Kubbealtı Neşriyat tarafından 2011 yılında yayınlanmış olan Bursa Defterleri, Süheyl Ünver Hoca’nın 1955-1976 arasında muhtelif tarihlerde tutmuş olduğu, 18’i Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi’nde, 7’si Gülbün Mesara arşivinde bulunan 25 adet defter ile Türk Tarih Kurumu ve Gülbün Mesara arşivinde yer alan Bursa resimlerinden derlenmiş bir seçki… 287 sayfadan oluşan eseri Konya Defterleri’ni de yayına hazırlamış olan aynı ekip; Gülbün Mesara ve Mine Esiner Özen yayına hazırlamış. Tasarımı yine Ersu Pekin tarafından yapılmış.
Muhterem Süheyl Ünver Hoca, Allah vergisi bir sanat kabiliyeti, keskin bir gözlem gücü, bitmez tükenmez bir merak ve çalışma azmi ile, gittiği her şehrin kütüphanesinde araştırma yapmayı ve şehrin abidelerinin resimlerini yaparak hakkında notlar aldığı defterler tutmayı alışkanlık haline getirmiş bir münevverimiz. Yetiştiği aile ortamı ve eski kültürümüze vakıf hocaları vasıtasıyla edindiği irfani bakış açısını, Batı medeniyetine has araştırma ve belgeleme metotlarıyla gayet başarılı bir şekilde harmanlayarak uzun ve bereketli ömrü sona erdiğinde 2000’in üzerinde defterle sanat ve şehir tarihimiz için muazzam bir miras bırakmış bir hezarfen.
İnce ruhlu ve güzellik müptelası insanları etkileyen şehir: Bursa
Kendisini Evliya Çelebi’nin torunu, “Evliya-yı Cedid” olarak tanımlayan Ünver Hoca, ülkemizin büyük bir bölümünü gezmiş, adeta bir hemşehri ilgisi ve hassasiyetiyle şehirlerimizi yazmış ve sevmiş. Fakat belli ki Bursa, Hocamızın gönlünde apayrı bir yere sahip. Bir Bursa seyahati dönüşü defterine not aldığı şu cümle, Hoca’nın Bursa sevdasını ve daha şehirden ayrılır ayrılmaz ona büyük bir özlem duyduğunu aşikâr ediyor: “Gece yarısı eve geldim. Amma yeniden bende Bursa tahassürü başladı, ne yapmalı bilmem!” (Sayfa -186)
Esasen birçok sanatkâra ilham veren, pek çok gezgini kendisine hayran bırakan, mesela Bursa ovasını gören bir Amerikalıya “Ne büyük park yapmışsınız” dedirten veya dünyaca ünlü mimar ve şehir plancısı La Corbusier’e “Dünyada iki şehir gördüm; biri Floransa, diğeri Bursa” sözünü söyleten Bursa’nın, Allah vergisi doğal güzelliğini Türk zevk-i selimi ile taçlandırmış bir şehir olarak, Süheyl Ünver gibi ince ruhlu ve güzellik müptelası bir zat-ı şerifi etkilemiş olmasına şaşmamak gerek.
