1973 doğumlu Mustafa Köneçoğlu, Hece, Dergâh ve Yedi İklim başta olmak üzere, yıllardır çeşitli dergilerde yayımladığı şiirleri bir araya getirerek kitaplaştırdı. Hece Yayınları’ndan çıkan "Söz Hakkı" adlı 80 sayfalık kitapta 34 şiir yer alıyor.
Gecikmiş bir kitap aslında Söz Hakkı. Kırkına yaklaşan şair, söz hakkını çok daha önce kullanmalıydı kanımca. Joan Miro Ferra’nın bir resmiyle süslenen kapağı da dahil olmak üzere güzel bir tasarım eşliğinde sunulmuş kitap.
Genellikle kısa şiirler yazıyor Köneçoğlu. Enerjisini oldukça ekonomik kullanan, ağırbaşlılığı elden bırakmayan, dize merkezli bir şiir bu. Dizeyi, imgeyi ve lirizmi asla boşlamıyor şair. Belli bir şiir bilgisini, bilincini, tercihini okumaya başlar başlamaz hisseden okuyucunun, ilk kitaplardaki eksiklerle, telaş ve dağınıklıkla karşılaşmayacağı da söylenebilir ilk elde.
Şiirlerdeki bütün bölümlerin ilk dizeleri bir yargı bildiriyor. Kipleri değişse de çekimli fiiller içeriyor genellikle bu ilk dizeler. Bir tespit yapılıyor bazen. Bazen ciddi bir karar veriliyor. Bütününü, tamamını algılayıp kavrayabildiğimiz bir betimleme yahut bir istek dile getiriliyor kimi zaman. Aceleye, acemiliğe getirilen bir taraf yok yani şiirlerde. İyice düşünülüp tartılan bu yargılar, olgun ve oturmuş bir söyleyişle bütünleşerek görünürlük kazanıyor. Bu bilinçli tercihi şiirlerin başlıklarında da görmek mümkün. Kimi zaman insandaki çağrışımları anonim bir nitelik kazansa da şiiri güçlendiren, toparlayan, özetleyen, okuyucuda bütüncül bir kanı uyandıran derli toplu, kallavi başlıklar bunlar.
Dikkatli okunduğunda hemen fark edilmektedir ki şiirin ve şairin hâllerine sık sık sokulan bir şiir yazmaktadır Mustafa Köneçoğlu.
Bu durumu, ilk şiir olan ve kitaba da adını veren “Söz Hakkı”ndan başlayarak görmek, gözlemlemek, örneklemek mümkün. Gündelik hayattan, güncel gelişmelerden, kişisel duygu ve düşüncelerden söz ederken bile şiirin niteliklerine, sorunlarına, tarihine bata çıka gelişen; şairlere, şiir kitaplarına, akımlarına yer veren, şiir ve şairlerle ilgili değini ve göndermelerle zenginleşen bir şiir bu. Şiirin bileşenleriyle yoğun bir mesaisi var Söz Hakkı’nın: şiir yazmak diyorum abartılı olsa da/ böyle hafifliyor ancak şu yampiri yaşamak
Bu dizelerde açığa çıkarıldığı gibi hayatın bütününde, duygu ve düşünce evreninin tam içinde vazgeçilmez bir yer ediniyor şiir. Varoluş algısı ve bilinciyle bütünleşiyor. Yaşamak ağrısını sarmalıyor belki. Anlam kazandırıyor. Düzeltiyor. Güzelleştiriyor. Derinleştiriyor. Eşlik ediyor. İnsanı sendeleten, oyalayan, sürekli kuşku pazarlayan o sinsi tezgâhtarın çekiminden kurtarıyor: "söz hakkımı fahiş fiyata satmak istiyor bana/ sermayem miri maldan oysa"
Adeta şiirsel bir evrenin içinde açımlanan “Söz Hakkı” başlıklı bu şiirde, şiirle ilgili başka değinileri de var şairin. Hayatı öğelerine ayırır gibi şiir yazdığını söylüyor söz gelimi. Şairlerin ceketinin dünyaya kısa geleceğini belirtiyor. Hem iddialı hem de tevazu sahibi olmaya aynı anda göz kırpan şu dizeler de aynı şiirden:
birinci yeni ikinci yeni karakoç zarifoğlu ismet özel/ ustalarla aşık atmak tehlikeli değil midir
