Ömer Erdem, şair.
İlk şiiri Diriliş’te çıkan ve şiirini dağ dağ büyüten şair. Şiiri en ince ayrıntısına kadar özümsemiş ve “insan” faktörünü ve ona dair her şeyi şiire dâhil edebilmiş şiirlerin şairi.
1996 yılında yayınlanan “Dünyaya Sarkıtılan İpler”den, 2012 yılında çıkan son kitabı “Kör”e uzanan yedi kitaplık şiir birikimine şahit olacakların ilk karşılaşıp keşfedecekleri şey onun şairliğidir. Ömer Erdem, “şair” kelimesinin içini tam olarak doldurabilecek bir yetkinliğe sahip. Tek kelimeyle, şair. İnsanı, tabiatı ve bu ikisinin özündeki cevheri bir bütün olarak okuyabilme yetkinliğine kavuşabilmiş ve bunu şiirinde güzel ifade edişlerle bizlere sunmayı başarabilmiş bir şair.
Herkes bir ip sarkıtmış dünyayı bekliyor
“Dünyaya Sarkıtılan İpler” ve “Mesafesi Kadar İnleyen Rüzgâr”la beraber, “Yitirişler” de şairin ilk döneminin ürünleri olarak ele alınabilir. “Yarım Ağaçlar”dan son kitabı “Kör”e kadarki kitaplarını da, şairin ikinci dönem eserleri olarak değerlendirebiliriz. İlk üç kitaptaki anlatım, örnekleme ve kelime tercihiyle cümle yapısı, şairin ilk gençlik dönemi eserleri olduğunu belli eder nitelikte şiirler. Öyle ki bu ilk şiirlerden kimi şarkı sözü tadı dahi veriyor. Sonraki ürünlerin daha güçlü olduğunu ise ilk okuyuşta görmek mümkün:
“Varsın mesafesi kadar inlesin rüzgâr
Anmaktan korkulur yanların kaldı bende
Dalsız ve sabahsız bir yaz tepesinde
Tutunalım tutunalım dedikçe birbirimize
Kayıyor ayakları ikimizin de”
Çok fazla olmasa da bu gibi örneklerle karşılaşabiliyoruz ilk şiirlerde. Kitaba da isim olduğu için dikkat çekiyor şarkı tadındaki bu şiir daha çok.
Şairin ilk üç kitabıyla sonraki dört kitabı ciddi bir kıyaslamaya girmeden, iyi bir okumayla şiirdeki değişimini ve yükselişini gösterebilecek niteliktedir.
Öyle çok öyle fena sildim ki beni
Ömer Erdem’in dimağında dağ dağ büyüyen, mevsim mevsim değişen ve gelişen bir şiir çağıltısı var. Eşya, tabiat, insan özenle ve güzelce yerleştirilmiş mısra aralarına. Bunda estetik bir zorlama ve kasılma olmaksızın üstelik.
Bazen çok uzun, sayfalar dolusu bir şiirle karşılaşırken, bazen de kısacık şiirlerle karşılaşıyoruz. Hatta günümüze doğru şiirler boyut olarak kısalmış olsalar da, ifade gücü ve şiiriyet olarak daha da güçlendiklerini söyleyebiliriz.
Bulut kuyruğundan yağmur şamatasından
“Evvel”de, bir araya getirdiği ilk beş kitabında şairin gözlemci ruhu ve tavrı ön plana çıkıyor. Şair yaşadığı çevreyi ve bir parçası olduğu kâinatı resimliyor şiirlerinde. Bu gözlemci ruha duygu da ilave olunca ortaya enfes örnekler çıkıyor. “Kayzerin Şehri”, “Yeter”, “Pişmanlıklarım”, “Pirinç” gibi şiirler bunun güzel örneklerinden sadece birkaçıdır. Hissî ve zihnî yanlarımızı bir arada veriyor şair. Gördüklerini ve yaşadıklarını da paylaşıyor bu şiirlerinde.
“Gecelerden Bir Gece”de şiirin felsefesini yapan şair, dokuz bölümlük ve tadına doyum olmaz bir şiir armağan ediyor okurlarına. Ve hatta devam edecek olsa Ömer Erdem’in “kırk saati” olacak bir şiir bu:
“Neye benzetsem seni!