“Bursa’da tarih bilinmez, yaşanır”
1326’da fethedilen ve Osmanlı’nın ilk başkenti olan Bursa, artık bir imparatorluk olma yönünde emin adımlarla ilerleyen Osmanlı medeniyetinin ete kemiğe bürünerek müşahhaslaştığı bir şehrimiz. Ünver Hoca, 14. yüzyıl Türk sanatının bütün ağırbaşlı güzelliğini bir açık hava müzesi gibi sergileyen Bursa’ya verdiği değeri şu veciz satırlarla izah ediyor:
“Her veçhile kusursuz Bursa, imparatorluk eserimizin takrizi Bursa! Öyle bir şehir ki, tarihinin ayı, günü, senesi yok. Sanki onun kuruluş yılındayım. Geçmiş zamanı ben Bursa’da hayal etmem. Zira onun içindeyim. Bursa’da tarih bilinmez, yaşanır. Türk Bursa’da her şekle bürünmüştür. Burası Osmanlı İmparatorluğunun terzihanesidir. Her kılığa burada girmişiz. Öyle bir kibar kılık ki modası geçmemiş. Bursa ve Bursalıları önce manen yapmışlar, ondan sonra burayı. Rumeli’yi ve İstanbul’u Türkiye ile bina etmişler. Bursa’da insana tesir eden bu ruhtur. Bursa karışmasın ve karıştırılmasın. Devletimizi yeniden kurtarmaya ve yükseltmeye kadir bir manevi yer ve varlık! İşte ben Bursa’da böyle yaşıyorum. Yasadığım günler Bursa’da kaldığım günlerdir de diyebilirim.” (Sayfa-116)
Uludağ’ın etek kıvrımlarında galaksiler gibi sıralanmış gayet insani ölçekte külliyeler, etrafında doğayla uyumlu gelişen şehir dokusu, belli ki Ünver Hoca’yı mest etmiş. “Taş ve tuğla işçiliğinin en zarif örnekleri burada. Hele çınarı ve bağçesinde şadırvanı, hele civar hanları ne güzel, ne güzel. İşte asıl Bursa! İnsan buraya bunları görmeye geliyor. Fakat görenler az. Ey gözler nerdesin!” diye sesleniyor. (Sayfa -99) Fakat Ünver Hoca, “şerefül mekan bil mekin” düsturunca, bu fiziki güzelliğin ardında şehre esas ruhunu veren manevi unsurun da tamamiyle farkındadır: “Emir [Sultan] 1429’da Hakk’a yürür. Bursa’da bütün kalpleri feth etmiş, menakıbı halen söylenir. Şu serviler altı civarında gömülü ve her biri zamanının kıymetli zevatının makarrı. Mesela Hocazade burada. Biraz ilerde Zeynilerden Molla Hüsrev, Molla Hayali ve Abdullatif Makdesi. Ne güzel yerler, ne güzel isimler! Ne güzel görünüş! Hiç Yıldırımsız, Emir Sultansız Bursa güzel olur mu? Bursa’ya hâkim olan bunlar!” (Sayfa-90)
Ünver Hoca, defterlerine, Bursa’nın çini üzerindeki rumilerinden pencere kanadındaki şukufesine, kubbe külah âlemlerinden Bizans dönemi mozaiklerine kadar pek çok detayını büyük bir sabır ve emekle çizmiş. Hoca Ali Rıza’nın rahle-i tedrisinden geçmiş fırçasıyla Çekirge’den Yeşil’e, Yıldırım’dan Muradiye’ye kadar onlarca köşesinden Bursa’nın pitoreks güzelliğini yansıttığı tablolarını izlemeye de doyulmuyor.
Her şeye rağmen…
Süheyl Ünver’in Bursa defterleri; bugün ne yazık ki yeterince korunamamış, baharda şeftali çiçekleriyle pembeleşen ovasını sanayileşmeye kurban vermiş ve yer yer bütüncül güzelliğine ağır beton darbeler almış ama herzeye rağmen hala güzel Bursamızın, 20. yy. ortalarındaki nispeten bozulmamış halini belgelemesi açısından da son derece önemli bir eser.
Her şeye rağmen ümitsiz olmayalım. Bursa, kendisini asırlık bir çınar heybetinde var eden o medeniyet nüvesini bağrında saklıyor. Süheyl Ünver Hocamıza, hizmetlerinden dolayı şükran duygularımızla rahmetler dileyerek, yine onun satırları ile yazıyı noktalayalım: “Ben bugün eski Bursa’nın hüviyeti ile meşgul oldum. Bu sefer daha yakinen anladım ki bir millet her şeyden önce manen kalkınmalı. Amma o bu günün geri yobazlığı değil. Bursa’da ruhen taazzuv edince cihangir olmuş ve muazzam bir örnek medeniyet kurmuşuz. Onu sonra maddi refah takip etmiş. İşte bana Bursa’nın ilhamı. Bursa iman kuvveti yatağı.” (Sayfa-114)
Yasemin Dutoğlu
Güzelden güzel hasıl oluyor. Görgülü kuşlar gördüğünü eyler. Bizi Bursa ruhu ve kokusu ile tazelediniz. Kaleminiz bereketlensin.