Sakinleri göç eden köy evlerine benzetiyor modern insanı Mustafa Köneçoğlu. Her şeye rağmen, kalbe düşen ilk kelimeyi kimsenin silemeyeceğini de biliyor. Kimi zaman kendinden bahsedecek kadar yalnız olsa da yarından bir şeyler umarak evden çıkan, zamanı kırparak kendinden bahseden kişidir şair ona göre. Kırılan parmak nasıl doğrultulursa, şiir de öyle sökün etmektedir yanı başımızda. Göğsünde bir ateşin inanılmaz fayrabı vardır şairin:
şairler kendine çöldür başkasına su
“Elma Deyince Çıkma” başlıklı şiirinde, “bir yangının iyi çizilmiş poetikası” olarak nitelemektedir şiiri Köneçoğlu. Bu yangından, çölden, yalnızlıktan kaçış ve kurtuluş yoktur yine de. Elma deyince ellerini kesmeyenler şiirden anlamasalar da, yeni türk edebiyatından henüz Sezai Karakoç geçmese de sevgili Türkçenin ellerinin hiç boş kalmaması dileğinde bulunmaktadır o yüzden. Ona göre şair acısını sessizce yutar, kimseye gösterip hissettirmez. Şiirin tarihi bu içselleşmiş acıyla, bu insanın içine akan yakıcı nehirle doludur zaten. Bu noktada iki nefis dize eşlik eder bize: yunusun göğ ekin dediği günden beri böyledir/ kanla birlikte anılır kızılcık şerbetleri
Okumaya devam ettikçe görülmektedir ki kitaptaki şiirlerin hemen hepsinde şiirle ya da şairle ilgili değiniler, tespitler, soru yahut eleştiriler yer almaktadır. “Şiir nedir” yahut “şair kimdir” sorusunun cevabı olacabilecek çok sayıda dize var kitapta: Şiir, bindiğin dalı değil, ne kestiğini bilmektir. Şiir, aklın açtığı yaralar içindir ve ağlamak Türkçenin en işlek caddesidir. Ay tutulunca mermi, kalp tutulunca şiir iyi gelir. En iyi mısra hiç yazılmayacak şiire saklanmalıdır. Kılı kırk yaran, kırk ölçüp bir biçen kişidir şair ve poetikasını ölüm emri verir gibi yazar. Şairin adı yalnızca kendisiyle çıkar. Adem’e cevaplar fakat şaire sorular öğretilmiştir. Şiirle baş başa verip bir dağı kaldırır o. Sahte bitkilerin önünde poz vermeyi seven şairler olsa da gerçekte insan grogi olunca başlamaktadır şiir. Şakağa dayanmış bir tabanca gibidir kimi zaman. Bir ülkenin bütün teri şairin sırtındadır ve şiir soğuk suya girmeye benzer yeri geldiğinde. Totoloji aptalların şiiridir ve dağsız şair olmaz. Dilinin altındaki baklayı çıkarmayana da şair denmez. Örnekleri çoğaltmak mümkün. İçinde şiir ve şair kelimesi geçen ya da onları çağrıştıran epeyce başlık da var kitapta. “Şair Farkı”, “Ebedi Poetika”, “Kuşaksız Şiir”, “Şairin İyi Hal Kâğıdı”, “Baudelaire’den Öğrendiğim Şey”, “Maraş İçin Şiir Vakti” başlıklı şiirler bunlardan bazıları.
Büyük ve bitimsiz bir şiir sevgisinin, şiire ve şairlere yönelik güçlü bir ilgi ve bağlılığın ürünü kuşkusuz bütün bunlar. Aynı zamanda şiirin enerji kaynaklarından birine de işaret ediyor bu tutku. Elbette hayatın, insanlık durumlarının, gerçekliğin içinde dolaşıma girerek aktarıyor şair bunları bize. Şairlere özgü bir huzursuzluktan beslense de bu tutkudan vazgeçmek kolay mıdır? Aynı zamanda, şiirin işe yaramadığını kim iddia edebilir:
göreceksin, bir idam mangası kadar işe yarıyor mısralar/ çünkü şair dediğin ancak böyle beslenir
/s usturmadan içindeki o huzursuz müziği...
Ali Emre şiirin derinlerine daldı
Hayırlı olsun Mustafa Hocam.
Daha nice kitaplara anşallah.