Bahar dumanları içinde
Henüz yaratılmamış kelimelere mi!
Neye benzetsem seni!
Kaya diplerindeki
Ömürsüz ot köklerine mi!
Neye benzetsem seni!
Gözlerinde Allah’ı görünce eğilmiş
Ergin su söğütlerine mi!”
Biz büyük bir aileyiz yer çemberinde
“Kireç”te halimizi anlatan mısralarla açılıyor sayfalar. Kitaba adı verilen şiir bunun özü, özeti. Suni ilişkilerimizin ve yaşantılarımızın da resmedilişi zarif mısralarla:
“Şu sözlerin geçtiği yurda bak
Dün süt gibi kardeşlerim vardı
Bugün kireç akıyor yüzümüzden”
Şairin şehirlerini de gördüğümüz kitaplarında, dini, tarihi ve kültürel bağlarımızın ve ortaklıklarımızın olduğu şehirlerin suyuna bandırılıyor şiirler. Şairin tarihe olan ilgisi ve olayları bu şekilde yorumlayışı da ayrıca kendisini hissettiren bir durum.
“Dönüşün Güzelliği” şiirinde, şairin nokta atışı ve daha söze yer bırakmayacak söyleyişi, ifade edişteki uç noktasını görmemize olanak sağlayan bir şiir:
“Yine de bir beyaz gömleği kollarından kıvırmak
Sana dönüşün en güzel şekli”
Bağdat’ın düşüşü, karmaşası, kırgınlığı ile şiirin düşüşü ayrıca açıklanıyor anlaşılmayan bir şiirle.
“Kıskanmak” şiirinde ise şairin özlemini çektiği, paylaşamadığı, doyamadığına bir ithaf var. Sevgiliye işaret eden bir şiir:
“Bir gelseydi ne olur bir gösterseydi yüzünü
Af dileseydik kapansaydık yerlere
Yıldızları serseydik eşiğine
Kelebekler altın ezseydi
İpek dokusaydı mağaralarda güvercinler
Hurmalar ağlasaydı üzümler kızarsaydı
Ve lokmamız kalsaydı da boğazımızda
O buradan gelip geçseydi
Ah biz ne ettik.. ah biz ne ettik… biz”
“Tuz” şiirindeki netlik, “9. Kat” şiirindeki sağlam dil ve eleştirel tavır okurunu da eleştirel bir mecraya götürüyor.
Şairin tüm kitaplarında belli bir kelime ya da kelime grubuyla biten gazeller tarzında şiirler de okumaktayız. “Tık tık”, “git”, “çek”, “hani”, “öylesine”, “ya hu”, “şöyle”, “bekleme” gibi bunun birçok örneğini görüyoruz. Bunlardan bazıları da birden fazla manaya gelecek şekilde kullanılmış. Bir gazelin serbest vezinle yazılışını görmekteyiz bu şiirlerde.
Nereye gideceğime son verdim son verdim ne vakit döneceğime
“Kör” kitabındaki şiirler, diğer iki kitaptaki şiirlere nazaran, daha kapalı bir anlatıma sahip şiirler. “Kırlangıç” şiiri, Kör’ün kendini çok vermeyen toprağında açmış; ama diğer şiirlere oranla daha belirgin bir anlatıma sahip bir şiir. Söylence şiiriyle beraber de şairin tekrar uzun şiirlerini okuyoruz. “Kuş Bakışı” şiiri ise, “Kör”ün sahibinin ustalığının bir göstergesi adeta:
“İnsan insandan ürktüğünden olacak
Meşelere bakıyor bulutları sayıyor
Eğilip bir köpeğin burnuna dokunuyor
Bir kediyle konuşuyor mutfakta
Uçup giden kuşların arkasından ağlıyor
Balıklara yazıklanıyor
Toprağın üşüyüp üşümediğini düşünüyor
İnsan insanın dışında insanı arıyor iyi mi”
Ömer Erdem, şair. İyi şair.
Emir Gazi Er yazdı