Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kurtuluş Savaşı sırasında ortaya çıkan enkazın kaleme alındığı ve savaş bittikten, düşman topraklarımızdan söküldükten sonra bulunan bir anı defterini ve bu defterin yazılış safhasını hikâyeleştirir. Esasında “Yaban” romanı şeklen tam olarak budur.
Yunan askerlerinin İç Anadolu’da, Porsuk Nehri kenarında bulunan bir köyü yakıp yıkmalarından sonra enkazdan geriye kalan tek şey kenarları yanmış bir anı defteridir. Bu defter köylünün tanımıyla bir “Yaban”a aittir. “Yaban”ın kim olduğu bilinmekteyse de nereye gittiği bilinmemektedir. Kitabın başında bahsedilen “Tetkik-i Mezalim Heyeti” isminde bir komisyon Sakarya Savaşı sonrası mücadelenin verildiği bölgelerde araştırma yapmak ve gerek maddi gerekse manevi kaybı yerinde görmek maksadıyla kurulmuştur. Komisyonda bu eserin müellifi olarak Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile beraber Halide Edip Adıvar, Falih Rıfkı Atay, Adnan Adıvar, Mehmet Asım ve Ahmet Emin Yalman gibi Milli Mücadele’nin önemli isimleri de bulunmuştur. Yakup Kadri Yaban’ı o dönem görev aldığı bu heyetle edindiği izlenimlerinden yola çıkarak yazmıştır.
Çanakkale Savaşı’nda sağ kolunu kaybeden Ahmet Celâl, henüz düşman postalı girmemiş bir köye, emir eri Mehmet Ali ile beraber gelmiştir. Bu köy, Mehmet Ali’nin köyüdür. Memleketi İstanbul’un düşman işgali altında olması onu Porsuk kenarındaki bu köye yerleşmek durumunda bırakmıştır. Ahmet Celâl, burada huzur ve sükûnet aramıştır. Biraz da saygınlık… Burada gelişen olaylar yazarın gözünden kıyaslamalarla anlatılmaktadır. Köylünün hâli ile kendi hâlini, köylünün bilinç düzeyi ile kendi bilinç düzeyini sürekli kıyaslamaktadır. Köye ve köylüye alışmayı bir türlü beceremeyen Ahmet Celâl, köylü için bir yabancı ve “Yaban”dır. Çünkü onda, kendi alışkanlıkları yoktur ve o, içlerinden biri değildir. Bu durum yabancılaşma ve uzlaşamamayı getirecektir. Ahmet Celâl kendi hayatını yaşamakta, köylü kendi hayatını yaşamaktadır. Yazar, şahsi çıkar kaygısıyla elde olana; vatan değil de toprak gözüyle bakan köylüye karşı son derece bilinçli bir karakter ve kişilik olarak tanıttığı Ahmet Celâl’i koymuştur. Ancak Ahmet Celâl, nihayetinde onlar için feda ettiği kesik koluyla dahi köylüye kendi bilincinden bir parça olsun vermeyi başaramaz. Bu malul subay, iletişimin ve haberleşmenin çok zayıf olduğu dönemde yine bilinçli bir karakter olarak sürekli Mustafa Kemal Paşa’yı ve İsmet Paşa’yı merak eder. Hatta onları gören askerlere nasıl olduklarını, neye benzediklerini de sorar durur. Cepheye gitmiş düşmanla çatışmaya girmiş askerden de istediği, beklediği cevapları alamaz. Birinci İnönü Savaşı’ndan gelen mesut haberi içi içine sığmayarak yaşar ve türlü heyecanlara kapılır. Fakat çevresinde bu sevincini ve heyecanını paylaşabileceği kimse yoktur, Ahmet Celâl yalnızdır çünkü. Yunan ordusu köyü işgale geldiğinde de yine bu bilinçle dik durmak ve düşman postalı karşısında diz çökmemek Türk ordusunun bir üyesi olarak ona düşmüştür.
Bir kırılmanın yaşandığı tarih
Yaban yazıldığı ve daha doğrusu ilk defa yayımlandığı; bir değişimin, bir kırılmanın yaşandığı dönem olarak da dikkat çekicidir. 1932 yılı devrimlerin çok önemli bir kısmının tamamlandığı bir tarihtir, aynı zamanda. Bu nedenle denilebilir ki Yaban 1932’den 1921’e bakılarak yazılmıştır. Düşmanı yenme, bozguna uğratma fikrinin “denize dökme” olarak formülasyonu bu zafere verilen bir simge isimle söz konusu hâle geldi. Dolayısıyla Yakup Kadri, Ahmet Celâl’e “öngörülü insan” ve “eski asker” sıfatını 1932’den bakarak yüklüyor. Bu durum ise halka rağmen ve neredeyse halksız kazanılmış bir zaferin eşiğine kadar getiriyor bizleri. Yakup Kadri kitabın başında köylünün cahilliğine vurgu yaptığı satırların fazlalığına ilişkin olarak yapılan eleştirilere cevap verme gereğini bu yüzden duyuyor. Yazar, fikrinden yıllar geçse de vazgeçmiş değildir. Çünkü bunu kendince bir sebebe dayandırmış ve köylüyü eleştirdiği kadar onları aydınlatmayan aydın kesimi de kendini de içine katarak eleştirdiğini belirtmiştir.
