Asr'a yemin eden Allah'ın neden başka şeye değil de asra yemin ettiği sorusuna açıkça bir cevap gibi bu kitap.
İsmet Özel'in ''Tüm Eserleri Dizisi''nin 16.'sı olan Ve'l Asr kitabında; sokakların dolduğuna, evlerin boşaldığına, Müslümanların camileri Cuma'ya ve teravihlere mahkum ettiğine, farklı ve önemli biri olmak için tek tipleşerek ve yığılarak ilerleyen bu modernist yumağın nereye gittiğine dair işaretler veriyor. Bu işaretler trafik levhaları gibi bizleri bir yerlere götürmeyi amaçlayan işaretler de değil bir bakıma aslında eleştiri gibidir.
İslamcılar, modernistler, başarılılar, başarısızlar, haz alanlar, alamayanlar, konuşanlar, konuşamayanlar ve konuşmayanlar... Hepsinin bir çözümlemesi yapılmış kitapta aslında. Bizim mahallenin kapital Müslimlerinden öbür mahallenin diplomatlarına kadar değinmiş. Kitap bir titreme gibi diyebilirim.
Yansımalardan ,baret iletişimlerimizi hatırlatan o söz... Kitabın başlangıcı ve sonu bundan ibaret. Bu ibare kulağa küpe olamayacak kadar ağır ve kabullenilmesi zor gibi görünse de her yanından doğruluk saçıyor bana kalırsa.
Ben “sen”im sen de “ben”sin
''Ben ne kadar kötü isem sen de o kadar kötüsün. Ben ne kadar iyiysem sen de o kadar iyisin. Kötülüğümle seni de kötüleştireceğim ya da iyiliğimle iyileşeceksin.'' diyor. Böyle bir cümleyle metalikleşen, radyasyonlaşan ilişkilerimize darbe yapıyor. Biz birbirimizden ibaretiz, sen benimle varsın, ben de seninle varım.
Yoksan yok olmaya mahkûmum! İnsan insana böyle bakmayı öğrendiğinde sorunun merkezine inebiliyoruz. Gerçekten ben toprakla gökyüzü gibiyim ilişkilerimde.
Yağmasa birimiz, öbürümüz çatlar. Birimiz mahsul vermese zaten diğerimizin yağmasına hiç gerek kalmaz. Ama biz ilişkilerimizde olmazsa olmazı muhatabımızla değil kendimizle sınırladığımız için bir ego halayıdır çektiğimiz. Halayın başı da biz sonu da... Gözümüzün gördüğü adımlar bize ait, çalınan hava bizim havamızdır.
Sonra bir de yakınmalarımız var yalnızlığımızdan. Hepsi kendimiz yüzünden, farkında değiliz. Oysa kitapta, Albert Camus'a ait bir söz var ki; öyle bir hassasiyet ancak bir Müslümana yaraşır deyip kıskandırıyor insanı: ''Dünyanın herhangi bir yerinde tek bir insan mahpus ise kendimi asla özgür hissedemem.'' Böyle bir düşünce tarzıyla yola çıkılsaydı kuş uçardı, o yoldan kervan geçerdi.
Hüsrandayız!
Kitap, acı gerçekler silsilesi. Bayır çıkmaktansa yokuş inmenin kolay olduğunu keşfedip, düşmeye bayılanların, düşünmenin suç olduğunu varsayıp yine ortaya bir düşünce atmış olanların, soğuk savaşların, sıcak diyalogların bir bütünü gibi. Özünde bir tepegözlük saklayan yazılar.
Tamam aykırılar, tamam çok sertler.. Ama her şeyiyle gerçek yazılar.
Kitap, kimimiz için bir hikâye kitabı... Kendini şehirden alıkoymak için sımsıkı tutan bir adamın hikâyesi. O böyle söylüyor... Yabancı olduğu şehirlerin ıslak eteklerinde, dağda kurda kuşa yem olmak üzereymişçesine söylüyor.Şehrin yuttuğu insanlar tutsak.
Yollar, geniş ve uzun göller. ''Gölde köpek balığı ne arasın?'' dedirten o arabalar... Akıp gidenler bunların arasından. Modern yaşama biçimiyle kucaklaşıp, bıçaklanan sırtımıza hayret edişimizin bir telaffuz biçimi Ve'l Asr. Asra yemin eden Allah biliyor; hüsrandayız.
Kitabı yazan da biliyor anlaşılan
Kafa karıştıran cümleler geçiyor kitapta. Herkesin okumayacağı bir kitap. O yüzden illa okuyun gibi bir tavsiyede bulunmayacağım ilk kez.
İnce bir kitap ancak kapital anlayışların asla hazmedemeyeceği, beyninde fikir zuhur ettiremeyeceği bir kitap. Herkes okumasın.
Ama; ''ben'' artık ''sen'' olmak istiyorum kardeş!” diyebilen birinin muhakkak açıp okuması gereken bir kitap. Neden karmaşık dediğimden biraz bahsedeyim dilerseniz. Kitapta geçen şu hikâyeye bir bakalım: Bir köy berberinden bahsediliyor. Gelen müşterilerden yalnızca, kendi sakalını kesmeyenlerin traşını yapıyor. Yani berber ''kendi sakalını kesmeyenlerin berberi.'' Peki berber kendi sakalını kendisi kesmiyor mu? Onun berberi kim? Bu paradoks tam burada zuhur ediyor. Eğer bu berber kendini traş edecek olursa kendini traş etmemesi gerek.
Çünkü o, kendi kendine traş olanları traş etmez. Kendinin berberi ise kendinin berberi değil, kendinin berberi değilse kendinin berberi.
Burada vermek istediği mesajı yine karmaşık sayılabilecek bir cümleyle tamamlıyor. ''Bir şey ne ise o değildir; ne değilse odur.'' İsmet Özel gerçekten ''özel'' bir yazardır. Bütünlüğünü parçalayarak hem çoğaltan hem de bu çoğulları büyüten sonra yeniden parçalayıp tekrar büyüten, bu şekilde ilerleme kaydeden bir yazar.Düşünce ekseni aynı hizada gibi görünse de bu sadece bizde bıraktığı ağız tadından kaynaklanıyor. Esasen yarattığı o tiryakilikten yani.
45 ayrı başlıktan oluşan kitap, ilk kez Şule Yayınlarından 1998 yılında çıkmış.
Bu gibi bir çok kitabı bulunan yazarın o bilindik iklimi bu kitapta da söz konusudur. Sadece ''açık zihniyetlerin'' anlayabileceği, diğerlerininse anlayış gösterebileceği bir kitap.
Müslümanların, ''Müslümanlığını pazara çıkardığı'' asırdan uyanış dolu mesajların gelmesini kaldırabileceklerin okuması gereken bir kitap.
Öznur Balık: ''Kitap, ne güzelsin! Ve ne kadar gerçek!'' dedi
"Kafa karıştıran cümleler geçiyor kitapta. "öyle gerçekten. Ben okuyamadım kitabı bir daha da ismet özel kitapları okumaya cesaret edemedim.İsmet özelin tavsiye edeceğiniz başka kitapları varsa yeniden okumayı deneyebilirm:)