Yılkı Atı gibi bir roman, yazarını değil yalnızca Türk edebiyatında, dünya edebiyatında bile kabul ettirecek, örnek gösterecek kuvvettedir. Hani okunduğunda daha önce okunmadığı için üzüntü duyulan kitaplar vardır, Yılkı Atı onlardan biri. Ya da çocuk, genç, yetişkin, yaşlı demeden herkese önerebileceğiniz bir kitap olur, işte o Yılkı Atı’dır. Böyle bir başarıya Abbas Sayar nasıl ulaşmış? Bu çözülemeyecek ama üzerinde düşünülmeye değer, düşündükçe farklı fikirler üretilebilecek bir sorudur. Abbas Sayar, yalnızca Yılkı Atı’nı yazmış olsaydı, yine onun önünde saygıyla ceketimizi düğmelemek zorunda kalırdık.
Yılkı Atı bilinen, sevilen ve övülen birçok köy romanını geride bırakabiliyor. Özellikle toplumcu gerçekçilik namına, köylerde vukuu bulan bir sürü olumsuz vakıa, durum ve insanı anlatarak, roman yazdığını ve köy sorunlarına çözüm ürettiğini sanan yazarların habis dünyasında, uzun süre oyalandıktan sonra Yılkı Atı yüzümüzü güldürüyor, yeniden nefes alıp vermemizi sağlıyor. Çünkü Abbas Sayar kesinlikle olaylara tek zaviyeden bakan bir romancı değil. Kendi olumsuz düşünce ve duygularını, hayal, kuruntu ve vehimlerini köy hayatına ve köylülere yükleyip, onun üzerinden meşrulaştırmaya çalışan biri de değil.
Yılkı Atı’nda güvenilir bir adalet duygusu ve anlayışıyla karşılaşıyoruz. Sayar her şeyin olumlu-olumsuz, iyi-kötü, zalim-mazlum, merhametli-acımasız yönlerini görüp, bunları ustalıkla romanlaştırmış. Zaten romancı dediğimiz zaman, paradokslarla uğraşabilen, mücadele edebilen; paradoksların altında ezilmeyip onlardan okuyucuya dersler çıkarabilen, hayata dair anlamlar kotarabilen kişiyi anlıyoruz. Yılkı Atı’nda Sayar’ın gösterdiği temel başarılardan biri bu: Köy hayatını bütün tezatlarıyla aktarabilmek.
Köylüye medeniyet öğretmeye de kalkışmaz
Sayar köy hayatını ne cennet benzeri bir hayal ülkesi ne de gericiliğin, bataklığın, cahilliğin, anlayışsızlığın ve kabalığın yuvasıymış gibi gösterir. Köyü ve köylüyü olduğu haliyle anlatmaya ve işlemeye çalışır. Köyü ve köylüyü olduğu şekliyle ele almak imkânsız değildir. Yeter ki yazar içinde sevgiyle birlikte ahlak ve adalet düşüncesini taşıyabilsin. Yılkı Atı bu alanda gösterilebilecek en orijinal romanlardan biridir.
Yılkı Atı, isminden de anlaşılacağı üzere yılkıya bırakılan atların hikâyesi. Bu, romanda ön planda işleyen, başka bir ifadeyle, romanın iskeletini oluşturan kısım. Bir insan nasıl olur da bir atın duygu ve düşüncelerini bilebilir? Fakat biliyor işte! Sayar, yılkıya bırakılan Doru’nun macerasını bütün ayrıntılarıyla anlatır. Doru’nun duygu, düşünce, heyecan ve coşkularını bile aktarır. Fakat bu aktarış ve anlatım okuyucuyu hiç yadırgatmaz. Çünkü, bir; Abbas Sayar katıksız bir yeteneğe sahip. Türk edebiyatında onunkine benzer bir yetenek sanırım yalnızca Orhan Kemal’de var. İkisinin anlatımı da okuyucuyu büyüler, anlatılanlara yoğunlaşmasını sağlar, olayların içine çeker, dikkat dağılmasına engel olur. Her ikisinin de sıcak, samimi bir üslubu vardır. Konuşur gibi anlatırlar, fakat konuşma dilini abartıp, bütün başarıyı konuşma dilini ustalıkla kullanmaktan devşirme kolaylığına kaçmazlar. Her ikisi de özellikle kahramanlarını kendi kendilerine düşünüp konuştururken, yapmacıklıktan uzak, icat mahsulü olmayan, canlı, pürüzsüz bir yerel dil kullanırlar.
