İnsan kaybedince anlar bir şeyin değerini

Korkularımız bizi bir yerden bir yere kadar götürür evet ama son durağa gelince bırakırlar elimizden ve yüzleşmeler başlar. Acaba’lar, keşke’ler, ah’lar ve vah’lar… İşte tam bu noktada çıkıyor karşımıza Tarık Tufan’ın ''Hayal Meyal'’i... Hatice Kübra Karadeniz yazdı.

İnsan kaybedince anlar bir şeyin değerini

İnsanın maddi ve manevi bütün hayal kırıklıkları bu dünyaya sığar mı? Düşleri, umutları, bazen sevinçleri... Sığmaz. Sığmadı. Çok debelendi, belki çok da can çekişti ama olmadı. Bu dünyayı çepeçevre saran ve kuşatan tek bir şey vardı, o da gerçekler! Ve onu en içten kapsayan tek bir şey vardı, o da ölüm …

Korkularımız bizi bir yerden bir yere kadar götürür evet ama son durağa gelince bırakırlar elimizden ve yüzleşmeler başlar. Acaba’lar, keşke’ler, ah’lar ve vah’lar… İşte tam bu noktada çıkıyor karşımıza Tarık Tufan’ın Hayal Meyal’i, arka kapağındaki rahatsız edici yazısıyla. Yazı ise şöyle: “Akıl hastanesinde kalan o sarışın, zayıf kız akordeonunu çalarken hep aşkını düşünüyormuş meğer. Çaldığı bütün parçaları onun hayaline adıyormuş. Gözlerinden anlamıştım zaten. Başka türlüsü mümkün değil. İnsanın ancak aşkı için şarkı söylerken gözleri bu kadar parlar. Hele bu kadar solgun bir yüzle şakı söylerken birden değişiveriyorsa…  Bir enstrüman çalmayı sırf bu yüzden isterdim. Biliyor musun sonbahar gelince İstanbul susuyor birden. Bu şehir sustuğunda en çok martılar hüzünlenir. Ben bir şarkıyı arıyorum. Ben bir şarkıyı arıyorum. Ben bir şarkıyı arıyorum. Ben seni arıyorum.”

Aslında ben seni ararken kaybettiğim kendimi arıyorum, diyor ister istemez yazar. Kişi birini severken bir sebep gözetmez. Akıl ve mantık çoktan bavulunu alıp terk etmiştir şehri. Bütün sebepsizlerin içinde gözettiğimiz bir tek şey vardır: O’nun aksine gizlenen kendi hüznümüz. Çoğu zaman görmediğimiz ve belki de sırf hep daha taze ve diri olsun diye görmezden geldiğimiz… Niye rahatsız edici dedim; zihninizi az da olsa karıştırmış olabilirim. Çünkü hesaplaşmalar kolay değildir. Bazen her kaybediş yeni sancıları doğurmaz. Ve her doğum yeni güzellikleri getirmez. Getirse bile hastalıklı bir zihin ve kalple artık yaşamak pek de olanaklı hale gelmez.

Araya mesafeler girdikçe korkuları çoğalıyor adamın

Kitap şu ana kadar toplam 11 baskı yapmış. Benim elimdeki baskı ise 6. baskı. Profil Yayıncılık’tan çıkan kitap toplam 128 sayfa. Hayal ve Meyal, aslında kitabımızın iki ana karakteri. İsimleri Hayal ve Meyal değil. Ama uyuyor bu isme birebir. Bir hayal eden ‘Hayal’, diğeri hayal edilen ‘Meyal’. Zihnimizin dar sokaklarına gizlenmiş bir hayat hikayesi. Hatalar ve hayatların karışımından doğan muazzam iç çekişmeler.

Kitabın ilk sayfasında İsmail Kılıçarslan’ın bir şiiri karşılıyor sizi: ‘Yakınlaşmış bir ölüm mü?/ İnsan alışıyor bir şekilde./ Benim aklım sende hala./ Susuşunda./ Gözlerini kaçırışında kaldı aklım./ Gidişinde en çok…/ Hem ben bir kez öldüm./ Bir kere daha ölürüm.’ Anı ve hatıraların özeti mahiyetinde iyi durmuş ilk sayfada. Sonra başlıyor ilk satırlar: “Hepsi bu kadar mı doktor bey?/ Evet, bu kadar. Yalnız… Yalnız ne?” Bir hastalık ki tüm vücuda yayılmış ve dua etmeye bile şansının olmadığını düşünen bir adam. Kaptırıp gidiyorsunuz kendinizi sonra; tam hüzünlere gark olacağınız sırada farklı bir olay daha çıkıyor karşınıza. Farklı bir olay örgüsü gibi geliyor başlangıçta ama sonra sona ulaşıyor hikâye. Bütün yaşanmışlık ve yaşanmamışlıklarla birlikte. Hangisi gerçek hikâye, arada kalıyor bütün kelimeler. Kelimelerin imdadına son bölüm yetişiyor. Bırakın biraz da dağınık kalsın diyor düşler.

Bir kadın, bir erkek ve iki komşu aile. Tam bir aşk hikayesi! Değil aslında. Kadın seviyor adamı evet ama bu sevgi pek de bir fayda sağlamıyor her şeyin güzel olmasına. Kadının geçmişinden getirdiği korkuları, kötü yaşanmışlıkları var. Bu durum erkek ve kadın arasında yakınlaştırıcı bir bağın aksine uzaklaştırıyor adamı kadından. Kadın çok çırpınıyor gibi duruyor evet. Ama vazgeçiyor sonra her şeyden. İkisi de aynı mahallede büyümüş ve komşular. Önceleri yakıştırmalar başlıyor. Kadın ve erkek için. “Evlenseler ya!” diyor bütün mahalleli. Bu gazla nişan da yapılıyor ama olmayınca olmuyor derler ya; hakikaten öyle oluyor, olmayınca işte olmuyor. Araya mesafeler girdikçe korkuları çoğalıyor adamın. Sonra kendini hastane köşelerinde buluyor. Yukarıda da dediğim gibi önce inanıyorsunuz ve belki de her şeye rağmen inanmak gerekiyor adama. Ama bilmiyorum. İnsan neden çoğu zaman, hatta her zaman kaybedince anlar bir şeyin değerini? Asıl sorunsalımız bu sanıyorum. İnsan olarak. İnsan olmak uğruna verdiğimiz mücadele.

Kimi arıyoruz hakikaten? Şu hayatta boş boş gezinirken kimi, neyi arıyoruz? Yahut neden arıyoruz, ne zaman arıyoruz? Sorular arasında kaybolan tümceler gibiyiz. Özneleri kaybolmuş… Ya da herkes/herşey olmuş. Hayat ve ölüm ekseni etrafında aynı dünyanın şekline benzeyen elips bir yapı var sanki. Bir milim bile oynasa kıyamet kopacak. Ama yuvarlak desen yuvarlak değil, şu desen bu değil. Dengeyi boşuna ortaya koymamışlar sanırım. Hayatı ve dahi ölümü bile dengeli yaşamak. Sanırım işte o zaman tarafımız belli olur. Ve bir tarafta yaşayıp gideriz!

Tarık Tufan, Hayal Meyal, Profil Yayınları

Hatice Kübra Karadeniz

YORUM EKLE
YORUMLAR
Aysun Yıldırım
Aysun Yıldırım - 6 yıl Önce

Tebrikler

banner36