Ali Ulvi Kurucu, Bediüzzaman’ı anlatan Tarihçe-i Hayat adlı esere yazdığı uzun ve etkileyici önsözde şöyle söylüyor: “…Allah’ın nuru ile nurlanan bir gönlün semasını hangi bulutlar kaplayabilir?... Her müminin kendine mahsus bir huzur, huşu, tefeyyüz, tecerrüd ve istiğrak hali vardır. Ve herkes iman ve irfanı, salah ve takvası, feyiz ve maneviyatı nispetinde bu ilahi hazdan feyizyâb olabilir…”
Metin Karabaşoğlu, İz Yayıncılık'tan çıkan Yollarda-İhtida Öyküleri-1 adlı kitabında farklı ırk, renk ve dinlerden meşhur olmayan insanların İslâm’a geçiş öykülerini aktarıyor. Bu manevi yolculuklar yoğun ibretlerle dolu, öyle ki Metin Ağabeyin fikirlerini merak etseniz de iyi ki metinler yorumsuz aktarılmış diyorsunuz.
Mühtedilerin taptaze imanları ciddi bir muhasebeye sevk ediyor. Erin Fennun “Allah kendisine ortak koşmayı affetmez. Bundan başka her şeyi istediğine bağışlar. Kim Allah’a eş koşarsa o büyük bir günah işlemiş demektir. (Nisa 48)” ayetini okuduğunda “Ruhumun derinliklerinden kopup gelen hıçkırıklarla ağladım.” diyor… Ne eklenebilir ki?
Bir başka mühtedinin “Tevhid ile ilgili hiçbir müşkilim kalmadı. Fakat Muhammed’in kim olduğunu bilmiyordum ve onun yolundan gitmenin gerçekte ne anlama geldiğini anlamamıştım.” sözleriyle Hak Dinin kitap ve sünnetle nasıl da tamamlandığını daha iyi kavrıyoruz.
Mühtediler çeşitli zorluklarla imtihana uğruyor fakat tamamı çok mutlu. Bu mutluluğun temel sebebi ruhanidir elbette. Fakat çevrelerindeki Müslümanların onları samimi bir sevinçle karşılaması da önemli bir etken. Ümmetin bu tavrı sayesinde birçoğu, önceki dinlerini terk etmenin getirdiği tüm sosyal zorluklara karşı yeni ve sıcak bir arkadaş ve aile ortamı buluyor.
Hikayelerde lisede iken arayışını sonuçlandırmış insanlar da var ama üniversitede İslâm’la tanışanlara daha çok şahit oluyoruz. Üniversite, farklı fikir ve inançlarla karşılaşmanın en yoğun olduğu, bireysel ve toplumsal sorgulamanın zirve yaptığı bir yer ve dönem. Aslında kendi tercihini yapmadan önce nüfus kağıdına İslâm yazılmış her Müslüman, bir mühtedinin geçtiği yollardan ya da benzerlerinden geçmeli, o fıtri soruları sorup kalben mutmain olarak İslâm’a “yeniden giriş” yapmalı. İslâm topraklarında İslâm, ancak kalplerde kök salıp zevk ve heyecan duyarak yaşandığında arzu edilen yüksek medeniyeti inşa edecektir.
Kitapta hikayesi anlatılan kişilerin önemli bir kısmı Batılı ülkelerden. Onların okuyarak, araştırarak, hissederek, severek, lezzet duyarak İslâm’a girişlerini gördükçe manevi anlamda “Güneşin gerçekten Batı’dan doğacağını” düşünüyorum. İstanbul’un ve Anadolu’nun da bu doğuşa vesile olacak, onu kucaklayacak ilim ve irfan havzalarından biri olmasını ümit ediyorum. Hurafelerden de radikallikten de uzak, aklı ve kalbi doyurabilen, popüler ve gereksiz tartışmaları bir yana bırakmış, sahih irfan merkezlerinin güçlenmesine şahitlik edeceğimizi umuyorum.
1919 doğumlu bir Jamaikalı 61 yaşında Müslüman olmuş. Hayatı boyunca onlarca Hıristiyanlık mezhebini araştırmış, gerçeğin peşinde sürekli oradan oraya koşturmuş. Hikmeti aramadaki hırsına rağmen ilahi nur ile ne kadar geç bir buluşma! Hakikate daha önce ulaşsa idi ne güzel ameller, hayırlar işleyecekti kim bilir? Jamaikalı Müslüman Pakistanlı bir meslektaşı ile diyaloğunu şöyle aktarıyor: “Kendisinden bana dinini anlatmasını istedim. O konuştukça alakam büyüdü ve ona niye daha önce hiç bana bundan söz etmediğini sordum. Hiç sormadın ki? cevabını verdi.” Yakınlarımızda İslâm’a dair güzellikleri anlatmakta geciktiğimizi düşünecek birileri var mıdır acaba?
Öykülerde fark edilen bir başka nokta da kitapların etkisi. Üniversite yıllarımızda çok güzel bir slogan vardı: “Bütün kitaplar tek bir kitabı anlamak için okunur.” Mühtedilerin önemli bir bölümü bol bol okuma yaparak İslâm’a giriyor.
Meşhur birinin Müslüman olduğunu okuduğumuz kısa bir haber sadece geçici bir sevinç yaratıyor. Kitapta bahsi geçen sade vatandaşların ihtida öyküleri ise hem nitelikli dersler içeriyor hem de insanı çeken, kalıcı ve güzel bir koku ihtiva ediyor. Sabah namazı sonrası kuş cıvıltılarının yayıldığı havadakine benzer. İslâm güneşinin doğduğu her kalpte var sanki. Kalbe giren nurun kokusu o. Cezbediyor insanı.
Hidayeti sonradan bulan insanlarda onları ateşleyen, içten gelen bir davet heyecanı bulunuyor. Bu duyguyu çok önemsiyorum. İman lezzetini tadan bu insanların gözlerine bir ışıltı düşüyor. Keşfettikleri manevi hazineyi başkalarına da götürebilmek hususunda Allah’tan yardım diliyorlar. Bu talep doğal bir şekilde fiili bir çabaya dönüşüyor. İslâmi Hareketler, kendi gönüllülerine Allah’a yakınlık kazandırdığı ölçüde güçlü davetçiler yetiştirecek. O zaman İslâm’ın kalpleri ateşleyen ruhani güzelliği memleketin gündemine girecek. Yeni bir davet rüzgârı esecek. Zamanın ruhu davetçileri, kalbî yolculuğa dair fikri ve tecrübesi olan, tefekkürü öğretecek unsurları kuşanan, hayatın her alanında aksiyoner, dengeli ve ümmetçi bir modele çağırıyor…
Mustafa Körkün Tarhanacı
Günümüzde hayatın anlamını kaybeden nice insanlar var ki, değindiğimiz bu konulardan bihaber. Çok teşekkür ederiz