Kitap daha çok köylünün bulunduğu içler acısı durum ve bu durumun farkında olmamalarını konu ediyor. Yazara göre köylü çok cahil, bilgisiz ve hatta bilinçsizdir. Düşman uçaklarını alkışlayacak kadar, düşman askerlerini tehlikesiz bulacak kadar bilinçsizdirler. Ancak dediğimiz gibi Yakup Kadri, Ahmet Celâl üzerinden bunun sorgulamasını bir çırpıda yapıyor ve sonucu aydınlarımızın suçu olarak belirliyor. Kendisi dâhil tüm okumuşları ve şehirlerde yaşayıp halkın hiçbir sorunundan haberdar olmayışlarını görüyor. Fakat Türk Kurtuluş Mücadelesinin yalnızca düzenli ordular tarafından verildiği izlenimi, bizleri mücadelenin değeri hususunda yanlış yönlendirebilir. Hatta bir Yunan subayının buralarda kalıcı olmadıklarını, yalnızca aklımızın başına gelmesi için Avrupalı devletlerce buralara gönderildiklerini söylemesi de yanlış yönlere sapmamıza yol açacaktır. Bu mücadele; adı üzerinde bir kurtuluşa ve felâha ulaşma mücadelesiydi ki sadece topla, tüfekle kazanılmış bir mücadele değildi. Yer yer kitapta da görüleceği gibi bazen bir namus savaşı bazen bir onur ve haysiyet mücadelesi verildi.
İşgal sırasında Yunan uçaklarından atılan propaganda amaçlı ufak notlar da köylü üzerinde epey etkili oluyor. Bu notlarda daha çok Mustafa Kemal’in kendilerini kandırdığı, Yunan ordusunun esasında Halife’ye hizmet için var olduğu gibi tutar yeri olmayan bir bakış açısı empoze ediliyor. Ne yazıktır ki Yakup Kadri’ye göre bu inandırıcılığı olmayan notlar bile işe yarıyor ve köylünün diğer duydukları ile beraber Mustafa Kemal’e karşı hisleri olumlu yönde olmuyor. Onlara göre Mustafa Kemal düşmanı tahrik edip kendi köylerinin üzerine çekiyor.
Devletçi bir bakış
Yaban’ın aynı zamanda o zor şartlarda iki aşk hikâyesini konu edindiğini görüyoruz. Ahmet Celâl’in Emine’ye olan aşkı neyse Süleyman’ın hafifmeşrep olan ve oyununa gelip üç talakla boşadığı karısı Cennet’e olan aşkı da o. Ancak tek fark Süleyman’ın Cennet’i karısı olduğu hâlde elinden kaçırması. Ahmet Celâl ise bir “Yaban” olarak köylü kızına ulaşacak durumda değil. Nitekim bu köylü kızı, Ahmet Celâl’in kendisine, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’i tercih ederek bir de gönül kırgınlığı yaşatıyor. Fakat Ahmet Celâl aşkından vazgeçmeyecektir. Tıpkı Süleyman gibi…
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun vicdanlı yanını, çevresindeki insanların mücadele ruhuna aykırı düşünce tarzını bir noktada anlayabildiğini satırların alt metninde görüyoruz. Bu adaletli yaklaşımını “Politikada 45 Yıl” isimli eserinde de belli eder. Atatürk-İnönü çekişmesini zaman zaman bir tarafa acır biçimde ve tüm duygusallığıyla ve bazen de yine bir tarafı haklı görür biçimde yüksek perdeden desteğini esirgemeden yansıtmıştır.
Anlamaya çalışmak ve nihayet anlamak, Yakup Kadri’nin roman kurgusu içinde muhakkak kullandığı bir özelliğidir. Yakup Kadri gerek Politikada 45 Yıl gerekse de Zoraki Diplomat eserlerinde de görüleceği üzere bir “Cumhuriyet aydını” tavrıyla ve devletçi bir bakış açısıyla meselelere yaklaşmıştır. Yaban’da da Ahmet Celâl’i harekete geçiren refleks, bu devletçi reflekstir.
İdris Kartal, Makas, sayı 11