma yasağının uygulandığı dönemde idrak ettik Ramazan ayı ve bayramını. Nazife Hanım’ın “2020 Ramazan’ı, uzlete en yakın ramazandı pek çoğumuz için” dediği Ramazan ayından sonra gelen bayram ise dijital bir bayram oldu. Ekranlar üzerinden görüntülü bayramlaşmalar yaşandı.

Bayramın mayası sohbette kabarıyor. Gündelik hayatta sohbet damarı büzüştüğü için bayramda bu damarın coşması mümkün olmuyor.” F. Barbarosoğlu

“İçimizde kayıtlı olan neşeyi neden bir türlü aktif hâle getiremediğimizi, bizi kuşatan medyatik dili aşıp neden Alvarlı Efe diye bilinen Muhammed Lütfi Efendi gibi, Mevla bizi afv ede / Gör ne güzel ‘ıyd olur / Cürm ü hatalar gide / Bayrâm o bayrâm olur diyemediğimizi düşünmeliyiz. N. Şişman

Şartlar ne olursa olsun sözlü kültürün mutlaka yaşatılması gerektiğini düşünüyorum. Metafizik düşünce ile sözlü kültür arasında doğrudan bir bağ olduğuna inanıyorum.” F. Barbarosoğlu

“Sohbet şifa idi, o halde ayrıcalıklı insan duyusunun "görme" hâline geldiği 21. yüzyılda, "söz" ün iyileştirici gücüne yaslanarak yeni mecralarda da sohbet iklimini muhafaza etmenin yollarını aramalıydık.” N.Şişman

“Yapılan gözlemler, insanların görüntülü konuşmalarda en fazla kendi görüntülerine baktığı yönünde. Yani insanlar birbirlerine değil, aynaya bakıyor gibi bir his içinde konuşuyorlar görüntülü görüşmelerde. Ben sohbetin, gözün değil kulağın ön planda olduğu telefon konuşmalarıyla sürdürüldüğünü / sürdürülebileceğini düşünüyorum.” N.Şişman

Heidegger ‘kulak en ontolojik organımızdır’ derken insanın kelama muhatap olduğunu hatırlatıyordu. Jack Ellul ise “Gözün hâkimiyeti” altında şekillenen modern dönemi tasvir ettiği “sözün düşüşü”nde, hakikatin göze emanet edilemeyeceğini vurguluyor. İşitmenin yerini görmenin aldığı, görüntünün gerçekten daha gerçekmiş gibi kabul gördüğü bir dünyada feraseti ve basireti nasıl kuşanacağız?” diyor, N. Şişman “Dijital Çağda Müslüman Kalmak”ta.

Modern öncesi dönemde, her ne kadar Efendimiz’in (s.a.v) komşu hükümdarlara davet mektupları gönderdiğini biliyorsak da tebliğin dili daha ziyade yüz yüze iletişime dayalıydı. Kitaptan ya da ekrandan öğrenilmiyordu din. Kitaptan bile olsa, o kitabı okutan bir hoca olmalıydı. Bu yüzden “rahle-i tedristen geçmek” denirdi eğitim almaya. Ya bir müderrisin dizi dibinde ya da bir şeyhin huzurunda edinilirdi bilgi, görgü ne varsa. Ya da bir cami cemaati olarak hocaefendinin vaaz u nasihati kanalıyla bilgisine bir şeyler katardı halk. Kadim bir hususiyete sahip olan din, bütün bu kanallardan süzülerek ulaşırdı o gün yaşayanların bildikleri dünyaya; böylece bilinir ve yaşanır hâle gelirdi.” (Dijital Çağda Müslüman Kalmak)

Sosyolog yazarlarımız, “dijital devrim” in aktörlerinden, robotik devrimden ve distopyalardan söz ederken kullandıkları ifade “Korkmaktan korktum”. Ancak kendilerini ve okuyucuyu bu korkuya teslim etmeyip umudun kapılarını Efendimiz’in (a.s) hadisiyle açıyorlar; “Kıyamet koparken elindeki ağacı dik.”

Dijital kölelikten, gözetim kapitalizmine olmakta olanı anlamaya çalışırken “buradan çıkış yok” hissinin hâkim olmasına teslim olmamalıyız diye düşünüyorum.” N. Şişman

Yazılarında teknolojinin hızla gelişmesi sonucu, değişen ve gelenekten uzaklaşan günümüz fertlerine rikkat ve hikmetle insani olanı hatırlatıyorlar.

An dediğimiz o kısa zaman dilimini nasıl idrak edeceğimiz Efendimiz’in şu hadis-i şerifinde âşikar diye düşünüyorum: “Dünyada bir garip gibi ya da gelip geçen bir yolcu gibi ol. Kendini mevtalar arasında say. Sabah olunca akşamı, akşam olunca sabahı nefsine hatırlatma. Sağlığında hastalığın için gençliğinde ihtiyarlığın için boş zamanında meşgul olacağın zaman için, hayatında vefatın için bir şeyler alıp hazırlıkta bulun. Zira yarın adının ne olacağını bilemezsin.”

“.....boş zamanında meşgul olacağın zaman için ...” Bizim en çok hasar aldığımız yer, serbest zamanımızda malayani olan ile buluşup bir daha kopamayışımız.” F.Barbarosoğlu

Ailecek çok yoğun, yakından ve doğrudan bir “korona süreci” yaşamış olmamıza, doktor yakınlarımızın tecrübelerine yakinen şahit olmamıza rağmen, zaman zaman “Yaşadıklarımız gerçek miydi?” hissine kapıldığım oluyor. Böyle zamanlarda yaşananları, o anki hissiyatıyla kayda geçirmenin ne denli önemli olduğunu bir kez daha idrak ediyorum.” N. Şişman

Etkisini sürdürmekte olan korona günlerine tarihi bir kayıt niteliğinde “Evin e-hali.” Evlerin ve insanların içerisinden taşanların hüzünlü tanıklığına bir davet niteliğinde. Virüs bir süre daha konuk olacak gibi hayatlarımıza. “Evin e-hâli” yaşananlara ayna tutmuş iki güzel gönlün eseri. Okumanızı tavsiye ediyoruz.

Nursema Maraşî

YORUM EKLE