İki; Doru’nun hikâyesi, romanda bir iskelet vazifesi görür, hikâyeyi oluşturur ve okuyucunun kitabı okumasını sağlar. Yılkı Atı’nda aslında köylüler ve köy hayatı anlatılır. Köy hayatı, tasvirlerle ayrıntılı bir şekilde okuyucunun gözünde canlandırılmaz. Sınırlı bir mekânda cereyan eder olaylar. Fakat atmosfer gayet iyi bir şekilde oluşturulmuştur. Köylüler de çok tasvir edilmez. Fakat okuyucu bilir ki Yılkı Atı’nın dünyasını köyde geçen olaylar ve kanlı canlı insanlar oluşturmuştur. Sayar okuyucunun parçadan bütünü kavramasını sağlar. Atlar üzerinden köy hayatının zorluğu, acımasızlığı, vicdanı, merhameti, yargıda bulunurken neleri esas aldığı ve ahlakı sorgulanır. Sayar ne bağrına basar köylüyü, ne de elinin tersiyle iter. Köylüye medeniyet öğretmeye de kalkışmaz. Köy hayatını Türkiye’nin bir gerçeği olarak kavrar. Onda görmeye, duymaya ve anlamaya dönük dinmek bilmez bir merak vardır.
Yılkı Atı’nı okuyup bitirdikten sonra Hıdır Emmi diye bir dost edinebilirsiniz
Yılkı Atı’yla ilgili söylenecekler bitmez. Yerimiz dar olduğu için, bir özelliğini daha söyleyip haberimizi noktalayalım.
Büyük romanlar her zaman okuyucularının koluna bir arkadaş takmayı başarabilenlerdir. Yılkı Atı’nı okuyup bitirdikten sonra Hıdır Emmi diye bir dost edinebilirsiniz. Maceranın kahramanı olan Doru At da diğer bir dostunuz olacaktır. Yılkı Atı’nı okuduktan sonra atlara bakışınız artık eskisi gibi olmayacak. Yılkı Atı’ndan sonra köylülerin ne tür tezatlar taşıdıklarını tekrar oturup düşünme gereği duyacaksınız; çünkü Abbas Sayar, bir hayal ile değil, bir gerçekle kafanızı karıştırıp, köylülerle ilgili birçok önyargınızı kırıp, bu konuyu yeniden gözden geçirmenizi sağlayacak. Bunların hepsi de Yılkı Atı’nın başarılarıdır. Üzerinde tek tek düşünüp dersler çıkartılacak, tahkikler yapılacak konulardır.
Ya da Yılkı Atı’nı okuyup, onun insanda uyandırdığı temiz duyguları, derin düşünceleri doyasıya hissetmekle de yetinebilirsiniz.
Ya da Yılkı Atı’nı okuduktan sonra bir süre gözlerinizi kapatırsınız. Gözlerinizde canlanan Yılkı Atı’nı, Üssüğünoğlu İbrahim’i ve Hıdır Emmi’yi izlersiniz. Hepsi de olabilir ve yeterlidir.
Ömer Yalçınova yazdı
Abbas Sayar'ın umum tarafından bilinen eseridir Yılkı Atı.. Ama diğer eserleri nedense göz ardı edilir.. Bu haber vesilesi ile hatırlatmak istedim, "Can Şenliği" de okunmalı.. Ötüken'den..